Temmuz ayında yaptığımız ve 7 gece 8 gün süren Yunanistan seyahatimize dair anılarımızı sizlerle paylaşacağım ve inanıyorum ki faydalı olacağım. Çünkü biz birçok sayfa ve site araştırmamıza rağmen istediğimiz bilgilere hiç ulaşamadık. Hatta gittiğimiz, gördüğümüz yerlere ait sosyal medyada da hiçbir bilgi bulamadık. Umuyorum beğenirsiniz ve bol bol paylaşırsınız.
Şubat ayında (yani 5 ay öncesinden) 2 kişilik Atina gidiş-dönüş biletlerimizi satın aldım. Burada söylemek istediğim, genelde Yunan adalarına talep çok oluyor. Mykonos, Thassos gibi adalardan bahsediyorum tabii. Atina'ya gidecekseniz bileti çok önceden almak için kendinizi zorlamanıza gerek yok.
Atina Havaalanı'na indik. Havaalanından önce mavi renkte olan metroya (M2) bindik. Monastiraki'de inip üst yola çıktık ve karşıdan yeşil trene bindik, Pire yönüne doğru. Bizim otelimiz Thissio'daydı, Jason Inn. 3 yıldızlı bir oteldi. Havaalanından otele varmamız 35 dakikayı buldu. Yurt dışındaki otellerden beklentiniz yüksek olmasın, ultra zengin değilseniz elbette :) Genelde eski ve bakımsız oluyor oteller. Ancak bu otel hem konum olarak çok iyi bir yerde hem de sakin bir hoteldi. Tavsiye edebilirim seve seve.
Gün gün anlatmak yerine size sadece muhakkak gitmeniz ve görmeniz gereken yerleri anlatmak istiyorum. Çok acıkmıştık, eşim ve ben yemek yemekten çok zevk alırız ve bizim için gideceğimiz mekan önemlidir. Daha önce eşimin planladığı birçok yerin otelimize yakın olduğunu fark edince sevinçten uçtuk ve ilk rotamız Ayhan Sicimoğlu'nun tavsiyesi olan Nikitas oldu.
Psiri bölgesinde yürüyerek gidebileceğiz, muhteşem bir restoran burası; salaş, bir o kadar lezzetli, kaliteli ve fiyatları uygun. 24 Euro'ya iki bira, bir pazı, bir dolma, bir musakka ve caciki (bu arada bol bol caciki göreceksiniz; kısacası cacık ama bizimkiler gibi sulu değil) söyledik... Böyle saydığımda az gibi geldi ama inanın porsiyonlar çok fazlaydı. Nikita'da muhakkak pazının ve musakkanın tadına bakmanız lazım, elbette bizimkilerden farklı :)
Daha sonra biraz dinlenelim dedik. Aynı çevrede Black Rosa adlı bir mekanda happy hours vardı. 18.00-21.30 arası biraz garip gelmiş olabilir ama bizde nasıl happy hours 13.00-15.00 arasıysa onlarda da hayat işte o kadar geç başlıyor. Keyiflerine düşkünler; ne diyelim, özendik. İki adet 50'lik, bir adet 33'lik bira, yanında muhteşem karışık bir çerez ve iki bardak buz gibi su ikramı ile. Genelde nereye gidersek gidelim önce masaya buz gibi su geliyor, ikram olarak tabii ki.
Sokakları geziyoruz. Sene 2017 ve Yunanistan'da kriz yaşanıyor. Bu sebeptendir diye düşünüyoruz ki sokaklar boş, terk edilmiş evler ve etraf graffitilerle kaplanmıştı. Bakalım akşamı nasıldır derken, elbette tıklım tıklımdı.
Ayhan Sicimoğlu'nun tavsiyelerine uymaya devam ediyoruz ve Karamanlidikas'a akşam yemeğine gidiyoruz.
