Tarih, alışveriş, tasarım, iyi yemek ve ucuz şaraptan örülmüş bir deneyim için Milano çok iyi bir adres. Benim şansım şehri iyi bilen lokallerle nokta atışı yapmak oldu.
Bir şehir haritası alıp üzerinde işaretlerseniz Milano’nun tozunu 3 günde alabilir, hatta hızınızı alamazsanız Como’ya bile gidebilirsiniz trenle. Bu uğurda en az günlük, daha iyisi 3 günlük bir ulaşım kartı alın. Hem metrolarda hem tramvay ve otobüslerde geçiyor. Zaten Milano’nun en güneyinden kuzeyini bu 3 ulaşım aracıyla tavaf edersiniz.
Gün 1: İtalyan Mutfağına Giriş
Bugün Da Vinci’ye ve orta çağ mimarisine saygı günü. İlk gençlik yıllarımda platonik aşk olarak kendime Leonardo’yu seçmiş bir kız olarak İtalya zaten beni her bir şehriyle büyülemeye hazır. San Babila metro durağında inip Corso Vittario Emmanuele Caddesi boyunca yürüyorum. Sağlı sollu alışveriş noktalarının arasından geçip yüzümü kendini gösteren heybetli Duomo’ya doğru dönüyorum. Evet orta çağ karanlık bir evre falan ama olmasaymış da bunun gibi katedrallerde zaman tüneline giremezmişiz gibi. İnanılmaz bir şaheser gerçekten. Yaz gecelerinde müzik dinletileri de olabiliyor. Ben Palazzo Reale’de süper bir Da Vinci sergisine denk geldim. Takip etmekte yarar var gitmeden.
Çevrede dikkat çekici çok ayrıntı var. Bazıları şu şekilde:
- Duomo Katedrali karşısındaki La Rinasente: Büyük bir tasarım AVM’si gibi düşünülebilir. En alt kata bayıldım. Benim gibi siz de not defterlerinden, mutfak gereçlerine, kitaplardan, sırt çantalarına yaşam gereçlerinin tasarım olanlarına bayılıyorsanız tam size göre. Katlardaki markalar ünlü İtalyan lüksünü yansıtır cinsten. Siz iyisi mi en üst katına da çıkın, oradaki yemek pazarında İtalyan ürünlerinden evinize sırtlanın, bir de terasında Duomo’ya karşı bir serinletici için. Lokallerin tercihi Prosecco oluyor.- Vittario Emmanuele: Benim için çok da bir şey ifade etmeyen Prada’nın orijinal, ilk mağazası burada. İçinden geçtiğiniz ve kafanızı kaldırdığınızda yine İtalyan mimarisinin en önemli eserlerinden biriyle karşı karşıyasınız. Bir insan bunu nasıl inşa eder arkadaş diye düşünmeniz muhtemel.
- Brera: Milano’nun en hip bölgesi. Sanat galerileri, farklı butikler burada sizi bekler.
- Montenapoleone: Milano sosyetesinin göründüğü bölgelerden. Tavan fiyatlı butikler hep burada.
Yemeği ne yapıyoruz yemeği diyorum ev arkadaşlarıma. 2 odalı bir evde, bir İtalyan mimar ve Çinli sevgilisi ile doktora yapan ilkokul arkadaşımın evinde kalıyorum. Mini mutfakta bir ziyafet mi olacak yoksa kendimizi dışarıya mı atacağız bilmek benim de hakkım!
Parma’lı arkadaş kendinden çok emin bir şekilde İtalya’nın en iyi mutfağı tabi ki Parma’dadır diyor. En iyi domuz ürünleri, en iyi peynirler hep bizden çıkmadır. Parmesanımızdan belli diyor. Hiç gitmedim, ama zaten İtalya’nın kuzeyindeyiz. Buraların ünlü bir şeyleri yok mu söylesen de İtalya lezzet turuna başlasak diyorum. ‘Milano’da yok bir şey’ diyor. Aperativo’ları bir de Risotto Alla Milananesa’ları ünlüdür sadece. İtalya’nın aperativo cenneti Turin’miş. Biz de yemek öncesi hafif birer şey içme-yeme anlamındaki aperatif onlarda şu an ye yiyebildiğin kadar, bir de içkiye X kadar para öde şekline gelmiş. Biz de Blender Bar’da lokal bir aperativo alıyoruz.
E o da bir şeydir. Pierro kuzeylileri hiç sevmiyor. İnsanları seviyor mu ondan da emin değilim aslına bakarsan. Kendine ve işine aşık bir sanatçı. Dibine kadar. Venedik bienalinde işleri sergilenen, profesörler tarafından sevilen, üniversitede asistan olarak mimarlık dersi veren bir mimar. Ama yine de tek göz odasında sevgilisiyle oturup, kirayı paylaşmak ve mutfaktaki masada çizimlerini yapmak istiyor. Enteresan bir kafa, bizim ülkede yaşadığımız ev alayım araba alayım derdindeki insanlara ‘Başka türlüsü mümkün’ deme örneği.
Bizim Pierro İtalyan mutfağı olarak aklımızda canlananların güneyden çıktığını söylüyor. İtalyan mutfağının yaratıcısı köylülerdir diyor. Kuzeyliler eski İtalya’da zenginmiş. Öyle kuru makarnalar, farklı sebzelerle yapılan yemeklerle kuzeyliler hiç karşılaşmamış bile. Onlar varsa yoksa et yerlermiş söylediğine göre.
Gün 2: Kahveyle İmtihan
Bugün lokallerin Briocche’u ve kahveyle gün açılışı yapacağız. Bir ham ve cheese dolu, bir de üstüne kadar çikolata çıkmış çikolatalı istiyorum. Taze çıkmış belli ki. Adres Pave. Bendeki İtalyan kahve algısı Viyanalılar gibi tek kahveyle saatler geçiriyorlardır herhalde şeklindeydi. Meğer espresso’dan da anlaşılabileceği üzere hiçbir yere oturmadan yemek sonrası bir shot atıp hayatlarına devam ediyorlar. Sadece kahve isteyince size ‘iyi misin?’ dercesine bakıyorlar. Soğuk kahveleri yok. ