Tokyo ile İlgili Bilmeniz Gerekenler

Tokyo HakkındaTokyo’da ulaşım için tren ve metro hattını kullandık. Taksi de diğer bir seçenek ancak pahalı olduğu için uzak mesafelerde tercih etmedik. Şehir merkezinde gezmek için JR ve Yamanote Line’ı kullanıyorsunuz. İstasyonlardaki haritalar biraz karışık olsa da birkaç sefer bindikten sonra alışıyorsunuz. Tokyo’da gittiğiniz mesafeye göre ücret ödeniyor. Herhangi bir şekilde yanlış ücret ödediyseniz Fare Adjustment Machine’lerden farkını alabiliyor ya da ödeyebiliyorsunuz.

Aşağıdaki şekilde de görüldüğü üzere metro bir halka şeklinde Tokyo’da ulaşımı sağlıyor. Halkayı dolaşmanız yaklaşık 1 saatinizi alıyor, ancak merkezde nereye gitmek isterseniz sizi götürebilecek durumda. Ancak eğer şehir dışına gitmeyecekseniz başlarda Tokyo istasyonundan uzak durun derim, gerçekten çok büyük ve çok karışık.

 

Dövizinizi havaalanında bozdurmanız sizin için iyi daha iyi olur diye düşünüyorum, çünkü anladığım ya da anlaşabildiğimiz kadarıyla bizdeki gibi döviz büroları yok şehir merkezinde. O yüzden tüm yaşadıklarınıza ilave olarak bir de banka tecrübesi yaşayabilirsiniz. Bizdeki gibi çok kalabalık olmasa da yine de biraz yavaş yürüyor işlemler.
 
Japonya’daki en büyük problemlerden biri dil yabancı dil. Çoğu japon ya ingilizce bilmiyor ya da bilse de konuşmuyor. Ancak bu dışarıdayken, bir yeri arıyorken ya da kaybolmuşken çok fazla bir dezavantaj teşkil etmiyor, çünkü japonlar gerçekten çok yardımseverler. Eğer yardıma ihtiyacınız varsa dil bilmeseler bile bütün işlerini güçlerini bırakıp size yardımcı olmaya çalışıyorlar. Hatta sizinle birlikte gideceğiniz yere kadar size eşlik edip götürüyorlar.

Burada başımızdan geçen bir olayı anlattığımda Türkler gibi misafirperverliği ile övünen bir millet olarak aramızdaki farkı daha iyi anlayabiliriz diye de düşünüyorum. ‘Bir akşam metro ile otelimize dönerken yanlış istasyonda inmişiz, bir an ne tarafa gideceğimizi kestiremediğimizden olduğumuz yerde kalakaldık. Saat 22 civarında olduğu için etrafta pek kimse de yoktu. O sırada muhtemelen bir eğlenceye ya da bara gittiğini tahmin ettiğim 4-5 kişilik yüksek topuklu, mini etekli bir kız grubu yanımızdan geçerken yardımcı olmalarını istedik. Bir tanesi bize yardımcı olmaya çalışırken diğerleri yürümeye devam etti, yaklaşık 5 dakika anlaşmaya çalıştık ama bir türlü gideceğimiz yeri anlayamadığı için yardımcı olamadı, biz de kendisine teşekkür ettik ve yanımızdan ayrıldı, biz de etrafımıza bakınıp birilerine soru sorabilir miyiz diye aranırken yaklaşık 4-5 dk sonra aynı kız koşa koşa geri dönüp bize yardımcı olmaya çalıştı. Arkadaşlarından aldığı bilgi ile bize otelin yerini tarif etti ve bu şekilde otelimize ulaştık.’

