Uçağımızın Eleftherios Venizelos Havalimanı'na sorunsuz bir şekilde inişinin ardından Pire'deki otelimize gitmek üzere yola koyulduk. Havalimanından şehir merkezine ister metroyla ister taksiyle ya da dilerseniz otobüsle rahatça ulaşabilirsiniz. 5 euro karşılığında Pire otobüsüne binip Pire’ye doğru şehir içi yolculuğumuza başladık. Havalimanından Pire yaklaşık 40 dakika sürüyor.
Otelimize bavullarımızı bırakmamızın akabinde vakit kaybetmeden Pire’yi dolaşmaya başlıyoruz. Ülkenin en büyük liman kenti olan Pire organik olarak Atina’ya ait olsa da Pireliler nezdinde pek de öyle değil. Pire’nin şehir merkezinde bulunan Pasha Limanı’nı geziyoruz öncelikle. Çatısız ve balkonlarından rengârenk güneşlikler fışkıran apartmanlar çevreliyor limanı. Açıkçası ben Pire’de İzmir’i yaşadım diyebilirim. Sanki İzmir’ de dolaşıyormuş gibi hissetmiştim kendimi. Limanın marina tarafında oldukça iyi bar ve restoranların var olduğunu söylemeliyim. Marina tarafının aksi, sol tarafta ise kordon üzeri kafe-barlar mevcut. Tüm bu mekânlar hava karardıkça Pireliler tarafından hınç be hınç dolduruluyor. Hâlbuki Yunanistan’a giderken mütemadiyen okuduğumuz ekonomik kriz haberlerinin tesiri altında oldukça yorgun ve karamsar bir Atina fotoğrafı bekliyordum. Gördüğüm ise bambaşkaydı. Burada insanlar benim ülkemin insanından kat be kat daha mutlu görünüyorlardı. Her ne kadar kimi muteber Yunan arkadaşlarım bunun “fake” bir görüntü olduğunu, durumun vahametinin oldukça ağır olduğunu söyleseler de Atina’da gördüğüm manzara ağzına kadar dolu eğlence mekânlarıydı. Pire’de gezebileceğiniz etrafında mekânların olduğu iki liman daha var. Bunlar Mikro Limano orijinal adıyla Turko-Limano ve Latsi limanı. Latsi limanında Averof zırhlısını ziyaret edebilirsiniz. Yunan arkadaşlarımla Latsi Limanı'nı dolaşırken limanın girişinde sağda bulunan büyükçe gemi dikkatimi çekmiş ve ne olduğunu sormuştum. Averof zırhlısı olduğunu öğrenince Balkan savaşları ile ilgili tüm okumalarımda sürekli karşıma çıkan, tam bir canavar olduğunu bildiğim ve dahi canımızı Balkan Savaşları'nda oldukça yakan bu zırhlıya koşar adım yaklaştım. Savaşın öncesinde Osmanlı bu savaş gemisini satın almak istiyor fakat yeterli bütçe olmadığından bu muradı gerçekleşmiyor. Akabinde gemi Averof isminde bir Anadolulu Rum işadamı tarafından satın alınıp Yunanistan Genelkurmayı'na hediye ediliyor.
Seyahatimizin ikinci gününü Akropolis’e ayırdık. Sabahın erken saatlerinde taksi ile akropolise geçtik. Daha önce Atina’ya seyahat etmiş yazarların tavsiyelerine riayet ederek öğle saatlerinin yakıcılığında Akropolise tırmanma zahmetine katlanmak istemedik açıkçası. Tapınaklar tepesine giden aralığın karşısında bulunan Zeus kapısına yöneldik öncelikle. Kapının altında fotoğraf çektiren turist kafilelerinden fırsat bularak ben de birkaç poz fotoğraf çekindim. Ne de olsa sembolik olarak Atina seyahatimin başlangıcıydı benim için. Artık gerçekten kendimi Atina’da hissediyordum. Zeus Kapısı'nın gerisinde Zeus Tapınağı mevcut. M.Ö. 6. yüzyılda yapımına başlanan tapınak uzun kesintilerle ancak M.S. 2. yüzyılda bitirilebilmiş. Bugün bu tapınaktan geriye ancak 15 devasa sütun kalmıştır.