Avrupa'nın farklı yerlerindeki bira kültürünü elbette burada göremedik; e tabii biraya ne gerek var uzo varken? Karamanlidikas'ta bir uzo söyledik, pastırmalı nohut, sucuklu yumurta, kavurma, unutulmaz fava ve mezeler söyledik. Tam giderken de bize yoğurt üzerine tatlandırılmış havuç rendeli bir tatlı ikram ettiler ve hesap 28 Euro geldi. Muhteşem bir lezzetti; o favayı, o yumuşacık etini, sucuğunu asla unutamayacağız. Bir de beklenilenden fazla ilgilerini ve güler yüzlerini... Nereye gidersek gidelim, hep güler yüzlü, iyi niyetli insanlarla karşılaştık; adeta herkes mutlu ve refah içinde yaşıyordu bize göre...
Şimdiye kadar ne kadar yemeklerden bahsetsem de gittiğimiz yerleri de not etmenizi ve muhakkak ziyaret etmenizi öneriyorum.
İlk gün saat 12'yi geçirmeden otelimize döndük; mekanlar ne kadar dolu ise sokaklarda bir o kadar sessizleşmişti. Döndüğümüz iyi oldu; Akropolis manzaralı terasta zaman geçirmek de keyifliydi.
Bir sonraki Monastiraki, Syntagma, Plaka, Psiri, Thissio gibi bölgeler turistlik yerleri gezdik. Her yeri yürüyerek gezdik ve bir günde bitirdik diyebiliriz. Genelde yerliler Psiri bölgesinde takılıyorlardı. Zaten Atina’nın kent merkezi 39 km²’lik alanı kaplıyor ve Akropolis bu bölgelerin tam ortasında yer alıyor. Atina'nın en büyük ziyaret edilme amacı ise kesinlikle Akropolis'i görmek olmalı, muhteşem bir mimari... En önemli bilgi! Buraya saat 12.00'den sonra giderseniz inanılmaz bilet kuyruğu oluyor. Minimum 3 saatte gezmenin yanında 2 saat bilet kuyruğunda beklememek için erkenden gitmenizi tavsiye ederim. Biz saat 11.00'de oradaydık, ona rağmen yaklaşık yarım saatimiz sırada geçti. İçeride su dahi hiçbir şey satılmıyor, muhakkak çantanıza içecek bir şeyler alınız ve keyfini çıkartınız (Bu arada içeride ücretsiz wc mevcut).
Akropolis'ten çıktıktan sonra Plaka bölgesini gezdik. Hediyelik eşya dükkanlarıyla dolu sokaklar vardı, daha çok turistlere yönelik çalışıyorlar. Dar sokakları, cumbalı evleri olan güzel bir semt. Adını hatırlayamadığım bir caddenin dar bir sokağında yukarı doğru sıralanan kafeler, tavernalar vardı. Bunların en tepesindeki tavernaya oturduk. Burada güzel bir kebap yedik. Gerçekten kebapları iyi yapıyorlar. Mythos, Alfa ve Fix gibi Yunanistan'a ait biralar satılıyor. Ucuz ve güzel biralar.
Sonrasında şehrin en ünlü caddesi olan Ermou'da turladık. Bizim eşimle en güzel yaptığımız şey bol bol yürümektir, bir şehir gerçekten en iyi yürüyerek keşfediliyor. Bol bol gezindik. Bir baktık bitirmişiz Atina'yı; akşam olmuş. Bu noktada yorgunluğumuzu atmak için oturduğumuz bir mekanı daha tavsiye etmek istiyorum: Beer Time
Tam köy meydanı gibi bir meydanda, ortada ve oldukça keyifli bir mekan burası. Tüm etrafa hakimsiniz ve yine Psiri bölgesinde bulunuyor. Biraz dinlenip etrafı izledik ve akşam yemeğini planlıyorduk ki iki gündür tabelası olmayan ama çok övülen bir mekan vardı: Avlu. Onun arayışına daldık. Ne kadar etrafa bakındıysak, navigasyonda aradıysak da bulamadık. Sonradan gözümüze çarptı ki defalarca önünden geçmişiz. Yer Psiri'de ama tarif edemiyorum. Mavi kapılı bir yer, avlu kısmı içeride. Dışarıdan bakınca normal bir mekan gibi gözüküyor. İnanılmaz uygun fiyatlar. En meşhur yiyeceği kızarmış peynir. Harika!
