Siyah Beyaz Film Gibi Milano

Son gezimle ilgili olarak yazacağım yazı için Pazar gününden beri bilgisayarımın başına hop oturup hop kalkıyorum….İlham bir türlü gelmiyor… Küçüktüm… Sanırım ilkokul son sınıf ya da ortaokulun ilk yılları olabilir, balık hafızalı birisi olarak çok net hatırlayamıyorum zamanı…

Ama gözümün önüne gelen çok net bir sahne var… Fatih´te oturuyoruz o zamanlar, sobalı evimizde. Malum oturma odası haricindeki tüm odalar buzhane –50 derece sıcaklık da olsa buna rağmen bu yaşımda hala kat kat giyinmemin sebebi muhtemelen o dönemlerden kaynaklanıyor olabilir:) – ve ailenin tüm üyeleri sobanın olduğu odada vakit geçiriyor. Yemek masasının üzerinde defterim, babama diyorum ki ‘baba, bana bir konu başlığı söyle’…

Bu konu ile ne mi yapacağım, kendimce ilhamın gelmesini bekleyip şiir yazma çalışmalarında bulunacağım. Sonuç ne mi olurdu:) Tam bir hüsran, ilham bir türlü bana uğramazdı ama oturup ciddi ciddi bu duruma üzüldüğümü hatırlıyorum, neden şiir yazamıyorum diye:) Neyse şimdi seyahatimle ilgili bir türlü cümlelerimi toparlayamadığımı düşününce bu hikaye geldi aklıma, dedim yazımın girişinde de bu hikayemi paylaşırım:)

Eveeet şimdi gelelim en son gittiğimiz ve gördüğümüz yerlere… Bu seferki rotamız, Charlie Chaplin´in filminde bol pantolonlu, melon şapkalı, büyük ayakkabılı, sürekli bastonunu çeviren ve sakar hareketleri ile gülünç mizansenler oluşturan Şarlo’ymuşum hissini uyandıran Milano…

İtalya´nın kuzeyinde yer alan ve özellikle alışverişte ‘bir numara’ olarak bilinen Milano´ya THY´nin İstanbul´dan kalkan uçağıyla yaklaşık 2,5 saat süren bir yolculuğun ardından ulaşabiliyorsunuz. Malpensa havaalanına vardığınızda otobüs ile ya da ‘Malpensa Express’ denilen tren yoluyla 40 dakika içerisinde Milano merkez tren istasyonuna ulaşmanız mümkün.

Nisan ayı olmasına rağmen yağmurlu bir hava dışarıda beni bekliyordu. Bir ümit açar diye düşünürken tatilimin büyük bir çoğunluğunda her ne kadar hava şartları ‘en iyi’ modunda olmasa da buna da şükür diyerek tadını çıkarmaya çalıştım gördüklerimin.

Milano´da görülmesi gereken yerler arasında neler mi var? Öncelikle siz de benim gibi ‘sokaklarında dolaşırken ciddi anlamda haz alan bir Roma düşkünü’ iseniz, Milano, bu hissi bende çok fazla uyandıramadı, gerçi bunu tam anlamıyla da anlayamadım aslında yağmurdan ötürü, o yüzden de sizleri çok yanıltmak istemem… Şehrin merkezinde yer alan Gotik tarzdaki katedrali Duomo di Milano, oldukça görkemli.

Eğer hava güzelse size tavsiyem, önce katedralin yakınında Via S. Radegonda sokağı üzerinde bulunan Luini´den – burayı kime sorsanız söyler, ama içeri girince ağzınızın suyu akacağı garanti:) –  aslında İtalya´nın güneyine özel bir yiyecek olan Panzerotti’lerden alın, sonra da meydanda katedrale bakan bir yönde oturacak bir yer bulun.

Üstüne bir de güzel bir latte ya da şarap içtiniz mi, ‘işte hayat budur!’ diyebilirsiniz:) Ben ne mi yaptım? Panzerotti´lerden Luini içerisinde çok hızlıca hüplettim, meydanda da yağmurdan dolayı oturma keyfini yaşayamadım, ama şu anda yazarken hayali ile yüzümde tuhaf bir gülümseme olmadı değil.

