“Bir zamanlar Katmandu Vadisi'nin bulunduğu yerde bir göl, üstünde ise içinden gözalıci bir ışık saçarak açan bir lotus çiçeği varmış. Din adamları ve bilgeler mucize ışığa tapınmak için adı “Kendiliğinden olan” anlamına gelen “Swayambhu”ya gelirlermiş. Bir gün ışığı rüyasında gören Budha da Swayambhu’ya gelmiş ve ışıktan çok etkilenmiş. Gölün suyu kurursa ibadet için buraya daha kolay gelinebileceğini düşünerek, kılıcıyla gölü çevreleyen dağlarda bir yol açmış. Su, bu yoldan akarak vadiyi terk edince, lotus çiçeği bir tepeye, ışık da Swayabhunath Stupa’ya dönüşmüş.”
Bu bir efsane elbette... Zaten Nepal de bir efsaneler ülkesi…Bu ve buna benzer o kadar çok var ki, benim gibi bir efsane meraklısı için bulunmaz bir kaynak…
Pek çok maymunun da evi olan Swayabhunath dünyanın en eski ve en büyük Budist tapınaklarından biri. Stupa’ya üç yüz altmış beş basamaklı bir merdiven ya da bir araçla çıkılıyor. Biz ikinci yolu seçtik.
Girişte bizi üstünde Budha'nın heykeli olan “Dünya Barış Havuzu” karşıladı. Ortasındaki çanağın içine para atarak, dilek dilemek istediysek te çanağın içine parayı denk getirmek oldukça güçtü. Ben de isabet ettiremedim ama bu ortam bana her dileğin gerçekleşeceğini düşündürttü.
Biraz ileride bembeyaz kubbesinin üzerinde yükselen, küp şeklindeki altın kulenin dört yanındaki Budha'nın, dünyanın her yerini gören renkli gözleri ile bakışlarımızın buluşması çok etkileyiciydi. Kulenin üstünde küçülerek yükselen on üç altın halka Nirvana'ya ulaşmanın seviyeleri olan on üç cenneti vurguluyor, en üstteki şemsiye de ulaşılmayı gösteriyormuş.
Buraya ibadet için gelenler, hem Hindular, hem de Nepal ve Tibet’li Budistler. Her sabah güneş doğmadan merdivenleri tırmanıp, girişi koruyan iki aslanın önünden geçerek büyük Stupa’nın etrafını saat yönünde defalarca dönüyorlarmış. Biz buna tanıklık edemedik ama oradayken oldukça kalabalık bir grup mumlar yakarak, tapınağın etrafında dönerken, mantralar söylüyor, tespih çekiyor, ellerindeki yiyecek ve çiçekleri sunabilmek için sırada bekliyorlardı. Rengarenk giysili rahipler dualarını ederken başka bir dünyanin içindeydiler sanki...
Stupa'nın etrafındaki küçük tapınakları dolaştıktan sonra bir ara gruptan ayrılıp, bir taşın üzerine oturarak, çevreyi izlerken yakılan mumların, döndürülen dua çarklarının, üzerinde mantralar yazan dua bayraklarının etrafa yaydığı enerjiden olsa gerek sanki ruhumun yıkandığını, gönlümün temizlendiğini, ferahladığımı hissettim.
Burası Katmandu Vadisi'nin yukarıdan izlendiği en güzel yer. Vadi ayaklarımın altında iken ben de bulutlarin üzerinde miydim yoksa rüyadaydım da uyandığımda hepsi birden yok mu olacaktı? Bunun ayrımına varmam oldukça güçtü.
Tapınaktaki ibadet odalarından birine girdiğimizde yanan mumların çokluğundan oldukça etkilenmiş olmalıyım ki; dışarı çıkar çıkmaz mum satan kızlardan bir kaç tane alıp, yakarken buldum kendimi.
Bin bir çeşit heykel, tütsülük, çan, dua kasesi, boncuk takı ve mantra. Arkadaşım Rozi buradan güzel bir dua kasesi alırken, ben de Nepal müzik CD’leri aldım. Şimdi arabada giderken sesini sonuna kadar açarak dinliyorum bu müzikleri. Katmandu’dan Bagmati Nehri ile ayrılan ve “Güzellikler Şehri” ya da “Sanatkarlar Şehri” olarak da anılan Patan, bir dünya mirası. Başta, bir mimarlık harikası Kraliyet Sarayı ve dünyanın en önemli taş mimarisi örneklerinden “Tanrı Vishnu’nun tekrar dünyaya gelmesi onuruna yapılmış”, Krishna Mandir Tapınağı gibi yapılara ev sahipliği yapan Durbar Meydanı...
Metal işçiliği ile de ünlü Patan, tarihi milattan önceye dayanan antik bir şehir. Yol üstünde adım başı Stupa var. Budha, aslen Hintli olduğu için Budistler ve Hindular her iki dine de son derece saygılı. Bu nedenle Hindu ve Budist tapınakları hep yanyana.
