Dillere destan Maya tarihi ve ören yerlerini göreceğimiz, İstanbul’un kış şartlarından bir süreliğine de olsa uzaklaşıp deniz, güneş ve Meksika yemeklerinin tadını çıkaracağımız ve çok güzel bir seyahat olacağına inandığım Meksika gezimize THY ile Washington üzerinden giderek daha önce görmediğim bu şehri de gezme ve tanıma olanağı buluyorum. DC de yaşayan sevgili dostlarımla birlikte 3 gün bu güzel şehri geziyoruz. Beyaz saraya yaklaşmak artık pek mümkün değil, uzaktan fotoğraf çekmekle yetiniyoruz. Marinadaki müthiş balık pazarındaki tezgahlarda çeşit bol, yok yok, deniz mahsulleri oldukça iştah açıcı görününce, hemen yakınındaki bir restoranda büyük bir keyifle ve iştahla, tüm deniz ürünlerinin tadına bakmadan geçemiyoruz.
MEKSİKAEn eski tarihe sahip bir kuzey Amerika ülkesi olan Meksika Latin Amerika'nın da en kalabalık ülkelerinden. Aynı zamanda dünya üzerinde anadili olarak İspanyolca konuşan insan sayısının en yüksek olduğu ülke. Nüfusunun %90’a yakını katolik ve oldukça dindar. Bunu gezimiz sırasında kilise ve katedralleri gezerken rastladığımız ayin ve törenlerde de gözlemledik.
1515’te buraya gelen İspanyoların 1519’da işgale başlamasından önce Meksika’nın önemli uygarlıkları Orta Meksika’da Olmekler, daha sonra gelişen Aztekler, özellikle Yucatan Yarımadasında ise Mayalar yaşamış.
1519 yılında, Meksika'nın yerli uygarlıkların İspanya tarafından işgal edilmesinden 2 sene sonra 1521'de Cortes Aztek başkenti olan Tenochtitlan şehrini fetheder ancak şehri ele geçirmesinden sonra işgalin tamamlanması iki yüz sene sürmüş. Bu süre zarfında yerli halk tarafından İspanya'ya karşı isyanlar, saldırılar ve savaşlar devam etmiş.
Meksika da gezdiğimiz tarihi yerler, Unesco’nun Dünya Mirası listesine giren yerler, Aztekler, Mayalar hakkında sayfalarca yazabilirdim, ancak artık her şey bir tıkla internette bulunabileceğinden, bu yöreye seyahat etmek isteyenler için kısa kısa bilgiler vererek, keyifli bir yazı olsun istedim.
MEKSİKA’DA İLK DURAĞIMIZ, MEXICO CITY
Şehir 1300’lü yıllarda Aztekler tarafından birbiriyle bağlantılı 5 gölden biri ve en büyüğü olan Texaco Gölü üzerine kurulmuş (Tenochtitlan) ve 15. yüzyıla kadar Meksika İmparatorluğunun başkentliğini yapmış. Şehirdeki binalarda kayma ve çökmenin gözle bile görülüyor olmasının nedeni de bu. Ülkenin en büyük şehri olan Mexico City, Aztek uygarlığı ve eski dönemlerin olduğu kadar günümüzün de modern sanat ve mimarinin merkezi, politika, kültür, eğitim ve finans bakımından da oldukça önemli bir şehir.
Meksika’daki ilk günün keyifi ile güzel bir kahvaltıdan yaptıktan sonra, Unesco Dünya Mirası listesinde olan ve Aztek uygarlığının başkenti Tenochtitlan’ın kalıntıları üzerine kurulmuş Centro Historica -Tarihi Merkez- yada Zócalo Meydanı ve aynı zamanda kent meydanına gidiyoruz. İspanyol koloni döneminden kalma birçok tarihi eserin bulunduğu meydanda Amerika kıtasının en büyük Katedrali ve Aztek döneminin en önemli eserlerinden biri Metropolitan Cathedrali.
