Bursa’nın Orhangazi ilçesinden her geçişimde, beni çağıran İznik(Nicea) tabelasına bu kez karşı koyamadım. Eylül ayının son günlerini yaşadığımız, sıcak bir Pazar günü, görmek ve keşfetmek için, arabanın yönünü çevirdim İznik’e, 40 Km.lik yol boyunca sağlı sollu zeytinlikler ve meyve bahçeleri yoldaşlık etti bana, İznik Surları’nın İstanbul Kapısına kadar. Şehrin dört ana kapısından, ayakta kalmış olan iki tanesinden biri olan İstanbul Kapı, İznik’te başlayacak olan tarih yolculuğumuzun fragmanı gibi, göreceğimiz güzellikleri müjdeliyordu bize.
4500 yıllık uygarlık tarihi ile Roma, Selçuklu, Bizans ve Osmanlı Devletleri’ne başkentlik etmiş bu şehir, tarihte çok önemli olaylara sahne olmuş. İlk durağımız, bu olayların başrolündeki Ayasofya Kilisesi. İznik’in tam ortasında bulunan, dört ana kapıdan gelen yolların kesiştiği yerde inşa edilmiş bu kilisede 787 yılında, İkinci İznik Konsili olan 7. ve son ekümenlik Konsili yapılmış. İkonoklazm dönemi kapanmış, resim ve heykel üzerindeki yasaklar kaldırılmış. 1331 yılında Orhan Gazi’nin kenti fetih etmesiyle kilise camiye çevrilmiş ve minaresi eklenmiş. 1. Konsilin de yine İznik’te 325 yılında göl kenarında kalıntıları bulunan, Senato Sarayında yapılmış ve İsa’nın Tanrı’nın Oğlu’dur kanaatine varılmış.
Ayasofya’yı gezip fotoğrafladıktan sonra, Ayasofya’nın çıkışından, sağdaki Kılıçaslan caddesini takip ederek 300 mt. İleride, Eşrefoğlu Sokak’ta bulunan Osmanlı’nın İznik’te ilk inşa ettiği Özbek Camisine geliyoruz. Caminin yan cephesinde tek sıra halinde sıralanmış masalarda oturan yaşlıları selamlayarak, Minaresi olmayan kare şeklindeki bu caminin birkaç kare fotoğrafını aldıktan sonra, hemen yakınındaki Ali Çandar Sokağın başında bulunan Eşrefzade (Eşref Rumi) Cami ve Türbesine geliyoruz.
Asıl adı Abdullah olan, Hacı Bayram Veli’nin dergâhında yetişmiş, önce müridi sonra damadı olmuş, Türk Tasavvuf Halk Edebiyatı’nın önemli isimlerinden Eşrefi Rumi’nin Türbesinin bulunduğu bu cami, Mükrime Hatun tarafından 16. YY’da yaptırılmış. Daha sonra 4. Murat tarafından çini kaplatılmış. Günümüze kadar orijinalliğini koruyamamış. 1950 yılında yeniden inşa edilmiş.
Mahalle içerisindeki sokak boyu ilerledikten sonra, Şeyh Kudbettin Cami, Yeşil Cami ve Nilüfer Hatun imaretinin bulunduğu alana geliyoruz. Adını, içinde yatmakta olan Müderris Şeyh Kudbettin’den alan caminin 15. YY.’ da Çandarlı İbrahim Bey tarafından yaptırıldığı tahmin ediliyormuş, Yunan işgalinde tamamen yıkılıp, günümüze kadar orijinalliğini koruyamayan sonradan restore edilmiş caminin fotoğraflarını çekerek. Bugün İznik Müzesi olarak kullanılan Nilüfer Hatun İmaretine gidiyoruz.
1388 yılında I. Murat tarafından, annesi Nilüfer Hatun anısına yaptırılmış. Nilüfer Hatun İmaret’ine kişi başı 3 TL ödeyerek giriyoruz. Görevli 15 Dk. Sonra kapanacağını söyleyerek önce içeri gezmemizi söylüyor. Bizden başka müzede 3 kişi daha var. Müzede sergilenen, İznik ve çevresinde çıkarılan arkeolojik eserler ile çini fırınları kazılarında bulunan eserleri görüyor ve bahçesindeki eserleri görmek için dışarı çıkıyoruz. Bahçede hayvanlar âleminden birçok canlı var, tavşan, kedi, köpek ve yavruları hepsinin başını okşamadan geçemiyoruz, ilgi onlar içinde ihtiyaç. Bahçedeki Lahitleri ve mezar taşlarını da gördükten sonra, müze gezimizi tamamlayıp, bizi oldukça etkileyen, müzenin karşısındaki Yeşil Cami’ye gidiyoruz.
İznik’in sembolü olan bu cami, yeşil çinilerle bezenmiş minaresinden alıyormuş adını. Camiye yaklaştıkça, güzelliğinin büyüsüne iyice kapılıyor, gözlerimizi minareden alamıyoruz. Erken Osmanlı Eserlerinin en önemlilerinden olan caminin yapımı, 1378 yılında, Çandarlı Halil Hayreddin Paşa tarafından başlatılmış. Mimar Hacı Musa tarafından inşa edilen bu cami, Halil Hayreddin Paşa’nın ölümünden sonra, oğlu Ali Paşa tarafından 1392 yılında tamamlanmış.