Dil problemi özellikle restoranlarda büyük problem oluşturuyor, çünkü garsonların çoğu İngilizce bilmiyor ve çoğu restoranda da menüler Japonca. Menüde yazanların ne olduklarını garsonlardan tarzanca öğrenip sipariş vermek için yaklaşık 20-30 dakika geçiyor. Hatta Yokohama’da çin mahallesindeki bir restoranda garsonlarla bir türlü anlaşamayınca dışarıdan ingilizce bilen indiana jones filmlerindeki bitirim çocuklara benzeyen bir çocuk çağırdılar da ancak o sayede anlaştık. Bütün bunların üstüne Tokyo’daki bir çin restoranında sadece çorbaları sipariş etmek için 10-15 dakika harcamışken eşimin neredeyse hello’yu bile anlamayan garsona dönüp ana yemek siparişi için ‘ for the main course ‘ diye başlayan cümlesini duyunca resmen kopmuştum.

Son olarak belirtmek istediğim bir konu daha var....Yürüyen merdiven olayı. Özellikle metro istasyonlarında yürüyen merdivenlerde insanların ip gibi sol tarafa dayalı olarak göreceksiniz, başlangıçta bir anlam veremeseniz de bu aslında sağ tarafın merdiveni yürüyerek çıkmak isteyen insanlara ayrıldığını gösteriyor. Sağ tarafta dursanız da kimse bir şey demiyor ya da Türkiye'deki gibi çekil kardeşim dağdan mı geldin gibi laflar etmiyor ancak kafanızı çevirip arkaya bakarsanız oluşan kuyruğu görüp kendinizden utanabilirsiniz... Benden söylemesi :)

Japonya seyahati sırasında ve sonrasında bende oluşan izlenim, japonların müslüman olmadıkları halde, islamiyetin önem verdiği birçok kuralına bizlerden daha fazla uyan ve buna göre yaşayan insanlar olduğuydu. Yardımseverlikleri, birbirlerine olan saygıları, birbirlerinin haklarına tecavüz etmemeleri, kul hakkı yememeleri, hırsızlık yapmamaları ve daha sayamayacağım bir çok nedenden dolayı böyle bir izlenim edindim. 
 
Tokyo

Aslında her şey eşim ve kuzenleriyle birlikte (daha sonra bizimle birlikte gelemeseler de) bir seyahate çıkalım fikri ile başladı. 
-          Nereye gidelim
-          Çin’e gidelim.
Eşim tamam o zaman ben ayarlarım deyip inisiyatifi eline aldı.
THY’yi aramış….
-          Çin’e …. tarihinde bilet var mı?
-          Hayır
-          Nereye kampanyalı uçuş var?
-          Hong Kong – Tokyo – Singapur,….
-          O zaman Tokyo’ya bilet alalım…

Bana Tokyo’ya bilet aldım dediğinde şok oldum, zaten vize de yok ama hiç inandırıcı gelmedi, kesin bizi kapıda çevirirler dedim. Biz şubat ayında biletlerimizi ayarladıktan sonra, otel arayışına da girdik, ve Tokyo’da merkeze çok yakın olmasa da metro ile çok rahat ulaşım sağlayabileceğimiz ve bize göre bir nebze daha uygun fiyatlı olan Sheraton Miyako Tokyo otelinde karar kıldık.

Seyahat tarihine kadar ne yapılır, nerelere gidilir araştırmamızı, plan ve programımızı yaptıktan sonra seyahat tarihini beklemeye başladık.

Yalnız Japonya gerçekten düşünce itibariyle çok uzak geliyordu o zamanlar. Çocukluğumuzdan beri duyduğumuz, okuduğumuz japon mucizesini yerinde görme ve tanışma fırsatı elde edecektik. O yüzden 2 kat heyacan vardı.
Seyahat günü geldiğinde sabah 6:50 THY uçağı ile Adana havaalanından yollara düştük . Atatürk havalimanı pasaport kontroldan geçtikten sonra yine başka bir dünyadaydım sanki.