Meydanda kısa bir tur attıktan sonra arka sokaklardaki bir Hindu tapınağındaki kutlamalar nedeniyle Hindu olmayanların da girmesine izin verildiğini fark edince biz de tapınağa giriverdik. Tapınağın avlusunda renkli giysili kadınlar Tanrılarına armağan etmek üzere ellerinde renkli çiçekler, yemekler ve tütsülerle bekliyorlardı. Bir yanda tapınağa girip dua edenler, bir yanda girmek için sıra bekleyenler, dışarıda ellerindeki hediyeler ile dönerek bir çeşit ritüel yapanlar. Tapınağın kenarlarında dua eden ve önüne oturan kişileri kutsayarak alınlarına tika süren din adamları vardı.
Altın tapınağa geldiğimizde, bizi güç ve koruyuculuk simgesi olan iki aslan heykelinin koruduğu giriş kapısının açıldığı avludaki altın kaplı tapınak karşıladı. Burası heykelleri, dua tekerlekleri, mantraları ile oldukça ihtişamlı bir tapınak. Dua tekerleklerini çevire çevire gezmeye başladik ve biraz uca doğru gidince daha büyük bir tapınak ile karşılaştık. Tapınak 3 katlı ve çatılarına bakır kaplanmıştı. Fazla kalabalık olmadığı için burayı oldukça rahat gezebildik.
Bu arada karnımız da çok acıkmıştı. Şehri tepeden görebileceğimiz teraslı bir restorana çıkıp, yemeklerimizi sipariş etmemiz çok uzun sürmedi. Benim bu günkü menüm yine sebzeli noddle, everest birası ve sütlü tatlı. Buradan sarayı ve tapınakları kuşbakışı seyretmek oldukça keyifli. Aşağısı sanki bir tiyatro sahnesi ve biz de locadan onları izleyenleriz.
Yemekten sonra tekrar meydanı gezmeye devam ve daha sonra son durağımız Katmandu Durbar Meydanı... Sağa sola bakarak, ilerlerken önümüze çıkan sütunun üstünde Malla Kralı’nın heykeli, kralın arkasında bir kobra yılanı, yılanın başında da bir kuş var.
Efsaneye göre Kral’ın arkasındaki kobra yılanının kımıldayıp üstündeki kuşu uçurduğu gün kralın tekrar hayata döneceğine inanılıyor. Bu nedenle sarayın bir penceresi ve kapısı her zaman açık, taht odasında kralın içmesi için bir nargile hazır bulunduruluyor.
Katmandu Durbar Meydanı’ndaki beyaz renkli Eski Kraliyet Sarayı’nın önündeyiz şimdi de. Diğer adıyla Hanuman Dokha yani Maymunlar Kralı. Girişte bir şemsiyenin altında üzerine başı bezlerle sarılmış, yüzü renkli macun sürülerek yok edilmiş ve üzerine kırmızı örtü örtülmüş, Ramayana destanının kahramanı Kral Rama’nın en iyi dostu Hanuman Dokha’nın heykeli var. Bu bembeyaz bina tarihte iki dramatik olayın yaşandığı bir yer.
“1800’lü yıllara kadar Şah ailesi tarafından yönetilen ülkede, giderek güçlenen Rana ailesi iktidarı ele geçirmeye çalışıyormuş. Rana’lar Şah ailesinin kendilerine bir saldırı yapacağı haberini alınca erken davranarak, bir gece Kraliyet Sarayı’na saldırmışlar ve ailenin büyük bölümünü öldürülmüşler. Bu kanlı olaydan sonra Şah ailesinin temsil ettiği Krallık sembolik hale gelirken ülkenin yönetimi Rana’ların eline geçmiş. Rana’ların iktidarı da 1950’lere kadar sürmüş.”
“Diğer olay ise, 2001 yılının yılbaşı gecesi olmuş. Şah ailesinin büyük oğlu İngiltere’de okurken tanıştığı Rana ailesinden bir kıza aşık olmuş. Ancak iki aile arasındaki düşmanlık nedeniyle, özellikle Kraliçe bu duruma şiddetle karşı çıkmış. Bu durum aile içinde giderek ciddi bir soruna dönüşmüş. Bu arada ülkede ciddi bir siyasal kargaşa varmış. Tam o sırada prens annesi, babası ve kardeşleri de dahil olmak üzere Kraliyet ailesinden 11 kişiyi öldürerek kendisi de intihar etmiş. Bu olayın siyasal kargaşa ile ilgisinin olduğu söylense de tam olarak bilinmemekteymiş. Ondan sonra da zaten ülke hep bir siyasi krizin içinde olmuş.”
Kraliyet Sarayı'nın dışında, Kral’ın icraatlarını anlatmak için hazırladığı ve Tanrıça Kalika'ya ithafen onbeş ayrı dilde yazılmış bir taş yazıt var. Yine efsaneye göre yazıtı on beş dilde okuyabilen bir kişi olursa taşın orta kısmındaki oluktan sonsuz yaşam veren süt akacakmış.