Çandarlı Halil Hayreddin Paşa veya Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa, I. Murat’ın tahta gelmesi ile Osmanlı’da ilk kez oluşturulmuş Kazaskerlik mertebesine gelmiş ve aynı zamanda devşirme sisteminin de kurucusu olmuş. 1364 – 1387 yılları arasında 23 yıl Osmanlı’nın en uzun görev yapan Sadrazamı olmuş. Ölümünden sonra yerine oğlu Ali Paşa gelmiş. Ali Paşa’dan sonra kardeşi İbrahim Paşa ve devamında oğlu Çandarlı 2. Halil Osmanlı’da sadrazamlığa gelmiş. Çandarlı 2. Halil Fatih Sultan Mehmet Han tarafından idam ettirilerek, ilk idam edilen sadrazam olmuş. İznik’in ileri gelen ailelerinden olan ve Osmanlı’ya büyük emek ve katkıları olan bu ailenin mezarları da bugün İznik şehir mezarlığında.
Yeşil Caminin hemen bitişiğindeki çay bahçesinde dinlenme molası veriyoruz, 2 az şekerli kahve, 1 su ve 1 çay söylüyoruz. Yeşil Caminin müthiş görselliğine bakarak yorgunluğumuzu atıyoruz, görecek birkaç yer ve gidecek daha yolumuz olduğundan hemen kalkıyoruz. Bütün içtiklerimiz için ödediğimiz 3 TL bizi şaşırtıyor. Çay bahçesinin bitişiğindeki, adını I. Kılıçaslan’dan alan Kılıçarslan Caddesinden yola devam ediyor, caddenin sonundaki, İznik’in Doğu kapısı olan Lefke Kapısına doğru yürüyoruz. Yaklaştıkça, Roma eseri kapı ve surlar ihtişamını belli ediyor. Kapının hemen arkasında mezarlık var, Çandarlı Ailesi’nin de mezarları burada. Kapının 1-2 kare fotoğrafını aldıktan sonra, caddeden geriye doğru yürüyoruz. Cadde üzerinde sağlı sollu eski yapılar ve çini satan dükkanlar var. Tüm yapıların kapı numaralarının çini ile yapılmış olduğunu fark ediyoruz.
Cadde üzerinde ki Kaymakamlığın hemen yanından girip arkasına kadar uzanan, tek katlı, ahşaptan yapılma sıra dükkânlardan oluşan, 15- 20 dükkânın oluşturduğu Çiniciler çarşısına geliyoruz, birbirinden güzel, rengârenk el emeği takılar, tabaklar, vazolar, magnetler süslüyor çarşıyı. Bir iki hatıra hediyelik alıp, çok vakit kaybetmeden çıkıyoruz çarşıdan.
Bilinen en eski Osmanlı Medresesi olan, Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Şah tarafından 1332 yılında yaptırılmış Süleyman Paşa Medresesine gidiyoruz. Avlulu medreselerin ilk örneği olan medreseden içeri giriyoruz. U şeklinde olan medresenin içerisinde bulunan hücrelerde çini satan dükkânları gezerek fotoğrafladıktan sonra, medresenin hemen arkasındaki, Salim Demircan Sokağa diğer adıyla Çini atölyelerinin bulunduğu İznik Çiniciler sokağına girip, sokak boyu sağlı sollu atölyelerin vitrinlerinde sergiledikleri çalışmalara bakarak, İznik’ten ayrılmak üzere aracımıza gidiyoruz. Atatürk Caddesi üzerindeki I. Murat Hamamına dışarıdan bakıp fotoğraflayarak, Gölkapı tabelası istikametinde ilerleyip, Göl Sahil Boyu Caddesi’ne çıkarak, gölü sağımıza alıp cadde boyu göl manzarasını izleyerek, Yenişehir üzerinden, İnegöl’de randevulaştığımız Ankara Yolu üzerindeki Köfteci Eşref’te İnegöl Köftesi yemek için yola devam ediyoruz. Köfteci Yusuf’u da bir dahaki ziyarete bırakıyoruz.
Zamanımın kısıtlı olması nedeni ile hızlıca gezmek zorunda kaldığım ve göremediğim yerler için tekrar geleceğime söz veriyorum İznik’e ve kendime. Hüzünlü bir ayrılış oluyor benim adıma, Yurdumda ki birçok yer gibi, medeniyetin bu topraklarda var olduğu, insanlık tarihinin bu coğrafyada yazıldığı ve şekillendiği diğer mekânlar, şehirler gibi bakımsız, ilgisizdi İznik. Hak ettiği değeri görmüyordu. Hele ki büyük medeniyetlerin göz bebeği olmuş ve çok önemli olaylara sahne olmuş bir yer olarak, kendisi için daha da ağırdı belki bu durum.