Uçağa bineceğimiz kapıya geldiğimizde THY ile uçmamıza rağmen bekleme koltuklarında oturanların tamamının Japonlar olduğunu görünce panik yapmadım dersem yalan olur, bizden başka türk yoktu çünkü. Sonradan öğrendiğimize göre THY-Japan Airlines ortak uçuşuymuş uçağımız. 

10-11 saatlik bir uçuştan sonra Tokyo Narita Havalimanı'na indik. Ancak hiç de beklediğim gibi karşılanmadık, bizi gümrükte çok nazik bir şekilde karşılayıp, hiçbir soru sormadan giriş damgasını bastı gümrük polisi.

Valizlerimizi almaya indiğimizde benim valizim bir türlü banttan çıkmıyordu, kaybolmuştu, son ana kadar bekledik ancak çıkmayınca yetkililere haber verdik, bir form doldurduk, otelin adresini ve telefonu yazdık, valiziniz bulunursa biz size haber verir, otelinize göndeririz dediler . Neyse ki  benim valiz kaybolmuştu, ya eşimin valizi kaybolsaydı, herhalde Tokyo seyahati zehir olurdu, bu konuda bayanlar daha hassas. Sonuçta bir pantolon bir gömlekle kalmıştım.

Daha sonra otele gidiş için japonların 'limousine bus' dedikleri shuttle saatini beklemeye başladık.

 
Narita Havaalanı

Narita havalimanı şehrin yaklaşık 80 km dışında yer alıyor. Tren ve otobüs gibi toplu taşıma araçları ile şehre ulaşım sağlayabiliyor ve Limousine Bus ile yaklaşık 1saat 50 dk’da şehre ulaşabiliyorsunuz.
 
Valizin kaybolması, evrak doldurma gibi işlemlerden dolayı biraz gecikmiştik. Otele vardığımızda saat 16.30 civarındaydı. Otel beklediğimiz gibi son derece güzeldi. (Yazmadan geçmek istemiyorum) Dikkatimizi en çok tuvaletteki klozet kapağı çekti. Elektronik sistemli, ısıtmalı, sıcak sulu bir klozet kapağı yerleştirmişler tuvaletlere. Her işi kendisi hallediyor, siz sadece düğmelere basıyorsunuz. Neyse, odamıza yerleşip eşyalarımızı bıraktıktan sonra kendimizi dışarı attık. Otelden metro istasyonuna kalkan ring otobüsü ile biraz dışarıda dolaşıp yemek yemeye ve sonrada dönüp uyumaya karar verdik. Ancak çıkmadan önce  otelin lobisindeki görevlilerden ertesi gün alacağımız sightseeing tour ile ilgili bilgi alıp turumuzu ayarladık. Otel görevlileri tarafından herşey tereddütünüze yer bırakmayacak şekilde son derece ayrıntılı ve anlaşılır şekilde yazılmış, nerelere gidilir, nasıl gidilir diye sorduğunuzda hemen kendi hazırladıkları broşürleri ve krokileri pat diye önünüze koyuyor ve bilgi vermeye başlıyorlar.

Akşam yemeği için Tokyo’da eğlence mekanları ile ünlü roppongi semtine gitmeye karar verdik. Önce otelin ringi ile metro istasyonuna, oradan da metro ile roppongi semtine ulaştık, ancak herhalde pazar akşamı olmasından dolayı pek bir hareketlilik görünmüyordu. Yolumuzun üstünde Tokyo Hard Rock Cafe’yi görünce her zaman yaptığım gibi önünde bir fotoğraf çektirdim.


Hard Rock Cafe - Tokyo

Daha sonra kafamıza uygun bir restauran’da biftek ve salata yeyip tekrar otelin yolunu tuttuk. Öncelikle belirtmeliyim ki Japonya gerçekten pahalı bir ülke. Bu elektronikten tutun da giyime, ulaşıma ve yemeklere kadar herşeyde kendini belli ediyor.