Ve Atina maceramız bitti asıl şimdi tatil başlıyor. İki gece Atina'da kaldıktan sonra şimdi Atina'ya yakın adaları gezmeye gidiyoruz. İlk istikamet Agistri.
"Biletinizi önceden alın; aksi halde yer bulamazsınız", "İnternetten alın" vs gibi cümleler okursunuz; ancak resmi bir tatil günü değilse ya da hafta içi ise hiç strese girmeyin muhakkak yer buluyorsunuz. Otelden çıkıp Thissio İstasyonu'na 7 dakikada yürüdük ve Pire Limanı'na doğru giden trene bindik. 25 dakikada Pire'ye vardık. Hiç merak etmeyin kimseye sormanıza gerek yok. İnsanları takip edin, herkes limana doğru yürüyor olacaktır. Biletinizi de direkt limandan alabilirsiniz. Adalara giden flying dolphin'ler, limanın en sonunda, sarı tenteli bölgede...
Ve yaşasın, 45 dakika süren yolculuk sonunda Agistri'deyiz. Ben tam otelin önünde ineceğimizi umuyordum ancak iki limanı mevcutmuş. Merak etmeyin, küçük bir ada, yolunuzu her türlü buluyorsunuz. Limanın diğer tarafında indik, dolmuşlar kalkıyordu ve herkes biniyordu; aslında yürünebilirdi ama çok sıcaktı, hem de çok! dolmuşa bindik ve 5 dakika sonra Skala'da indik. Kesinlikle otelinizi Skala bölgesinde seçiniz; asıl hayat orada :)
Yine otelimizi öncesinden, 2 gece olarak satın almıştım: Skala bölgesindeki Hotel Alexandra. Bu kelimeyi çok sevmesem de şiddetle tavsiye ediyorum. O kadar sevdik ki bir gece daha fazladan kaldık. Agistri ilk gün gördüğümüz kadarıyla küçücük bir ada ama mis gibi, tertemiz. Kaldığımız otelin önünde şezlongları vardı kendine ait ve arkada mini bir havuzu. Konumuyla, temizliğiyle ve personelin sevimliliğiyle ödediğimiz parayı hak ediyor :).
Kaldığımız günler boyunca kahvaltıyı bölgenin küçük pastanesinden aldığımız atıştırmalıklarla yaptık. Hem masrafsız oluyor hem keyifli. Agistri için sırasıyla tavsiyelerimden bahsedeceğim şimdi:
1) Muhakkak Yorgo's Taverna'ya (Yorgu'nun Tavernası) gidin. Skala sahilinin sağına doğru, yolun bitiminde hemen. Eski bir mekan, salaş ama sevimli mekan sahibi Yorgo Amca çocuklarıyla beraber işletiyor. Gidin, Yunanistan'da olmanın keyfini yaşayacaksınız.
2) Motor kiralayın. Ancak cuma, cumartesi, pazar günleri boş motor bulmak zor. Sabah en geç 08.00 gibi kiralamanız lazım; aksi halde onca kiralık motor varken açıkta kalabilirsiniz diyeceğim ancak biz yine de kalmadık saat 12.00'de şansımıza son bir motor vardı. 5 saatliğine kiraladık ve dünyaları gezdik.
3) Motor kiralayıp da muhakkak gitmeniz gereken yerler:
Dragonera Beach: Sakın şezlonglar, müzikler, köpük partileri beklemeyin. Burası çadırcıların yeri. Herkes kendi halinde bir kenarda takılıyor. Huzurlu ve güzel. Taşlık denizi var ama cam gibi, mis gibi ormanların arasında bir deniz.
