Ocak ayında plan yapmıştık… O günden beri de gün sayıyorduk tatilimiz için. Bir yandan da son dakika aksilikleri olmasın diye dua ediyorduk… Ve çok şükür o an gelip çatmıştı, sonunda o tatile gidebiliyorduk. Ne çabuk geçmişti zaman ve ne çabuk da geçmişti o tatlı tatil ki şu anda bu satırları yazabiliyordum. Ama her sonun bir başlangıcı vardır ya da bir şey son bulmalı ki yenilerine yol açılsın diyerek motivasyonumuzu yüksek tutup işimize dönüyoruz. Hem böyle tatiller daha değerli, daha kıymetli ki. Züğürt tesellisi işte... Neyse artık o tatilin güzel anlarına geri döneyim de hem o günleri yeniden yadedeyim, hem de yakın zamanda ya da bir sonraki tatilini Atina ve Milos Adası´na yapacak olanlara küçük de olsa rehberlik edebileyim.
İstanbul´dan Atina´ya gidecek olan uçağımız sabah 06:55´de hareket edecekti. OHAL nedeniyle de normal koşullarda olmamız gerekenden daha da önce orada olmak istiyorduk, denklemde ben vardım ve daha önceki seyahatlerimde türlü türlü aksilik yaşayan biri olarak, bu sefer risk almadan, OHAL durumunda istenen tüm belgeleri de yanımızda hazır ederek havalimanına vardık. Bu arada küçük bir not eklemek istiyorum; sabah çok erken uçuşu olanlar var ise gece seferi yapan 34G no´lu metrobüs her 10 dakikada bir servis veriyor, Şirinevler durağında indikten sonra da taksiye atlayarak havaalanına hem ekonomik hem de hızlı bir ulaşım sağlayabiliyorsunuz. Gece seferi yapan bu metrobüsten anca gecenin bir vakti taksi haricinde havaalanına nasıl ulaşağımızı araştırırken haberimiz oldu, o yüzden bu bilgiyi de arada paylaşayım dedim.
Beklediğimizden daha da kısa bir süre içerisinde, çok da uzun kuyruklara maruz kalmadan büyük bir çoğunluğu Asyalı turistlerle dolu olan uçağımıza yerleştik. Yaklaşık 1 saat 10 dakika süren uçuşun ardından Atina´ya vardık, pasaport kontrol ve bagaj işlemlerimizin akabinde hemen metro tabelasını takip ettik. Omonia bölgesinde kalan otelimize gitmek için 2 aktarma yapmamız gerektiğinden kişi başı tek gidiş 9 euro ödeyerek metro biletlerimizi aldık. O an siz de“Atina´da gezmek için acaba günlük bilet alsam mı?” diye düşünebilirsiniz, biz bir an tereddütte kaldık ama yine de günlük bilet almadık ve iyi ki de almamışız. Atina´da her yeri yürüyerek rahatlıkla gezebilirsiniz, aklınızda bulunsun, o an siz de bir gelgit yaşarsanız diye paylaşayım istedim.
Konaklama için seçtiğimiz Best Western My Athens, eğer öyle lüks aramıyorsanız, gün içinde de otelde çok zaman harcamayacaksanız ve önemli olan merkezi olması diyorsanız memnun kalacağınızdan emin olabilirsiniz. Otelimize hızlıca yerleşip vakit kaybetmeden sokaklara atıyoruz kendimizi, ne de olsa topu topu 2 günümüz var, çok dikkatlice kullanmamız lazım o değerli saatleri.
Karnımız çok aç, ve dükkanın camekanında sergilenen ürünleri görünce hemen dalıyoruz içeriye. E önce bir enerjitoplamak lazım tabii. Omonia bölgesinde yer alan Attika Pastanesi´nin peynirli ve ıspanaklı böreklerinden mutlaka tatmalısınız. Şehrin farklı yerlerinde de şubeleri mevcut, link üzerinden pastanenin websitesine gözatmanızı tavsiye ederiz, ama olacaklardan mesul değiliz. Bu yolculuğu planladığımızdan beri bize bahsedilen espresso freddo ve cappuccino freddo´yu da burada ilk kez deneyimleme şansı bulduk, işimiz gereği yani zevkten değil kesinlikle. Hem gözümüzü hem de karnımızı doyurduktan sonra başladık keşfimize. Yalnız baştan söyleyeyim, Akropolis haricinde gittiğimiz her yer ağırlıklı olarak yeme-içme mekanları ile dolu, dolayısıyla Atina gezi yazımız biraz kalorili olacak, şimdiden affınıza sığınıyorum.