Mayor Tapınağı Müzesi ve ünlü ressam Diego Rivera’nın Meksika tarihini anlatan duvar resimleriyle ünlü Başkanlık Sarayı mutlaka görülmesi gereken yerler.
Zocalo yakınındaki Azteklerin Pazar yeri, heykelleri, çeşmeleri ile ünlü ve birkaç da müzenin bulunduğu Alameda parkından sonra eşitli heykellerle süslenmiş ve neredeyse şehri boydan boya geçen Paseo de la Reforma Bulvarını takip ederek, şehrin oksijeni, yemyeşil, hayvanat bahçesi ve müzeleri barındıran Chapultepec Parkına gidiyoruz.
Dünyaca ünlü Antropoloji Müzesi de bu parkın içinde. Ortada büyük bir havuz, havuzun ortasında çeşitli figürlerle süslenmiş bir kolon ve bu ayağın desteklediği büyük, kare şeklindeki beton bir şemsiye altında büyük bir avluyu çevreleyen sergi salonları oldukça etkilendiğim bir mimari ve meydan dizaynı oldu.
Antropoloji Müzesi oldukça büyük, çok güzel düzenlenmiş. Aztek takvimi dev Güneş Taşı (Stone of the Sun), Maya medeniyetinden kalma çok değerli eserler, Olmec’lerden kalma dev taş heykeller, başlar yanı sıra Tenochtitlán şehrinin dev bir maketi bulunmakta.
Burası sadece turistlerin değil yerli halkın da ilgiyle ve merakla gezdiği bir müze.
XOCHIMILCO KANAL TURU
Etkileyici müze gezimizden sonra şehrin güneyine doğru, bir UNESCO Kültür Mirası olan ve kanalları, yapay adacıklarıyla ünlü Xochimilco‘ya gidiyoruz. Öğle yemeğinde nehir kenarındaki mahalli bir restoranda Meksika yemeklerini tadıyor ve rehberimizin bayanlara armağanı çiçekler ellerimizde, çiçeklerle süslü “Trajinera” adı verilen teknelerden birine biniyoruz.
Burası “Meksica’nın Venediği” de denen, Mexico City’de nadir, yaşayan bir Maya bölgesi, dolayısıyla çok turistik bir yer.
Kanal üzerinde, ahuejote ağaçlarının gölgesinde ilermeye çalışıyoruz ancak ne mümkün, burası adeta bir çarpışan oto alanı…
Bu keyifli bot turunda etrafınızda çeşitli hediyelik eşyalar, bira, meşrubat, yiyecek satan botlar dolaşıyor, bu keyfe bir de müzik olsa derseniz, Mariachi Orkestra botları da hemen yakınınızda, isterseniz Trajinera’larını sizin bota bağlıyorlar, isterseniz sizin botunuza gelerek, dilediğiniz şarkılarıyla keyfinize keyif katıyorlar. Gündüz turistleri ağırlayan teknelerde, geceleri de çeşitli parti ve kutlamalar yapılıyormuş.
Bu şehir de dikkatimizi çeken bir ayrıntı da renkler ve resimler. Binaların dış cepheleri renklerin en canlı, en parlak tonları ile boyanmış. Bu renk cümbüşü, binaların cephelerindeki ve şehirdeki neredeyse her duvarın resimlerle süslenmiş hali fotoğraflarımızı süslüyor.
Otelimize dönmeden şehrin en güzel binalarından biri olan Palace of Fine Arts – Opera Binasına gidiyoruz.
Hem dış cephe, hem iç mekan muhteşem. Yerel bir folklorik bale izlemek pek keyifli olurdu ancak o akşamlarda bir gösteri olmamasına üzülerek otelimize dönüyor, ilk günümüzü böylece dopdolu tamamlamanın keyfiyle M.City’nin en popüler restoranlarından birinde süper yemekler yiyoruz.