Durbar Meydanı’ndaki bir diğer ünlü yer ise Freak Street. Altmışlı yılların başlarından yetmişli yılların sonuna kadar burası dünyanın her yerinden otobüsler ile gelen hippilerin merkeziymiş. Hippiler buraya “Hiç bitmeyen barış ve aşk şehri” demişler. Gelenler esrar ve eroini yasal yollardan elde ettikleri için çok uzun zaman burada kalmışlar. Yürürken Nepal halkı “Freak bunlar Freak bunlar” diye seslendikleri için caddenin ismi de bu şekilde kalmış. O zamanlar devlet buraya yasal esrar dükkanları bile açmış. Bu yetmişli yılların sonuna kadar sürmüş. Ondan sonra ününü kaybetmişse de hala turistlerin yoğun ilgi gösterdiği bir yer.
Yaşayan Tanrıça Kumari’nin evi de Katmandu Durbar Meydanı’nda… Biz her ne kadar göremediysek de, oldukça eskilere dayanan hikayesinden oldukça etkilendiğim Kumarilikten söz etmeden geçemeyeceğim.
“Malla Kralı Hindistan’dan Katmandu’ya gelirken yanında Tanrıça Taleju’yu da getirmiş. Kral ülke yönetimi ile ilgili Tanrıça’ya sık sık fikrini sorduğundan Tanrıça da sık sık kralı ziyaret edermiş. Ancak bu durumu kraliçe çok kıskanmış ve kralı tanrıçaya karşı doldurmuş. Kral da karısına inanarak Tanrıça’ya ters davranmaya başamış. O günden sonra da Tanrıça Taleju bakire bir kız çocuğu olarak görünmeye karar vermiş.”
Kumari Nepal dilinde küçük kız çocuğu anlamına geliyor. Tanrıça Taleju da küçük bir kız çocuğunun bedeninde hayat buluyor. Dini törenlerin değişmez yöneticisi olan Kumari’ye rahipler düzenli olarak tapınıyorlar. Hindu olduğu için sonsuz hoşgörünün de temsilcisi. Bu nedenle her türlü derdi olan onu ziyaret ediyor.
Kraliyet Kumarisi olabilmek için kız çocuğunun 3 ile 5 yaşlarında olması, vücudunda herhangibir yaranın veya hastalığının olmaması, akli dengesinin yerinde olmasi, asil bir duruşunun olması gibi pek çok fiziksel özelliğinin olması gerekiyor.
Nepal halkı Kumari’nin her zaman mutlu olmasi gerektiğine inanıyor. Çünkü Kumari mutlu olduğunda krallığın zenginleştiğine, mutsuz olduğunda ise sorunlar olacağına inanılıyor.
Bu küçücük kız çocukları Kumari olabilmek için de pek çok testten geçiriliyor. Genellikle pek çok bufalonun kurban edildiği Dassain Festivali'nde kesik başların etrafında saat yönünde dönmeleri gerekiyor. Bu dönmenin nedeni öfke, tutku ve kötülükleri yok etmek. Dönerken korkan, ağlayan çocuklar seçilemeyip, hayatlarına geri dönüyorlar. Kazanmak iyi mi kötü mü tartışma konusu. Testlerden başarı ile geçen çocuk Kraliyet Kumarisi ilan ediliyor ve hayatınınn yaklaşık on yılı Kumari olarak geçiyor. Kız çocuğu adet gördüğü gün azad ediliyor. Hayatının sonuna kadar ailesine ve kendisine bakılıyor. Ancak bu küçük kız çocukları Kumarilik döneminden sonra gerçek hayata uyum sağlayamadığı gibi evlenemiyorlar da. Onlarla evlenmenin uğursuzluk olduğuna inanılmasi ise geçmişte Kumarilik dönemi biten bir kız ile evlenen birinin başına kötü şeyler gelmesi ve o günden sonra bunun uğursuzluk olduğuna inanılması.
Kumari belirli zamanlarda Durbar Meydanı’ndaki evinin küçücük penceresinden görünüyor. Kumari’yi görmenin çok iyi bir şey olduğu söyleniyor ama biz göremedik. Sadece hikayesini dinlerken boğazım düğüm düğüm oldu.
Tahtacılık evi Kasthamandap, Katmandu’ya adını veren bina. Dedim ya Nepal’de efsaneden bol bir şey yok. Bu binanin efsanesi de tek bir ağaçtan oyularak yapıldığı. Aslanlar tarafından korunan binanın bazi bölümlerine destanlar yazılmış, Tanrı figürleri işlenmiş.
Altı kollu, boynunda, ellerinde, ayaklarının altında insan kelleri bulunan Kala Bhairab Tanri Şiva'nın en korkunç görünümü. Cehaleti sembolize ediyor. Efsaneye göre de Bhairab'ın karşısında durup yalan söyleyenlere ölüm geleceğine inanılıyor. Biz de yanından geçerken yalan söylememeye dikkat ettik…
Yoğun geçen günün ardından Katmandu sokaklarından, gün içinde gezdiğimiz dini merkezler, saraylar ve meydanların etkisi altında yorgun bir halde yürüyerek otelimize dönerken; ertesi gün yaşanacakların hayalini kurmadan edemiyorum....
Ve bence macera daha yeni başlıyor... Namaste...