Alışveriş mağazalarını birarada barındıran ve sokak sanatçılarının performans sergilediği Ermou Caddesi´nden başlıyoruz yürümeye. Parlamento Binası´nın bulunduğu Syntagma meydanı´na ulaşıyoruz. Eskiden kraliyet sarayı olan Parlamento Binası´nı koruyan askerlerin nöbet değişimi her saat başı gerçekleşiyormuş, biz maalesef hiçbirine denk gelemedik, ama sizin aklınızda olsun, izlemeye değermiş. Ermou Caddesi´nin paralelinde bulunan ve cafe/restoranlar ile dolu olan Mitropoleos Caddesi´nden geri dönerken zemini pırıl pırıl parlayan Metropolis Atina Katedrali´nin önüne çıkıyoruz. Katedralin ardından Mnisikleous sokağı´na dalıyoruz ve bizi Taksim´de bulunan Cezayir Sokağı'nı andıran bir yer karşılıyor. Cafelerin hepsi dolu, zar zor bir boş masa buluyoruz ve hemen Yunan kahvemizi sipariş ediyoruz. Türk kahvesine oranla rengi daha açık ve daha hafif bir tada sahip olan kahvemizi yudumlarken de haritayı inceliyoruz Akropolis´e hangi yoldan çıkacağımızı belirlemek için.
Atina´da yüksek bir kayalık bölgenin üzerinde bulunan veantik yapı kalıntılarını içeren Akropolis´e girmek için önce bilet gişesinden kişi başı 20 euro olan biletlerimizi alıyoruz. Burada iki not eklemek istiyorum: ilki, zemin çok kaygan, her yerde bu konu ile ilgili ikaz tabelası da mevcut ama aklınızda olsun, mutlaka sağlam basın; ikincisi ise, girmeden önce içecek bir şey alıp hem içerim hem gezerim demeyin, su haricinde başka sıvı kesinlikle kabul etmiyorlar, bu da ayrıca aklınızda olsun, bizim gibi koştura koştura içmek zorunda kalmayın buzlu içeceğinizi.
Atina´nın sembolü olan ve M.Ö. 5. yüzyıldan günümüze kadar gelen Akropolis toprakları üzerinde yürümek ve o havayı solumak çok keyifli, hele bir de bu bölgeyi bir arkeolog ile gezmek daha da keyifli. Yol boyunca karşılaştığımız heykellerin ya da antik kalıntıların büyük bir çoğunluğu bana hiçbir şey ifade etmezken, yanımda ne olduklarını bilen ve her birine ait mitolojik hikayeler anlatan kocacığım sayesinde gördüklerim daha anlamlı oldular. O hikayelerden de bir iki tane yazımda bahsedeceğim balık hafızalı biri olarak hazır unutmadan.
Dioskuron Sokağı´nda bulunan Dioskouroi isimli restoran, oldukça derme çatma bir yer, ama yoğunluktan yer bulabilirseniz şanslısınız demektir. Özellikle Yunan mezeleri ile önerilen restoranlardan biri olan bu mekanda saganaki ve ahtapot salatası yemeden ayrılmayın. Burada bira eşliğinde meze ile karnımızı doyurduktan sonra sokaktan aşağıya yürümeye başladık ve kendimizi doğru Monastiraki Meydanı'nda bulduk. Adrianou Sokağı oldukça keyifli, Akropolis manzaralı, birbirinden farklı tatlı cafelerle dolu. Sokağın sonuna vardığınızda Thissio Bölgesi'ne varmış oluyorsunuz. Hediyelik eşyalar ile 2.el ürünlerin de satıldığı Apostolou Pavlou Sokağı´nda yürürken Akropolis de sizi tepeden izlemeye devam ediyor. Bu yol sizi ayrıca Yunanistan´ın Roma İmparatorluğu´ndaki dönemini simgeleyen anıtın yer aldığı Filopappos Tepesi´ne kadar da götürüyor.
Evet şimdi sıra geldi ilk hikayeye. Sokak satıcılarının tezgahlarında en çok göreceğiniz hediyelik eşya, Pisagor´un Adalet Kupası… Peki neymiş bunun özelliği, biliyor muydunuz? Yunan filozof ve matematikçi olan Pisagor, 2500 yıl önce ters çan şeklinde, altında bir delik olan, sınırları aşmadığınız sürece dökülmeyen bir kupa icat etmiş, ancak “daha fazla, daha fazla” olsun diye doldurmaya devam ettiğinizde hepsinden olabiliyorsunuz. Kimse elbette elindekini kaybetmekle sınanmasın bu hayatta sırf daha fazla arzuluyor diye, ama verdiği mesaj muhteşem değil mi?
