Yemeğinin, havasının, doğasının neredeyse bizimkiyle birebir aynı olduğunu gidince anladığım şehir; Atina. Şehre yüksek bir yerden baktığımızda, alçak bembeyaz binalar görüyoruz. Tıpkı beyaz bir deniz gibi... Hatta aşağılara doğru süzülen beyaz saf gelin mi desem… Beyaz örtünün arasında boş olan tepeler de göze çarpmakta. İstanbul'dan gelen birisi için şaşırtıcı bir durum olsa gerek.
Şehrin tarih hazinesi Akropolis, alçak binaların arasından yükselerek bütün heybetiyle gelenleri selamlamakta. Erişilmez edasıyla, tepeden bakmakta…
Akropolis; yüksek şehir demek aslında. Akro, yüksek; polis, şehir anlamına gelmekte. Akropolis'in etrafındaki yol olimpiyatlar döneminde trafiğe kapatılarak, yeniden döşenmiş ve yayaların hizmetine sunulmuş. Böylece Akropolis'te hava kirliliği büyük oranda azalmış. Fotoğraflarda, kartpostallarda ön plana çıkan yapı aslında Parthenon Tapınağı. Eski Yunan kentlerindeki tepelere Akropolis deniyor. Bu tepelerden en ünlüleri Atina Akropolisi. Antik dönemde tapınakların olduğu bu bölgeye halk bir hafta süren “Atina Bayramı”nda çıkabilirmiş. Tapınakların merdivenlerine de tanrılara adak olarak kurbanlar konulurmuş. Bugün kalıntılarını gördüğümüz sadece bu tapınaklardan geriye kalanlar. En meşhuru Atina'ya adanan Parthenon Tapınağı. Bu tapınaklar farklı istilalar sonucu biçim değiştirmiş. Parthenon; Roma döneminde kilise, Osmanlı döneminde cami olarak da kullanılmış. Yunanlar, Akropolis'in çevresine o dönemde ağırlıklı olarak zeytin ağaçları dikmişler. Akropolis'i gezdikten sonra tepenin eteklerinde yer alan Makriyianni semtinde 2003-2009 yılları arasında yapılan Akropolis Müzesi'ni de görmeden geçmiyoruz.
Günümüz Yunanistan dönemi için önemli sayılan müzede, Akropolis eserleri sergileniyor. Müzenin mimarisi hayli etkileyici, alışılmış müzeler gibi değil. Binanın altında tarihi kalıntıların olması ilk başta gözümüze çarpıyor. Arkeologlar hala çalışmalarını burada sürdürdükleri için bu alan açık bırakılmış ve korunmuş. Müzenin enteresan yapısını oraya gidince anlayabiliyoruz. İçeri girdikten sonra sağlı sollu eserlere bakarak hafif rampa çıkıyoruz. Rampa çıkmadan önce özel eşyalarımızı emanete teslim ediyoruz. İçeride çantayla dolaşmak ve fotoğraf çekmek yasak.
Müzenin projesi dekonstrüktivizm akımının önde gelen mimarlarından Bernard Tschumi ile ekibine ait. Müze, Akropolis'in eteklerinde. Müzeden dışarı baktığımızda ise Parthenon Tapınağı büyük ihtişamıyla görünmekte.
Yunanistan demek tarih, kültür, doğa ve tabii ki yemek demek. Akşam olunca Plaka'ya gidiyoruz. Plaka, Atina'da gezilecek yerler listemizdeki bir diğer tarihi yerleşim alanı. Çoğu zaman şehrin kalbinin attığı yer olarak nitelendirilmektedir. Plaka, çok eski zamanlardan günümüze yerleşim yeri olarak kullanılmış. Günümüzde ise daha çok turist çeken bir bölge. Küçük tavernaları, hediyelik eşya satan dükkânları ile Plaka, aradığımız her şeyi rahatlıkla bulabileceğimiz renkli yerlerden biri. Bölge arkeolojik önemi nedeniyle “Tanrıların Mekânı” olarak da bilinmektedir. Akşam olunca mekânlarda müzik eşliğinde, koyu sohbet içinde insanlarla iç içeyiz. Yerel sanatçılar, taverna müziği, birbirinden lezzetli yemekler (özellikle deniz ürünleri) harika bir gece yaşamamızı sağlıyor.
Önemli tarihi mekânlardan birisi de Zeus Tapınağı. Zeus Tapınağı’nın tamamlanmış hali Antik Yunan’da Parthenon’dan bile büyük. 2 sıra halinde, 8 sütun genişliğinde ve 21 sütun uzunluğunda yapılmış. Cossutius, orijinal tasarımı büyük ölçüde değiştirmiş. Yeni eklemeler yaparak sütunları 3 sıra 8’er sütun şeklinde tasarlanmış. Hadrian da daha çok bu son dizaynı takip etmiş. Tapınağa, ön bölümde yer alan M.Ö. 132’de İmparator Hadrian’a yapılmış kapıdan geçerek ulaşabiliyoruz. Şehrin yönetimini Hadrian ele geçirince Atina’yı ziyaretinin ardından yarım kalan tapınaktaki çalışmalara bir kez daha başlanmış. Tapınak, Hadrianopolis adı verilen yeni bir yerleşim yerinin de merkezi olmuş.
Atina'ya gelince görülmesi gereken önemli yerlerden birisi de Panathinaiko Stadyumu. 1896 yılında Atina’daki ilk modern Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapmış olan stadyum, tarihi bir Yunan stadyumunun kalıntıları üstüne inşa edilmiş. Panathinaiko Stadyumu dünyanın en eski stadyumlarından birisidir. Tamamen beyaz mermerden inşa edilmiş. 2004 yılında yenilenen stadyum, Olimpiyat Oyunları sırasında okçuluk müsabakalarına ev sahipliği yapmış.
Şehrin merkezinde yer alan önemli yapılardan biriside Parlamento Binası. Aslında saray olarak inşa edilen ve sonradan parlamento binasına dönüştürülen yapı, 1836-1842 yılları arasında inşa edilmiş. 1909 yılında bir yangında zarar gören bina, yönetim değişikleri sırasında saray olmaktan çıkıp parlamento binası işlevini kazanmış. Binanın önünde adı bilinmeyen bir askerin mezarı bulunmaktadır. Eğer yolunuz düşerse önünde nöbet tutan askerlerin görev değişim törenini izlemeden ayrılmayın, farklı askeri kıyafetlerle ilginç gelebilir. Bizim için ilginç bir görsel şölendi.
Şehrin büyük, kalınacak gün sayısının kısıtlı olması nedeniyle şehirden ayrılıyoruz. Arkamızda görülecek birçok tarihi mekân, ruhumuzda hoş bir müzik, damağımızda lezzetli yemeklerin tadıyla... Elveda güzel şehrim...