Aponissos: İşte burası tam bir cennet, tam hayallerimdeki gibi! Küçük bir iskeleden bu adanın yavrusu olan başka bir adaya geçiyorsunuz, yürüyerek. Giriş ücretine bir içecek (alkollü ya da alkolsüz) dahil. Gördüğüm en muhteşem su! Gerçekten herkesin hayalinde canlandırdığı, fotoğraflarda gördüğü ve "Yok, Photoshop'tur bu" dediği gibi bir su... Berrak, mis gibi. Kesin görülmeli ve o cam gibi, buz gibi suda yüzülmeli.
Birkaç saat de burada geçirdikten sonra motorumuzla geri dönüş yoluna çıktık. En uzak, en uç noktası Aponissos'tu ve buradan Skala sahili maksimum 20 dakikalık mesafedeydi. Elbette birkaç saatte bir kalkan otobüslerle de buraya gelebilirsiniz, gelmelisiniz.
5) Adanın bir kısmını motorla gezdikten sonra bir sonraki gün de adanın diğer tarafına yürümeye koyulduk. Çünkü belli bir mesafeden sonra motorla gidemeyeceğiniz bir ormana dalıyorsunuz. Yolculuk sırası Halkiada'da. Ormanlık alandan da geçtikten sonra dik bir yamaç karşınıza çıkıyor. Aşağı inmesi oldukça zor gözüken Halkiada'da muhteşem bakir bir koy hemen gözünüze çarpıyor. Biz ne yazık ki inemedik; cesaret etmek istemedik, çok yorulmuştuk. Aşağı doğru baktığınızda yine çadırcıların burada kamp kurduklarını ve daha çok çıplakların buradan denize girdiğini görmeniz mümkün. Biraz macerayı sevenler için gerçekten birebir.
6) Sauvlaki yiyin. Yunanistan'ın her yerinde yiyebilirsiniz. Biz acıktıkca bol bol yedik Agistri'de. Daha doğrusu en ucuz yiyecek :) Bu sebeple bol bol yiyip doyun.
(Fiyat bilgilendirmesi çok yapmadım çünkü Türk Lirası'yla bile düşünüldüğünde yediklerimiz, içtiklerimiz uygun fiyatlarda.)
Agistri bu zamana kadar sevdiğim en güzel yer ve bir gün tekrar geleceğim diyerek gidiyorum ve Aegina Adası'na geçiyoruz. Atina'ya dönerken Aegina Adası'na zaten isteseniz de istemeseniz de uğruyorsunuz. Biz de hadi 2 gece de orada kalalım dedik. Aegina'da Aegina Hotel'de 2 gece 2 kişilik 92 Euro'ya (379 TL) konakladık.
Agistri nasıl küçük ve her yerden denize giriliyorsa Aegina da tam tersiydi. Biraz Ayvalık-Cunda'ya benzettik. Sokaklar taş evlerden oluşuyor ve her yerden paralel limana çıkılıyordu. Agistri'den biletimizi yine gideceğimiz gün almıştık ve hiç sıkıntı yaşamadan Aegina merkeze indik. Kaldığımız otel limana 6-7 dakikalık mesafedeydi yine nokta atışı, iyi bir yer ayarlamıştık öncesinden. Otelimize yerleştik ve hemen keşfe çıktık.
Bu fotoğrafımız Babis Taverna'da çekildi. Aegina'da iki gece kalmamıza rağmen bu mekanda bir gündüz, bir de akşam yemeğimizi yedik. Çünkü tam sahilde, ayaklarınız adeta denize değecek gibi; hem de mükemmel, güler yüzlü personele sahip. Fiyatları da oldukça makul. Az kızartılmış kalamarı muhteşem.