Tezgahlardaki ürünlere baka baka geri döndüğümüz Apostolou Pavlou Sokağı´ndan Iraklidon Sokağı´na dalıyoruz. Üzerinde ray yolunun bulunduğu, sağlı sollu şirin cafeler ve terasları ağaçlar ile yeşillendirilmiş, kiremitleri lotus palmet ile süslendirilmiş evler ile dolu bir sokak daha… Thissio Bölgesi´nde ki ara sokaklarda biraz daha dolandıktan sonra grafiti severler için görsel şölen sunan Psyri Bölgesi´ne geçiyoruz. Bize Karaköy´ü anımsatan bu bölgede de pek çok mekan mevcut, akşamları daha hareketli olan mahalleyi gezmenizi ve özellikle Iroon Meydanı´nı mutlaka görmenizi tavsiye ediyoruz.
Bize Bodrum çarşı sokağını anımsatan, takıların ve kıyafetlerin satıldığı tezgahlarla dolu bir pazarı olan Monastiraki Bölgesi`ndeki Pandrossou Sokağı oldukça keyifli. Gezmekten yoruldunuz ve karnınız acıktı ise, Plaka´da bulunan Lysikrates Anıtı manzarası eşliğinde keyifle yemek yiyebileceğiniz bir mekan önerisi ile geleyim o zaman. Loş ışıklar altında güzel bir atmosfer ile uzo keyfi eşlğinde leziz bir yemek keyfi sunan Diogenes Taverna kesinlikle denemeye değer.
Atina´daki ilk günümüzü sonlandırırken bu hikayeyi anlatmadan geçemeyeceğim. Atina´nın adının nereden geldiğini biliyor muydunuz? Açıkçası ben bilmiyordum, bu bilgiyi de sizlerle paylaşmasam olmazdı. Efsaneye göre, savaş ve bilgelik tanrıçası Athena ile denizlerin tanrısı Poseidon´u dahil eden bir yarışma yapılmış. Her kim bu yarışmayı kazanırsa, Atina ona ithafen kurulacak bir şehir olacakmış. Şehre en faydalı olacak şeyi yapan da şehrin sahibi olacakmış. Yarışma günü geldiğinde ilk olarak Poseidon ortaya çıkmış ve mızrağıyla Akropolis´in kayalıklarına vurmasıyla kayalıklardan tuzlu su fışkırmaya başlamış. Bunun üzerine Athena gelmiş, o da kayalıklara vurmuş ve kayalıkların arasında bir zeytin ağacı büyümüş. Bunun üzerine de halk zeytin ağacını daha faydalı bulmuş ve şehir Athena´ya verilmiş.
Atina´da ilk gün de tabanvay, bol fotoğraflı, bol tarihli, bol ara sokaklara dalmalı ve oldukça keyifli bir şekilde bitivermiş.Atina´da 2. günümüz için tek planımız var o da, çok koşturmadan, her anın keyfini çıkartarak sokakları arşınlamak, görmediğimiz yerlere doğru yol almak. Önce sırada güzel bir kahvaltı var elbette. Omonia´da bulunan Horiatiko Pastanesi´nde yine kendimizden geçerek peynirli böreklerinden yiyoruz, bir yandan da haritada Taf Coffee´yi buluyoruz, Atina´ya gitmeden önce 3. nesil kahvecileri keşfetmek zaten aklımızdaydı, seyahatin içine biraz da iş kattık yani.
Eleftheriou Venizelou Caddesi´nden Emmanouil Benaki sokağı´na döndüğümüzde karşımıza çıkan Taf,pazar günleri hariç her gün servis veriyor. Espresso bazlı içeceklerden, farklı demleme yöntemleri ile hazırlanan kahvelere kadar pek çok çeşit mevcut. Espresso ile cappuccinomuzu keyifle içtikten sonra artık yolumuza devam ediyoruz. Eğer sizin de merakınız “iyi kahve” ise, bu mekanın haricinde, Eleftherios Venizelou caddesi üzerinde Foyer Espresso Bar, Coffee Lab ve Coffee Brands isimli kahve dükkanları da mevcut, aklınızda bulunsun.
Caddenin üzerinde yürürken göreceğiniz kütüphane; alınlığında 12 Yunan tanrısını, sütunlarında ise Apollon ve Athena heykelleriyle karşılaşacağınız üniversite binaları kesinlikle görülmeye değer. Üniversite´nin hemen önünden caddenin karşısına geçtiğiniz zaman sizi karşılayan Klafthmonos Meydanı´nı da görüp, birkaç yerde bahsi geçen Zonars´da çay molası vermeye gidiyoruz. Amerika´da yaşayan, Yunanlı çikolatacı Karolos Zonaras´ın, Atina´lı ve Atina´dan ayrılmak istemeyen bir kadına aşık olması ile başlamış 1939´da kurulan Zonars´ın hikayesi. İç mekan oldukça şık, ancak biz üzerimizdeki kıyafetlerden ötürü içerde oturmaya kıyamayıp, restoranın önündeki masalarda çayımızı keyifle yudumluyoruz. Aslında bir akşam yemeği eşliğinde bu restoranın atmosferini solumak lazım diye de düşünmüyor değiliz.