Sabah uyandık, odamızda Türkiye’den getirdiğimiz kahvaltılık malzemelerimiz ile kahvaltımızı yaptık ve lobide bizi almaya gelecek Hatobus’ın otobüsünü beklemeye başladık. Almış olduğumuz 1 günlük turda Yoyogi parkı ve Meiji-Jingu mabedi, imparatorluk sarayı doğu bahçesi, Senso-ji tapınağı ve Nakamise caddesi, lüks alışveriş mağazalarının olduğu Ginza caddesi turu,  Hotel Shiba-Yayoi’nin 12. kattaki Pastel-tei restoranında panaromik manzaralı öğle yemeği, Symphony Cruise ile Tokyo körfezi turu ve Aqua City Odaiba alışveriş merkezi turu bulunmaktaydı.

Turdaki ilk gideceğimiz yer Yoyogi Park ve Meiji Jingu mabediydi.  Shinto inancına ait olan mabed 1912 yılında ölen imparator Meiji ve 1914 yılında ölen imparatoriçe Shoken için 1920 yılında gönüllüler tarafından yapılmış. Park için çeşitli yerlerden getirilen 100.000 adet ağaç dikilmiş. Park diyorum ama sanki şehrin içerisinde bir çok büyük bir orman desek daha doğru olacak.

Mabede girmeden önce kutsal dumanla günahlarımızdan arındık, sudan içtik, dileklerimizi diledik. Mabede girdiğimizde Shinto rahiplerinin geçişi için hazırlık yapılıyordu. Rahipler çıkmadan önce hepimiz gürültü yapmamamız ve konuşmamamız için uyarıldık. Geçiş sanki askeri bir töreni andırıyordu.

Meiji-Jingu’dan sonra imparatorluk sarayının doğu bahçesine doğru yola çıktık. Daha önceleri Edo kalesi olarak kullanılan saray, meiji restorasyonundan beri imparatorluk sarayı olarak kullanılmaktaymış. Çevresi ise su dolu hendekler çevrilmiş durumda.
 

İmparatorluk Sarayı

İmparatorluk sarayının hemen yanıbaşındaki parkta japonya tarihinin en büyük kahramanlarından olan Kusunoki Masashige’nin at üstünde bronz bir heykeli bulunmakta. 14. Yüzyılda yaşamış olan bu samuray cesaret, şeref ve imparatora karşı koşulsuz sadakatin en büyük temsilcilerinden biri olarak kabul ediliyormuş ve 2.dünya savaşında kamikaze pilotlarına da ilham kaynağı olmuş. Öleceğini bildiği halde kendinden imparatordan aldığı emirle sayıca çok daha fazla olan asilere karşı savaşa gidip esir düşeceğini anladığı anda harakiri yaparak intihar etmiş. Efsaneye göre son sözleri ‘ keşke imparator için verecek 7 canım daha olsaydı ‘ imiş.


Kusunoki Masashige

Bir sonraki durağımız budist senso-ji tapınağı ve hemen yanıbaşında yer alan Japonya’nın en eski alışveriş merkezlerinden biri olan Nakamise’ydi.

Senso-ji tapınağı bizi canlı renkleriyle karşıladı. Buraya girişte de yine dumanla günahlarımızdan arındık, içeride dilek havuzuna para attık, fal kağıdı çektik. Yalnız burada bana göre çok önemli bir tespit yapmak istiyorum. İlginçtir, aynen islamiyette ve hristiyanlıkta olduğu gibi burada da bir şekilde para toplama ön planda. Tüm dünyada ruhani olayların bir şekilde parasal desteğe ihtiyacı var sanki. İbadet yapıyorsanız bir şekilde para veriyorsunuz.


Senso-Ji Tapınağı

Nakamise ufacık ufacık dükkanların olduğu  genellikle hediyelik eşyalar ve japon şekerlemeleri ve tatlılarının satıldığı bir yer. Hediyelik eşyalar genellikle Türkiye şartlarına göre pahalı, çoğu da çin malı zannedersem.


