Hayatımızda ilk kez safariye katılacağız, biz de çocuklar da çok heyecanlı. Sabah saat 5.30’da bizi safariye götürecek jeep, otele geliyor. Otelden aldığımız sandviçler ve sularla hemen biniyoruz, safari 4-5 saat süreceği ve tamamen vahşi alana gireceğimiz için herhangibir yerden su ya da yiyecek bulmamız mümkün değil. Yala National Park’a doğru giderken güneş, pirinç tarlalarının üzerinden doğuyor. ‘Allahım inşallah güzel çıkar’ diye deklanşöre bol miktarda basıyorum. Bizim jeepin sürücüsü acayip bıçkın bir delikanlı ama onun bu özelliği sayesinde ilerleyen saatlerde müthiş fotoğraflar çekeceğiz.
National Park’ın girişinden biletleri aldıktan sonra alana giriyoruz. Jeep tam 6 kişilik Namal ve Indika en arkadalar. Bu arada Namal, Yala National Park’ta yaşayan leoparlardan bahsediyor ama eğer göremez isek üzülmeyin bazen görmek mümkün olmuyor diyor. En çok güldüğümüzde ‘yanımda her halükarda bir leopar oyuncağı var onu çalılara koyar fotoğraf çekeriz’ diyor.
En son jeep safariyi Dubai’de çölde yapmıştım, orada da şoför olayı kızıştırmak için kum tepelerinin tam üzerinden geçerken sanki devrilecekmişiz gibi yapıp içerideki çığlık boyutunu yükseltiyordu. Gerçi burada çığlık atmak ne kadar mantıklı olabilir ki? Çoğu yerde nefesimizi bile tutup beklemek zorunda kalıyoruz. Maymunlar, filamingolar, kuşlar, filler bir sürü hayvan görüp büyük bir keyifle fotoğraflıyoruz, zaten o kadar güzel bir vahşi alan ki, her yanı müthiş. Sadece bir ağacın fotoğrafını çekmek bile güzel, çünkü her biri birbirinden farklı tropik ağaçlar. İleride birikmiş araçları görünce bizim bıçkın şoför bir şeyler görüldüğünü anlıyor ve aralardan geçerek bizi en iyi yere konumluyor. Aman tanrım, leoparlar çalıların içerisinde ilerideki sığır sürüsüne saldırmak üzere bekliyorlar. Aramızda sadece bir 10 metre ya var ya yok. Eşim de ben de deklanşörden parmağımızı kaldırmadan basıyoruz. Tam dört adet leopar bir arada… Muhteşem kareler yakalıyor eşim ve günün fenomeni oluyor. Ara bir yerde durduğumuzda kulaktan kulağa yayılan haber ile herkes çekilen fotoğrafları görmeye geliyor. Eşimin yakaladığı birkaç müthiş poz için bir safari şirketi sahibi jeeplerin üzerine resmi basmak için para bile teklif ediyor. Meğer Yala tarihinde dört leoparı bir karede yakalayabilen yokmuş.
Deniz ile ırmağın birleştiği nispeten daha güvenli bir yerde duruluyor, aradan sonra parkın başka bir alanına doğru gidiyoruz. Yine araçların olduğu bir yerden geçerken çalıların arasındaki fili görüyoruz. Fil, yola doğru gelmeye başlayınca araçlardan hafif bir uğultu çıkıyor, çünkü vahşi fillerin daha önce araçlara saldırdığı olmuş. Bir anda sessizlik oluyor ve herkes nefesini tutup filin bir sonraki hareketini bekliyor. Fil hiç istifini bozmadan çalıların arasından çıkıp araçların arasından geçiyor. Eşim aracın sol yanından ben sağ yanından fotoğraflıyoruz. Tek kelime ile muhteşem, ancak fil biraz uzaklaştığında tuttuğum nefesimi bırakabiliyorum.
Yala National Park, Sri Lanka’da en çok ziyaret edilen ve aynı zamanda büyüklüğü açısından ikinci parkmış. Parkın tamamı 979 km2 üzerinde bulunuyormuş ve ilk olarak 1900 yılında yer olarak tayin edilmiş. Özellikle leoparlar, filller ve 215 çeşit kuşun bulunduğu bir park olduğu içinde çok önemli. Park, leopar sayısı olarak dünyadan birinciymiş. Namal 2004 tsunamisinde bu alanda 250 insanın öldüğünü ama hayvanlara hiçbir şey olmadığını anlatıyor. Çünkü tsunamiyi hisseden hayvanların hepsi parkın iç kısımlarına doğru gitmişler. İnanılmaz öyle değil mi? Monsoon döneminde sular ile dolan parkın kurak sezonda susuz kalmasını önlemek içinde dört farklı yerde; Maha Seelawa, Buthawa, Uraniya ve Pilinnawa, bulunan su tankından parka takviye yapılıyormuş.
Hiç bitmesini istemiyorum ama saatler ilerliyor, hava sıcaklaşıyor ve hayvanlar giderek gölgelere çekiliyor. Şaka bir yana 5 saattir parkın içerisindeyiz, jeepin içinde hoplaya hoplaya gidiyoruz ama adrenalinden ne saatin, ne de başka birşeyin farkındayız. Yalnız hepimiz çok mutluyuz o kesin.
