Bizi nasıl bir gece bekliyor, hiçbir fikrim yok...
Dünyanın en güzel vadilerinden birindeyiz…Yosemite Parkı'ndayız...
Yosemite Parkı; çam ağaçlarıyla bezenmiş ve içinde gölü, şelalesi, dağı, tepesi, doğal erozyonlar sonucu oluşmuş enteresan kayalıkları, ayıları olan muazzam bir doğa harikası…
Biz bu gece bu doğa harikasının içinde, ayılarla çevrili bir vadide uyuyacağız.
Ayılar sırf vahşi oldukları için onları öldürmeyeceğiz.
Parkın karakteristik özelliği; ayılarla kaplı ve çevrili olması...
Üstelik Amerikalıların bu alanı tüm vahşiliğiyle korumaya çalışmak gibi bir kaygıları var.
Ayılar, Yosemite Parkı'nı ziyarete gelen ziyaretçiler kadar önemli onlar için…
Diyorlar ki ayılar bildiğiniz gibi vahşi hayvanlar ama kötü niyetli değiller; vahşilik onların doğası ve biz onları sırf vahşi oldukları için, insanlar rahat etsin diye öldürmeyeceğiz. Çünkü herkes sorumluluğunu bilip önlemini alırsa ve ayıları tahrik etmezse kimse zarar görmez...
Gece olduktan sonra bekçiler köyde sürekli geziyor, herhangi bir çadır veya araba bir ayının saldırısına uğrarsa müdahale ediyorlar. Genellikle onları sadece kovalıyorlar ama öldürmek zorunda kaldıkları durumlar da oluyor. Yosemite'e gelir gelmez herkese minik bir film izletiyorlar. Mesajı da veriyorlar:
“İnsanın ihmalkârlığı ve dikkatsizliği yüzünden dün bir ayıyı öldürmek zorunda kaldık ve bu sizin suçunuz.”
Eyvah, parfümüm çantama dökülmüş ve kokusu 2 km'den duyuluyor!
Ayılara dair çok katı kurallar var.
Mesela hiçbir yiyecek, içecek, koku yayacak krem, parfüm, ıvır zıvır olmayacak yanımızda ve uyuduğumuz yerde… Bu tür eşyaların her biri çantalara konup, her çadırdan evin önünde bulunan demirden yapılmış büyük sandıklara yerleştirilecek.
Yoksa ayılar kokuyu alıp arabalara saldırıyor, camını kırıyor, ciddi zararlar veriyormuş.
Kalacağımız yer de öyle… Yanımızda herhangi bir koku yayan bir obje olursa, ayılar uyuduğumuz çadıra saldırabilirmiş. Su bile yasak...
Kalacağımız çadır tarzı yerde, elektrik de olmayacak. El feneri bulundurması gerekiyor her kişinin, o da sahiden çok az süreyle kullanmak koşuluyla...
Tuvalet zaten dışarıda ama gecenin o vakti bir ayıyla karşılaşma ihtimali varken git gidebilirsen...
Geceyi geçireceğimiz çadır eve varmadan evvel, eşyalarımızı almak üzere arabaya gidiyoruz.
Eyvahhhh o da ne??? Parfümüm çantamın içine tamamen dökülmüş ve kokusu daha biz arabaya yaklaşırken bile duyuluyor.
Mahvolduk!!! Ayıların bu kokuyu almaması mümkün değil, hem sadece çanta değil arabanın bagajı komple parfüm kokuyor. Eyvah !!!
Kendi kendimize diyoruz ki: Sabahleyin büyük bir sürprizle karşılaşmaya hazır olalım. Zira bu gece ayılar bir arabaya saldıracaksa bu kesinlikle bizim araba olacak... Kaçarı yok!!!
Yapacak bir şey yok. Sabaha göreceğiz...
Bütün eşyalarımızı, demirden sandığa koymak üzere arabadan alıyoruz ama bagaja sinmiş parfüm kokusuna yapılacak bir şey yok...
YOSEMITE CURRY VILLAGE
Sonunda geceyi geçireceğimiz kampın bulunduğu vadiye iniyoruz.
Aaaa hiç düşündüğüm gibi değil, burası çok cici bir köy; Curry Village…
Kalacağımız yer, evet çadır bezinden ama minik bir ev şeklinde… Dağ evi gibi çok şirin…
3 basamak çıkıyorsun, eve giriveriyorsun… İçinde 2 yatak, çarşaf ve yorgan var hepsi o…
Tabii ki bir konfor beklemiyoruz. Önemli olan parkın içinde doğada uyumak…
Bir de her evin önünde büyük demirden ve kilitli bir sandık bulunuyor. Yiyecek, içecek, koku yayması muhtemel ne varsa her şeyin oraya konulması gerekiyor.
Curry Village'a bayıldım.
Kayak yapmaya gittiğimiz dağ kasabalarına benziyor.
Ortam, aynı ortam...
Kafeler var, küçük küçük alışveriş yerleri var. Bütün kasaba için büyük bir açık büfe servis kurulmuş devasa bir yemekhanede… Çok şahane değil ama bu kadar kuş uçmaz kervan geçmez bir vadinin dibinde, medeniyetten uzak o koşullarda sıcak bir tabak yemek yiyebilmek şahane bir duygu...
Yemekten sonra herkesin uğrak yeri olan lounge tarzı bir yer var.
Kocaman bir dağ evi salonu...
Kenarda yanan bir şömine, herkesin rastgele yayıldığı kocaman rahat koltuklar...
Herkesin sessiz, sakin, huzurlu, dinlendirici vakit geçirmek için geldiği bir yer…
Ortam o kadar hoş ki ODTÜ yıllarımda dağcılık topluluğuyla katıldığım aktiviteleri anımsatıyor bana.
Akşam oldu mu herkesin takıldığı büyük bir salon, sıcak ve sessiz bir ortam...
Doğanın o erdemli, huzur veren sessizliğine ayak uyduruyor insan. Kapılıp gidiyor...
İnsan doğada mutlu, huzurlu...
Şehir hayatı gereksiz şekilde fazla teferruatlı...
Soğuktan büzülerek, bekçinin ayak seslerini duyarak, acaba dışarıda neler oluyor diye düşünerek konforsuz ama keyifle uyuduğumuz bir gecenin ardından uyanıyoruz.
İlk işimiz arabayı kontrol etmek… Talan edilmiş bir halde bulmaktan korkuyoruz.
Ama yok bir şey… Yoksa ayıların burnu öyle iddia edildiği kadar keskin mi değil?Hadi yine iyiyiz, dört ayağımızın üstüne düşmüşüz yine...
Günün ilk ışıklarıyla beraber güzel bir kahvaltı ve Yosemite Parkı'nda uzun bir hiking bizi bekliyor…
*** Special Dedicace: Steve Jobs, San Franciscolu olup Yosemite'nin baş müdavimlerindenmiş… Hatta evlenirken düğününü bile Yosemite'de yapmış. Huzur içinde uyu Jobs…***