Nakamise Street

Tur otobüsü ile öğle yemeğini yiyeceğimiz restorana giderken de ünlü alışveriş markalarının yer aldığı Ginza semtinden geçtik.3.durağımız Hotel Shiba-Yayoi ’nin 12. katında bulunan ve duvarları camla kaplı olduğu için son derece güzel bir seyir zevki veren Pastel-Tei adlı restorandı.


Pastel Tei - Yemek beklerken 

Yemeğimizi yerken Tokyo körfezi, Sumida nehri, Hamarikyu nehri ve çevresini seyretmek sonderece zevkliydi. Yemekte harika bir beyaz japon şarabı eşliğinde balık menüsü de bayağı lezzetliydi. Yemekten sonra da yeşil çay ikram ettiler.
 

Öğleden sonra Symphony cruise ile gemi turumuz başladı. Yaklaşık 1 saat boyunca Tokyo körfezi, Rainbow köprüsü ve Odaiba adası çevresinde turladıktan sonra yine kalkış yaptığımız iskeleye döndük.

 

Son durağımız Odaiba’daki Aqua City alışveriş merkeziydi. Aynen bizim bildiğimiz alışveriş merkezi ve park. 1998 yılında ‘Japonya’daki Fransa yılı’ etkinlikleri çerçevesinde parka özgürlük anıtının küçük bir versiyonunu yapmışlar. Anıt ve körfezin görüntüsü birleşince New York’tasınız izlenimi veriyor.

 

Akşama doğru saat turumuz bitmişti. Biraz Ginza’da dolaşıp birşeyler yemeye karar verdik. Eşim Türkiye’de araştırma yaptığı sırada duyduğu sushi barlar sushi yemek istedi. En az 1 saat ginza’da sushici aradık, ancak kime sorduysak sushi bar için burada yok ya da böyle birşeyi hiç duymamış gibi bilmiyorum dedi. Hafiften yağmur da başlamıştı.

 

Kabuki-Za Tiyatrosu - Ginza

Saat 8.30 olunca artık pes ettim ve daha önce önünden geçtiğimiz ve menüsünde balık çorbası yazan bir vietnam lokantasına daldım. Eşim hala sushi yeme peşindeydi, o yüzden herhangi bir sipariş vermedi. Balık çorbası geldiğinde balıklar nasılmış diye biraz çorbayı kaşıkla karıştırdım, ancak çorbanın üzerinde yüzen minik minik siyah pörtlek gözlü yaratıklardan başka bir şey yoktu, bildiğimiz balık larvaları yani. Ama gerçekten açlıktan mıdır, yorgunlukan mıdır bilemiyorum çorbayı da larvaları da sildim süpürdüm.

Daha sonra eşim için de Vietnam lokantasından az ilerisinde bir hint lokantası keşfettik. Artık haşlanmaktan canı çıkmış bir tavuk butu ve üzerine dökülmüş özel bir sostan oluşan bir yemek sipariş sipariş etti. Yemeğimizi yedikten sonra otele doğru yola koyulduk. Otele vardığımızda otel görevlileri gündüz havaalanından arandığımızı ve valizimizin bulunup otele getirildiğini  söylediler. Neyse ki son 4 günümü aynı kıyafetlerle geçirmek zorunda kalmayacaktım.

Tokyo’daki 3.günümüzü elektronikçiler çarşısı da diyebileceğim Akihabara semtini gezmek için harcadık. İstanbul’daki DoğuBank benzeri bir yer olduğunu söyleyebilirim. Elektronik eşyalarından cep telefonlarına ve beyaz eşyaya kadar ne isterseniz bulabileceğiniz bir yer. Ancak klasik japon markaları ve apple dışında dışında pek bir seçeneğiniz olmadığını söyleyebilirim. Zaten onların fiyatları da Türkiye’dekilerin altında değil, hatta daha pahalı bile olabilir. Yine de yeni piyasaya sürülmüş olan bir fotoğraf makinesi aldık.  