Duomo´nun bulunduğu meydanda bulunan Galleria Vittorio Emanuele II, yüksek tavanları, mermer zemini, duvarlardaki figürleri ve galeriyi dolduran Gucci, Armani, Prada, Roberto Cavalli ve hemcinsi alışveriş mağazaları ile kesinlikle görülmesi gereken yerlerden biri.

Galerinin oldukça yakınında bulunan La Scala opera binasını da başka web sitelerinde araştırırken görebilirsiniz gezilecek yerler listesinin bir parçası olarak… Binanın dış görüntüsünden çok etkilenmedim, ancak içeriye de giremedim, dolayısıyla çok fazla yorum yapamayacağım ama gitmişken görmekte fayda var elbette…

Gezmeye devam ederken yağmur da aynı hızıyla yağmaya devam ediyor, artık dinlenme ve pizza yeme zamanı gelmiştir diyerek bir restorana attım kendimi.

Duomo´nun arkasında bulunan Pizzeria Dogana, 1975´den beri hizmet vermekte, yediğim 4 peynirli pizzası ve restoran içerisinde tatlı isteği oldukça masalara kadar minik bir arabayla getirdikleri profiterol lezzetliydi, şehrin merkezindeyken sizin de karnınız zil çalarsa bu restoranı tavsiye edebilirim.

Evet şimdi sokaklara atabilirim kendimi yeniden karnım da tok. Via Dei Giardini caddesinde yürümek oldukça keyifli, ağaçlar arasında bir yol. Geniş arnavut kaldırımlarının hakim olduğu ana caddeler, caddelerin üzerinden geçen sarı tramvaylar, Vespalar, bisikletler…

Bazen ‘acaba bir önceki yaşamımda İtalyan mıydım?’ sorusu geçiyor aklımdan İtalya´yı çok seviyorum her nedense… Bu düşünce ile birlikte ıslandığımı farkediyor ve Sforza Kalesi´nin karşısında bulunan Bar Castello’da café latte keyfi yaparak biraz soluklandıktan sonra kalenin içerisinde yürümeye devam ediyorum. Yeşillikler içinde güzel bir parkı da olan kale, Milano´da görülecek yerlerden biri.

Eğer sevgiliniz ile gitmeyi planlıyorsanız, kalenin yakınında bulunan Tram restoran´u kesinlikle tavsiye ederim, oldukça şirin ve keyifli bir yere benziyor :) Dilerseniz yürüyerek dilerseniz metro ile ulaşabileceğiniz Naviglia caddesi, kanal kenarında restoran ve café´lerle dolu Milano´nun sevimli bir bölgesi. Özellikle binaların pencerelerini süsleyen rengarenk kurbağalarıyla, duvarlarında çeşitli grafitileriyle Naviglia, öğle yemeği ya da güzel bir kahve molası için ideal olabilir.

Milano´nun en eski ve en önemli kiliselerinden biri olan Basilica s. Ambrogio ziyaret edilebilir. Ve elbette İsa ve Havarileri´nin Kutsal Kase´den şarap içtiklerini resmeden Son Yemek tablosuna ev sahipliği yapan Maria Delle Grazie kilisesi –içeriye giremedim, ziyaret için en erken tarih olarak bir sonraki haftayı verebildiler, eğer bu tabloyu merak ediyorsanız, Milano´ya gitmeden önce biletinizi almanızı tavsiye ederim – ile pek çok cafénin yer aldığı ve  antika satan küçük tezgahlarla dolu Brera sokağı, görülecek yerler arasında.

Milano için gezinizde 3 günlük bir zaman ayırmanız yeterli diye düşünüyorum, eğer hava güzel olursa bir gününüzü Como gölü´ne ayırabilirsiniz, çok güzel olduğuna dair duyum aldım, ama hava koşulları sebebiyle bu sefer gitmek kısmet olmadı, artık bir dahaki sefere diyerek Milano´dan Cinque Terre´ye doğru tren yolculuğuma başlıyorum.

Cinque Terre’yi bir sonraki yazımda anlatacağım, hazır olun:)

IŞIL ATAKER

Yazar Hakkında

IŞIL ATAKER

Gezmek, seyahat etmek, gözlemlemek, fotoğraf çekmek, uçak, otobüs, araba farketmeksizin herhangibir araca binip bir yerlere gidiyor olma hissini yaşamak, konser, film, sinema, festival, ne varsa he