Otele geri dönüp aracımızı almadan Namal bizi, Kirinda adlı küçük bir sahil kasabasına getiriyor. Aracın durduğu yerden okyanusun yanında olduğumuzu anlamıyoruz, ne zaman ki tapınağın içinden geçip ve göz alabildiğine bembeyaz kumları ve okyanusu görüyoruz, işte o zaman tam anlamıyla büyüleniyoruz. Tapınak tam okyanus kenarına ve tepeye yapıldığı için inanılmaz bir görüntüye sahip.
Kirinda, büyüleci bir efsanenin de geçtiği yer olarak biliniyor. 2. yüzyılda eski Seylan’ın hükümdarı olan Kral Kelanitissa, Kelaniya kentinde yaşarmış. Ancak bir Budist bhikshu (rahip)’yu kızgın yağ içindeki bir kaba atıp öldürerek çok büyük bir günah işlemiş. Bu günah ile ülkenin ileri gelen rahipleri bir kehanette bulunmuşlar ve ülkenin azgın sular altında kalacağını söylemişler. Kralın bu durumdan kurtulabilmesi için, kendi soyundan bir prensesi, okyanusun azgın sularında kurban etmesi gerekiyormuş. En büyük ve zaten cesareti ile tanınan kızı, halkını kurtarmak için talip olmuş. Kral vicdan azabını bastırmak ve tanrıların öfkesini dindirmek için kabul etmiş ve kızına altından bir tekne yaptırmış. Teknede onu idare edebilecek ne bir kürek ne bir yelken varmış, kendi halinde sürüklenecek şekilde yapılmış ve içerisine sadece bir ay yetecek erzak konmuş. O yüzyılda Kirinda’yı yöneten Kral Kavantissa’ya ise ancak denizden gelecek bir prenses ile evlenebileceği yolunda bir kehanet varmış. Böylece prenses Vihara Maha Devi, Kirinda sahiline teknesiyle vurduğunda kehanet doğrulanmış. Prenses kralla evlenmiş ve ona daha sonra Sri Lanka tarihinde kahraman olacak iki oğul evlat vermiş. Kendisi de anavatanının kahramanı olmuş. Harika epik bir hikâye öyle değil mi?
Hava müthiş sıcak artık, adanın güney kesiminde ve okyanusun yanında olduğumuz için tropik havayı buram buram hissediyoruz. Son iki gece kalacağımız Bentota kumsalındaki otelimize gitmek üzere yola koyuluyoruz. Bu kadar koşuşturmadan sonra bir günü kumsalda geçirmeyi artık hakettik… Eşimin dalma planları var ama ben katılır mıyım henüz bilmiyorum.
Kızım king coconut henüz içemediği için çok dertli ama Namal yolda bir yerden hemen alıp onun da gönlünü alıyor. İnanılmaz enerji veren bir içecek olduğu için gün içinde tüketiyorlar ama akşam kesinlikle içmiyorlarmış. Aslında tatsız tutsuz bir şey ama yine de Rio’da içtiklerimizden biraz daha lezzetli sanki. İçindeki suyu bitirdikten sonra isterseniz meyvesinden de yiyebiliyorsunuz.
Otele varmadan son bir hedefimiz var o da Unesco tarafından yine Dünya Mirası listesine alınan Galle Fort. Sri Lanka’nın güneybatı sahilinde yer alan hisar 1588 yılında Portekizliler tarafından yapılmış ve Santa Cruz olarak isimlendirilmiş. Sonrasında Hollandalılar tarafından 1640’ta genişletilmiş. Colombo’nun İngilizler tarafından ele geçirilmesinden bir hafta sonra 23 Şubat 1796’da burası da İngiliz hükümetinin kontrolüne geçmiş. Hisarın bir bölümü İngilizlerin döneminde New Oriental Hotel’e çevrilmiş. Tam da güneş batımına denk geliyoruz, adanın en ucundan hint okyanusuna bakıyoruz. Etraf cıvıl cıvıl sanki bizim Caddebostan sahili, sevgilisini, arkadaşını, çocuğunu kapan gelmiş. Biraz fotoğraf çektikten sonra Namal’ın bize yoğurt sürprizi var. Güveç kabı gibi kapların içerisinde taze alınan yoğurdun üzerine bal döküp yiyoruz. Tek kelime ile muhteşem…
Sonraki yazı: Bentota Beach
Yazı: Banu Demir Fotoğraflar: Banu-Göksel Demir
Banuyollarda: Instagram/Twitter
YAZI DİZİSİNİN TÜM BÖLÜMLERİ
gezimanya.com/GeziNotlari/mutlu-insanlar-ulkesi-sri-lanka
gezimanya.com/GeziNotlari/mutlu-insanlar-ulkesinde-sigiriya
gezimanya.com/GeziNotlari/mutlu-insanlar-ulkesinde-kandy
gezimanya.com/GeziNotlari/mutlu-insanlar-ulkesinde-kandy-ve-nuwara-eliyagezimanya.com/GeziNotlari/mutlu-insanlarin-ulkesinde-nuwara-eliya-yala-yolu