Parthenon'un da bulunduğu tapınaklar tepesine varan patikayı tırmanışımızın ilk durağı Dionysos Tiyatrosu idi. Tiyatro Olimpos Tanrılarından biri olan Dionysos adına inşa ediliyor ve 18. yüzyıl’da gün yüzüne çıkartılıyor. Kat ettiğimiz patika yükseldikçe görüş alanımızda gittikçe genişleyen Atina’yı ara ara seyretmeyi ihmal etmiyoruz. Beyazın hakim olduğu bu şehir ayaklarımız tepeyi tırmandıkça peyderpey büyüyor. Birkaç dakika sonra yazın konser etkinliklerinin düzenlendiği Herodium’un önünden geçiyoruz. Akropolis’e çıkan antik yokuşa vardığımızda Helenistik kültürün imge dünyamızda sahip olduğu yapısallık çoktan görünür hale gelmişti. Adı Propylaea olan giriş kapısından geçerek Atina’nın başat sembolü Akropolis’e ulaşmış oluyorduk. Tekrar arkamı dönüp şehre baktığımda sağdan sola soldan sağa şehir bembeyaz rengiyle tamamen ayaklarımızın altındaydı. Akropolis'ten bakınca Atina bir Avrupa şehrinden çok bir Ortadoğu şehrini andırıyor. Akropolis platosuna vardığımızda solumuzda Kariadit figürlü Erekhtheion, sağımızda ise tüm devasalığı ve azameti ile Parthenon bizi karşılıyorlardı.
Bilgelik ve adalet Tanrıçası Athena’ya ithaf edilen Parthenon 2500 yıllık tarihi süreç içerisinde nice savaşlara, dönemin egemen din ve kültürlerinin nice temaslarına rağmen (Bölgede Hristiyalığın yayılışının ardından Parthenon kiliseye çevriliyor. 15. yüzyılda Osmanlı Türklerinin Atinayı fethi sonrası Parthenon bu defa camiye dönüştürülüyor) antik tüm hususiyetlerini koruyarak günümüze kadar geliyor. Ziyaretim sırasında Parthenon’da restorasyon çalışmalarının olması yapının albenisine nazar etse de gizemini tüm anlamıyla muhafaza ediyordu diyebilirim.
Parthenon’un karşısında giriş yolunun solunda Erekhtheion mevcut. Tapınağın en çok dikkat çeken elementleri Karyatid figürleridir. Sütun olarak kullanılan bu kadın figürleri, döneminde Athena adına dans eden bakireleri temsil ediyor.
Akropolis’in tepesinden bir süre daha Atina’yı seyrettikten sonra Akropolis Müzesi'ne doğru seğirtmeye başladık. Merdivenleri indikten sonra her biri 3-4 katlı olan ve Taksim’deki Levanten yapıları andıran evlerin bulunduğu caddeyi kat ettik. Yolun sağında kalan müze modern mimarisi ile bölgenin renginden sıyrılıyor. Materyal anlamında oldukça zengin olan müze kültür turizmi icracılarının oldukça keyifli zaman geçirebileceği bir yer. Müzede hoşuma giden başka bir şey daha vardı ki ; Parthenondan ya da diğer tapınaklardan sökülen kabartmaları gezerken bu antik çalışmaların bazı bölümlerinin renk olarak diğer parçalardan daha beyaz ve “fake” olduğuna dikkat ediyorsunuz. Nedeni ise tıpkı bizim gibi Yunanların da başı tarihi eser hırsızlığı ile belada. Orijinalleri İngiltere'de sergilenen bu eserleri geri alabilmek için uğraşıyorlar ama sonuç alamıyorlarmış. Bu yöntemle, bu çabalarını gelen ziyaretçilerin nazarında aktüel tutabilmek adına böyle bir halkla ilişkiler gayreti içindeler ki ben takdir ettim.