Bir ara dolaşmaktan yorulunca Japonlar'ın Starbuck's Cafe benzeri bir yer olan Excelsior Cafe'sinde yarım saatlik mola verdik.
Öğlene doğru Akihabara metro durağı yakınlarında Yodobashi Camera diye bir 8 katlı bir mağaza keşfettik. Sanki bütün Akihabara semtini bu mağazaya toplamışlardı, hele ki yazımın başlarında bahsettiğim klozet kapağının da burada satıldığını görünce iyice sevindirik oldum. Fiyatları 200$’dan 1000$ kadar değişiyordu. Sizi gördüğünde otomatik olarak açılanından tutun da radyolusu, müzik çalarlısına kadar her çeşidi vardı. Biraz paketin büyüklüğü (valize sığmayacaktı, açıkta götürünce de gümrükte problem çıkararırlar kaygısıyla) biraz da montajı  konusunda kaygılarım oluştuğundan almayı çok istediğim kapağı son anda almaktan vazgeçtim.

Japonya’daki restoranların en ilginç yönü menülerini birebir vitrinlerinde mumyalı ya da mumyadan yemek maketleri olarak sergiliyor olmaları. Eşimle beraber ne yiyebiliriz diye food-court’ta vitrinlere baka baka ilerlerken dün aradığımız sushi bardan bir tane de burada olduğunu görünce gözlerimiz faltaşı gibi açıldı, hemen içeri daldık ve sushibaşına (ocakbaşından esinlendim) oturduk. Önümüzde dönen konveyör bantta onlarca çeşit sushi geçit töreni yapıyordu. Hangisini gözüne kestiriyorsan önünden geçerken tabağı kapıyor ve yemeye başlıyorsun, ortada bir sushi ustası duruyor ve konveyör bant üzerindeki tabaklar azaldıkça, sushileri hazırlayıp hazırlayıp banta koyuyor,  aynı bizdeki ocakbaşı restoran gibi. Tabaklara renklerine göre ayrılmış, fiyatları da farklı farklı, sonuçta boş tabaklar önünde birikiyor, yemeyi bitirdikten garsonu çağırıyorsun, o da elinde bir elektronik aletle gelip tabakları okutuyor ve  hesabı ödüyorsun. Kendini gurme olarak kabul eden eşim bile sushilerin çeşitleri karşısında dehşete düştü, inci tanesi büyüklüğündeki havyarlardan tutun da garip balıkların olduğu sushileri yemekte bayağı zorlandı. Neyse ki benim denemediğim çeşit kalmamıştı.


Sushi Bar

Akşama kadar Akihabara’da gezdikten sonra yemek yemek için bizim damak tadımıza daha uygun olan bir Çin restoranı aramaya başladık. Akşama doğru yağmur da başlamıştı. Bayağı bir gezdikten sonra bir pasajın 3. katındaki bir çin lokantası kafamıza yattı. Salaş bir yer olmasına rağmen yemekleri ve tatlıları son derece lezzetliydi. Ancak garsonlarla olan dil problemi ve menülerin japonca olmasından dolayı yaklaşık 30 dakika siparişimizi verebildik.

Ertesi gün Japonya’nın en büyük 2. şehri olan Yokohama’yı gezecektik. 

Tokyo ve Yokohama
 
Sabah kalkıp kahvaltımızı yaptıktan otelin ringi ile önce megura istasyonuna sonra da metro ile Tokyo istasyonuna gittik. Tokyo istasyonu o güne kadar gördüğüm en büyük ve karışık istasyonlardan bir tanesiydi. Zor da olsa Yokohama’ya giden tren için biletimizi aldıktan sonra yaklaşık 45 dakika sürecek bir yolculuktan sonra Yokohama’ya vardık. Yokohama’da dünyanın en yüksek dönme dolaplarından birinin olduğu parkı ve yokohama limanını gezmek, şehri dolaşmak ve dünyanın en büyük çin mahallesini gezmek gibi planlarımız vardı. 

