Tokyo'dayız... Havaalanı'na indiği anda hissediyor insan tamamen başka bir kültürde olduğunu. Adamlar sahiden makina gibi çalışıyor, hiç vakit kaybetmeden...
Tam hizmet insanı...Muazzam bir nizam.
Her detay inanılmaz muntazam.
Kimse oyalanıyor, kimseyi oyalamıyor.
Her şey tıkır tıkır yürüyor. Akıyor...
En ince detay dahi düşünülmüş herhangi bir aksaklık olmasın diye.
Zaten olmuyor. Her süreç o kadar etkili ki hiçbir sorun onun üzerine çıkamıyor.
Havaalanına varır varmaz başlıyor kültür şokum. Evet, o belini büküp eğilerek selamlama meselesi hakikatten var. Eski bir gelenek değil, gösteriş değil, turistik bir animasyon değil.
O eğilerek selamlama ciddi ciddi var. İnsan böyle ne yapacağını şaşırıyor. Kendini önce matah bir şey sanıyor. Bir havaya giriyor. Yahu bunlar niye benim önümde eğiliyor; ben de eğilmeli miyim, ne yapmalıyım, bu davranışa nasıl cevap vermeliyim tarzı bir kültür şoku içerisindeki kaybolmuşlukla bir süre afallıyor. Sonra geçiyor. Onlar da bizim bu tarz toplumsal kodlara sahip olmadığımızı biliyor.
Hem bir yerde okudum, bu kültürden olmayıp ki bu, malum, gözlerimizle saklayabileceğimiz bir şey pek değil, onlara onlar gibi selam verilmesini de pek haz etmiyorlarmış. Bunu bir dalga geçme ya da oyun gibi gördüğümüzü düşünüyorlarmış.
Japonyabenden vize istemiyor. Sadece uygun bir vücut ısısı istiyor.
İnsanların sağlığını biraz olsun etkileyebilecek, dolayısıyla üretimi düşürebilecek hiçbir virüsün yayılmasına izin yok.
Daha önce hiç görmediğim bir sağlık kontrolünden geçiyoruz. Havaalanına girer girmez bir alan var, oraya mutlaka herkes giriyor. Burada bir alet var, vücut ısısını ölçüyor herkesin.
Vücut ısısı 37'nin üstünde olanlar karantinaya alınıyor.
Artık durumunun ehemmiyetine göre ülkeye alınıyor veya alınmıyor. Aynen geldikleri ülkeye geri gönderiliyor.
Bayağı karantina diyorlar yahu... Kendimi zombi filmlerindeki ısırılmış tipler gibi hissediyorum. İyi ki vücut ısım ülkeye alınmama müsaade ediyor da çıkıyorum bu ruh halinden.
Ne ilginç. Japonya benden vize istemiyor. Sadece uygun bir vücut ısısı istiyor.
Hastalandığında çevrendekileri kendinden korumakla yükümlüsün.
Dikkatimi çeken bir unsur da sivil insanların ağız bölgelerine taktıkları maskeler. Hani şu doktorların, hemşirelerin hastanelerde solunum bölgelerini dışarıya kapatan, kafanın arkasından geçirilen beyaz maskelerden.
Grip, nezle olan sivil insanlar normal hayatta bunlardan takıyor. Bir nevi sosyal mecburiyet. Hastalandığı anda herkes kendisini bu maskeyi takmakla sorumlu hissediyor. Çünkü öksürmek, hapşırmak durumunda isen çevrendekileri kendinden koruyacaksın. Koruyacaksın ki kimse işinden gücünden olup üretime katkıda bulunmaktan geri kalmasın.
Her şey, insan is gücünden maksimum verim almak üzere düşünülmüş bu ülkede. İnsanın kendi sağlığı bile kamunun malı.
Bu o kadar kanıksanmış bir durum ki havaalanında çalışan her 5 insandan neredeyse 2'sinin yüzünde maske var ve bu şekilde iletişim kurmak gayet normal bir durum onlar için. Sonradan göreceğim üzere, sadece havaalanında değil, yollarda yürüyen insanlarda, metrolarda her yerde bu maskeli insanları görmek mümkün. Nasıl yüksek bir mantalitedir bu, diğer insanları kendisinden korumak, nasıl üst düzey bir bilinçlenmişlik durumudur... Müthiş!
Bütün alıcılarımı açtım. Kayıttayım.
Havaalanından kalkan, otelimizin bulunduğu merkez SHINJUKU'ya giden bir otobüse biniyoruz. 17.30 saati, tam ama tam vaktinde kalkıyor. Sanki bütün şehrin akışı bu otobüsün yola çıkış saatine bağlı. Sanki 17.31'de kalkarsa verilen bütün sözler yerle bir olacak, bütün hayat aksayacak...
Tokyo'ya varalı 1 saat oluyor. Buraya kadar gördüklerim göreceklerimin habercisi... Bütün alıcılarımı açtım.
Hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemiyorum. Zira...Kültür farkı diye ben buna derim!