Bu arada bir bilgi paylaşmak istiyorum. Yunanistan'da balık ve deniz ürünlerini genelde az kızartıyorlar. Siz peşin peşin fazla kızarmış diye söylerseniz, bizim damak tadımıza daha uygun oluyor. Bir de 'Greek salatası' meşhur buraların. Roka, domates ve feta peynirinden ve bol zeytinyağından oluşuyor. Genelde temmuz ayında sardalya balığını öneriyorlar, onlarda da ismi aynı; sardaliya.
Genelleyerek söyleyecek olursam Türk olduğumuzu anladıklarında "teşekkür ederim", "görüşürüz", "afiyet olsun" gibi cümleleri biliyorlar ve söylemekten çok mutlu oluyorlar.
Agistri'de her yerden denize giriliyordu ancak Aegina öyle değil; bu durum bizi ilk gün için çok üzmüştü. Ertesi gün ne yapalım diye araştırdık; evet denize girilecek yerler elbette var ancak çok taşlık ve çok temiz sayılmaz ama tabii sıcak o kadar kavuruyor ki herhangi bir yerden denize dalabilirsiniz, eşimin yaptığı gibi.
Bu adada her yer fıstık agacı ile kaplı. Bu sebeple fıstığıyla meşhur ve hediyelik olarak herkes fıstık satın alıyor. Açıkçası neden fazla almadık diye çok üzülmüştük ancak tadına baktığımızda çok da mükemmel bulmadık, bizimkilere göre yağsız ve tuzsuzdu. Yine de alın ama...
Dolu dolu geçirebileceğimiz son günümüzdü. En güzeli yine motor kiralamak diye düşündük (Bu arada Türkiye'den gitmeden önce ehliyetlerimizi uluslararası ehliyete çevirdik, yani yeniledik. Bu sayede motor ehliyetiniz olmasa dahi 49 CC'ye kadar motor kiralayabiliyorsunuz).
İlk olarak Marathonas Beach'e doğru yol aldık. (Bu arada çevrim dışı kullanılabilen map.me isimli harita uygulamasını kullanıyoruz ama muhakkak önceden haritayı ve gideceğiniz bölgenin haritasını indirmeniz lazım.) Evet burası gerçekten "beach". Müzik var, şemsiyeler, şezlonglar var. Ohh dedik, çünkü hiç denize giremeyeceğiz sanmıştık. Birkaç saat zaman geçirdik. Sizden şezlong ve şemsiye için hiç bir şekilde ücret almıyorlar; sadece yediğinize içtiğinize para ödüyorsunuz, bilginize. Tertemiz bir denize girdik yine ve sonra yola devam ettik. Uzunca adanın etrafında motorla dolandık; neredeyse her yerden denize girilebilir durumdaymış ancak taşlık... Sonunda öyle güzel bir yer bulduk ki, sanıyoruz ilk biz keşfettik, pardon eşim :) 20 yıl sonrasını düşledik, "bizim geldiğimiz zamanlar buraları insanlar bilmezdi" diyecekmişiz gibi hissediyorduk.
Ve son... Inn On The Beach, Türkiye'deki birçok kalburüstü mekandan bile daha kaliteli ama hiç öyle havalı değil. Herkes girebiliyor, herkes istediğini içebiliyor ve muhteşem kokteylleri var. Yunanistan'da gittiğimiz en pahalı mekan burasıydı ama kesinlikle değer, hele ananaslı olanlar...
7 gece bitti. Sekizinci gündeyiz, dönüş günü. Uçağımız Atina'dan saat 12.30'da idi. Biz de saat 7.30 vapuruyla Pire'ye dönüş yaptık. Oradan trene bindik, Monastraki'de inip tekrar aktarma yaptık ve havaalanındayız... Hiçbir aksaklık ve sıkıntı yaşamadan muhteşem bir tatil geçirdik. Umarım paylaşımım sizler için hem eğlenceli hem faydalı olur.