Milos Adası´na geçmeden önce Atina´da son günümüz diyerek yeniden adımlamaya başlıyoruz Kolonaki Bölgesi´ne doğru. Özellikle araç girmeyen ve cafeler ile dolu Tsakalof Sokağı´na bayılıyoruz, dönüşte uğramak için mekanımızı seçiyoruz ve Irakliteo Sokağı´ndan merdivenleri tırmanmaya başlıyoruz Lycabettus Tepesi´ne gitmek üzere.
Tepe´ye kadar aslında yürüme şansınız var ama bizden size tavsiye, çıkışı teleferik ile çözüp, dönüşü yürümek Atina şehir manzarası eşliğinde… Teleferik sabah 9´dan gece 3´e kadar her yarım saatte bir hareket ederek servis veriyor. Şehir manzarası görerek yukarı çıkacağımızı düşünüyoruz, ama bizim tünel gibi çalışan bir sistemle, kapalı mekanda tepeye varıyoruz. İşte vardığımız zaman da harika bir manzara bizi bekliyor, keşke zamanımız olsaydı da akşam ışıklarını görmek için de gelebilseydik diyouz ama bir yandan da Pisagor´un Adalet Kupası´nı hatırlayıp o anın tadını çıkarmaya devam ediyoruz. Lycabettus Tepesi´ne ya gündüz ya gece, hangisine şansınız varsa, mutlaka zaman ayırmanızı tavsiye ediyoruz. Hem Akropolis hem ardında Pire Limanı olan fotoğraflar çekebilir, Atina evlerinin çatılarının yeşilliğini daha da yakından görebilirsiniz. Panoramik manzarayı izledikten sonra yavaştan inişe geçiyoruz. Yol boyunca kaktüs ve aloe vera bitkileri eşliğinde gidiyoruz. Hani yazmıştım ya gözümüze kestirmiştik bir mekan diye, işte oraya varıyoruz karnımız da acıkmış bir şekilde… Bize Beşiktaş´taki Karadeniz Pide ve Döner dükkanını andıran, ismini tam çözemediğimiz ama anladığımız kadarıyla Ntepnikatezen gibi bir şey olan dükkanda, sokak lezzeti olan pita souvlakilerimizi yiyoruz. Pidesi o kadar güzeldi ki, şu anda yazarken bile ağzım sulandı diyebilirim. O sokak üzerinde pek çok güzel mekan var, ama buraya mutlaka şans vermenizi tavsiye ederim, pişman olmayacaksınız. Güzel öğlen yemeğimizin ardından bu sefer de rotamızı Benaki Müzesi´nin karşısından parkın içine doğru çeviriyoruz.
Cırcır böceği sesleri eşliğinde, yeşil papağanlar, koi balıkları, heykel gibi durup poz veren kaplumbağalar görebileceğiniz parkta yürüyüş oldukça keyifli. Parkın içinden yürüyerek Hadrian Kapısı´na varıyoruz, oradan da ilk günün tekrarını yapmak ve gezerken kaçırdığımız ara sokakları gezmek üzere yeniden Plaka, Monastiraki ve Psyri bölgelerine doğru dalış yapıyoruz.
İki gün aslında Atina´yı gezmek için yeterli gibi, ama 3 günü de doldurmak kolayca mümkün. Atina şehir merkezinden 12 km uzaklıkta bulunan Pire Limanı´na gidilebilir ya da yapımı 1881 ile 1893 yılları arasında olan ve Korint Körfezi ile Saronik Körfezi´ni birbirine bağlayan Korinth Kanalı´na yapılan bir tura dahil olunabilir ya da Atina´nın içinde bulunan Kifissia Bölgesi´ne gidip birkaç yerde okuduğumuz Varsos Pastanesi´nde galaktoboureka yiyebilirsiniz.
Atina´daki son akşamımızı da yine yürüyerek kolayca ulaştığımız Gazi Bölgesi´ndeki Butcher & Sardelles´de keyifle geçiriyoruz. Hem müziğin, hem amazondaymış hissi veren ortamın güzelliği içerisinde dilersen deniz ürünleri dilersen et ürünleri yiyebileceğin harika bir mekan burası. Bir akşam yemeğinizi buraya ayırmanızı mutlaka tavsiye ediyoruz.
Seyahatimizin Atina ile ilgili kısmına dair paylaşacaklarım şimdilik bu kadar, umarım zevkle okuduğunuz bir yazı olmuştur diyerek, Milos Adası ile ilgili yazıma kadar hoşçakalın diyorum.