Atina’da zaman geçirilmesi gereken yerlere bir göz atacak olursak. İlk uğranması gereken yerlerden biri Plaka'dır. Restoranların, tavernaların ve kafelerin bulunduğu bu bölge fiziki anlamda ufak olmasına rağmen sevimli bir çehreye sahiptir. Atina’nın bir başka merkezi muhiti Monastraki'dir. Alışveriş yapılabilecek birçok hatırı sayılır global markayı barındıran Ermou caddesi yine Monastraki içerisindedir. Gezintiniz esnasında Monastraki Meydanı'nda ufak bir mola verin ve insan kitlelerinin meydanı hiçbir an boş bırakmayan sirkülâsyonunu takip edin. Benim gibi belki de sizin de hoşunuza gidecektir. Ermou Caddesi'nden meydana girdiğinizde solunuzda kalan tarihi yapı zihninizdeki kültürel kodları kaşıyarak sizi kendisine çekecektir. Bugün Halk Sanatları Müzesi olarak kullanılan bu yapı esasında Bir Osmanlı – Türk Camisi. Adı Tzisdarakis Camii olan bu eser 1759 yılında inşa edilmiş. Yine Monastraki civarında bir başka ata yadigarı Fethiye Camii’ni görebilirsiniz.
Atina deyince Akropolis’ten sonra hepimizin imgelem dünyasında var olan yansı Yunan Parlamentosu'nun önünde kendine münhasır bir ritüel eşliğinde yapılan, askerlerin geleneksel askeri kıyafetler içersinde gerçekleştirdikleri nöbet değişimleridir. Bu etkinliği görebilmek için meşhur Sintagma Meydanı'nın yolunu tutmanız gerekmektedir. Siyasal içerikli toplumsal olayların Atina’da cereyan ettiği alan burasıdır. Şehir trafiğinin de merkezi olan Sintagma’ya giden yol boyunca Ulusal Kütüphane gibi neo-klasik yapıları izleyebilir; caddelere hakim olan motosiklet popülasyonuna şaşırabilirsiniz. Meydanın hemen arkasında Yunan Parlamento binası bulunur. Onun yanı ve ardı sıra Atina şehir parkı uzanır. Parkın içinde bulunan ve kongre merkezi olarak kullanılan bir başka neo-klasik yapı Zapyon görülmeye değerdir. Parkın sonuna doğru yürüdüğünüzde ilk olimpiyat oyunlarının gerçekleştirildiği alan olan Panathinaiko’yu ziyaret etmiş olursunuz. Atina’da ziyaret etmenizi tavsiye edeceğim bir başka yer ise Thissio’dur. Akropolis eteklerinde bulunan bu bölgedeki mekânlarda kandiller eşliğinde bir şeyler içebilir. Gece karanlığında ışıl ışıl parlayan Akropolisi selamlayabilirsiniz.
Atina hakkındaki müspet ve menfi mülahazalarıma gelince; Atinalıların çok misafirperver ve dost canlısı olduğunu söylemeliyim. Bilhassa Türk iseniz diğer turistlerden çok daha şanslı olduğunuzu ifade edebilirim. Sadece Türk olduğum için bir taksi şoförü benden ücret talep etmedi. Velhasıl kelam Yunanistan’da Türk olmak çok havalı. Atina’da ya da Pire’de köpek gezdiren kişi yada kişilerin fazlalığı dikkatinizi çekecektir, tıpkı trafikteki motosiklet yoğunluğu gibi. Yine gördüğüm kadarıyla Atina’da fitness kültürü oldukça yerleşik zira erkeği kadını hemen hemen herkes çok fit gözüküyordu. Örneğin Girit’te böyle bir insan manzarası yoktu. Menfi gözlemlere gelirsek. Atina pahalı bir şehir. Fiyatlar Türkiye standartlarının aşağı yukarı iki katı. Yunanların en sevmediğim yönü ise aşırı gürültücü bir millet olmaları. İstanbul’da dahi bir mekana Yunanlar gelirse onların yüksek desibelli muhabbetlerinden masadaki arkadaşınızı dahi zor duyarsınız. Bir de müşterilerinin tümü Yunan olan bir mekanı hayal edin. Mübalağa ile karışık bir espri de olsa gerçekten gürültüden çok rahatsız olduğum anlar oldu. Atina’yı bilhassa ilk defa yurtdışına çıkacak arkadaşlara şiddetle tavsiye ederim. Hem yabancı bir ülkedesin hem de de değilsiniz... Her şey çok tanıdık çünkü. İstanbul’a uçakla 1 saat mesafede olan bu güzel şehri en kısa zamanda ziyaret etmeniz dileğiyle…