Yokohama’da trenden indikten sonra istasyonun yanıbaşında bulunan Japonya’nın en yüksek binalarından biri olan Landmark Tower ve Queen’s Square Tower karşılıyor sizi. İçerisinde bir alışveriş merkezinin bulunduğu binanın katları arasında devasa bir yürüyen merdiven bulunuyor. Yaklaşık 50 mt uzunluğunda ve 60-70° eğimdeki merdivenden çıkması ve inmesi benim gibi yükseklik korkusu olanlar için bayağı zor. Yürüyen merdivene dikkat ederseniz tüm japonların merdivenin soluna ip gibi dizildiklerini göreceksiniz, yürüyen merdivenin sağ tarafı, basamakları yürüyerek çıkanlar için ayrılmış durumda. Özellikle metro istasyonlarında turistlerin haricinde sağ tarafta bekleyerek çıkanları göremezsiniz. Birkaç kez başıma geldiği için, alışmadığımızdan dolayı olsa gerek, dalgınlıkla yürüyen merdivenin sağ tarafında durarak çıkarken arkamda kuyruk olmasına rağmen kimse sesini çıkarmadan beklediğini gördüğümde nasıl utandığımı anlatamam, kibarlıktan veya saygıdan olsa gerek kimse kenara çekilir misiniz de demiyor.

Yürüyen merdivenlerden sonra limana ve parka çıkıyorsunuz. Burada sizi 120 mt yüksekliği ile dünyanın en büyük dönme dolaplarından biri karşılıyor. Yokohama’ya gidecekler için kesinlikle binmelerini tavsiye ediyorum. Bir tur yaklaşık 25-30 dk sürüyor ve en tepeye çıktığınızda tüm Yokohama ayaklar altında. 


Dönme Dolapta


Yokohama Roller Coaster


Parkta karakalem resim yapan Japonlar

Dönme dolaba binip biraz da parkta gezdikten sonra taksiye atlayıp çin mahallesine gittik. Çin mahallesi gerçekten dedikleri kadar büyük. 1859 yılında Yokohama limanı açılınca birçok Çinli göçmen Yokohama'ya gelmiş, sonraları Hong Kong-Shangay'dan da feribot seferleri başlayınca birçok çinli tüccar da bu seferlerle gelip Yokohama'ya yerleşmişler ve okuldu, marketti, tapınaktı derken şu anda çin mahallesi olarak adlandırılan yerin temellerini atmışlar. Her ne kadar son zamanlarda çinli nüfus azalmışsa da burada yerleşmiş olanların sayılarının 3000-4000 civarında olduğu tahmin ediliyor. Hediyelik eşya dükkanlarından, marketlerden lokantalara ve tapınaklara kadar herşey mevcut. Ancak hediyelik eşya dükkanlarındaki eşyalar da bayağı pahalı, burada da fiyatlar Japonya’ya ayak uydurmuşlar.
 
Yokohama Chinatown
Yokohama Chinatown
  

 
Yokohama Budist Temple
Yokohama Budist Temple

Yokohama Gemicilik Müzesindeki Nippon Maru Gemisi
Yokohama Gemicilik Müzesindeki Nippon Maru Gemisi


Queen's Square Monument
Queen's Square Monument

Çin mahallesinde dolaşırken yanımıza indiana jones filmlerindeki karakterleri aratmayacak güleryüzlü, bitirim tipli, 15-16 yaşlarında bir çocuk yanaştı ve eğer istersek bir ücret karşılığında dil konusunda bize yardımcı olabileceğini söyledi, biz de kendisine teşekkür edip istemiyoruz deyip çocuğu gönderdik. Bir süre sonra karnımız acıkınca yeni açılmış olduğunu anladığımız bir restorana girdik ancak garsonlar hiç yabancı dil bilmedikleri için bir türlü anlaşamıyorduk. Neyse baktılar olacak gibi değil, bize el kol işaretleri ile ingilizce bilen birini telefonla arayıp çağırdıklarını, 5-10 dakikaya kadar geleceğini söylediler.

Çagırdıkları kişi bir süre önce karşılaştığımız çocuk çıkınca açıkçası biz de sevindik. En nihayetinde siparişimiz ve yemeklerimizi yiyip lokantadan ayrıldık. Yalnız pekin ördeği diye sipariş ettiğimiz şeyin aslında 10x10 cm büyüklüğünde pekin ördeğinin derisi olduğunu ve ördek derisine 40$ ödediğimizi anlayınca içimize oturmadı değil hani.

Yokohama’da Çin Mahallesi'nde yeterince dolaştığımıza kanaat getirince Japonya'dan ziyade Amerika'yı andıran şehrin caddelerinde yürüyüş yaptıktan sonra tekrar tren istasyonuna gelip Tokyo’ya dönüş yaptık.

Tokyo’da Megura station’a gelip kendimize yemek yemek için bir restoran aramaya başladık. Yine kendimize uygun bir restoran bulmak için bayağı gezdikten sonra bodrum katta yer alan ve vitrinindeki yemek maketlerine bakarak hoşumuza giden bir restorana girdik. 

Girmemizle birlikte harika bir yere geldiğimiz ortaya çıktı, içerisi son derece kalabalık ve aynen bizdeki gibi bir tarafı masalardan oluşan diğer tarafı da şark köşesi şeklinde döşenmiş değişik bir restorana gelmiştik.

Önce haşlanmış ve kızartılmış yeşil soya fasulyeleri eşliğinde japon biralarımızı yudumladık (tabii soya fasulyelerinin kabuklarını değil sadece tanelerini yiyorsunuz ), daha sonra karışık tavuk eti ızgaralarımızla kendimize güzel bir ziyafet çektik. Yorucu bir günün sonunda artık otelimize dönüp dinlenebilecektik. Yarın ki istikametimiz Tokyo Disneyland olacaktı.


 Tokyo Disneyland ve Dönüş

Disneyland’a giderken amacımız çocukluğumuzda yaşayamadığımız eğlenceyi yaşamaktı aslında. Tabii tam olarak neyle karşılaşacağımızı bilmediğimizden sadece Mickey Mouse ve Donald Amca’yı hayal ediyorduk. Ancak kapıdan içeri girince durumun hiç de bizim düşündüğümüz gibi olmadığını gördük.

Evet kapıda Mickey Mouse ve Donald amca sizi karşılıyor ancak sadece fotoğraf çektirmek için. Disneyland bana göre 7’den 70’e herkesin gidip de eğlenebileceği bir yer.

Tokyo, Paris ve Los Angeles’a giden herkese gitmelerini tavsiye ederim o yüzden, inanılmaz eğlenceli ve keyifli bir yer, anlatılmaz yaşanır deyip fotoğraflara bakalım. Disneyland’da geçirdiğimiz gün Japonya’daki son günümüzdü.

Akşam otelimize dönüp dönüş hazırlıklarına başladık. Valizlerimizi toparladık. Sabah bizi otelden alacak shuttle’ı ayarlayıp yattık.

Narita havaalanına giderken Duty Free’lerden Japonya’ya özgü birşeyler almak, belki ucuza bulursak birkaç elektronik eşya ve içecek birşeyler almaktı. Ancak pasaport kontrolden geçip de Duty Free’leri görünce hayal kırıklığına uğradık. Elektronik olarak satılan bir şey yok desem yeridir, diğer şeyler de neredeyse şehirdeki fiyatlardan daha pahalı idi. O yüzden hiçbir şey alamadan THY’nin Lounge'una geçip uçuş saatimizi beklemeye başladık. Bizi uzun ve yorucu bir uçuş bekliyordu.

Japonya'daki son sushimiz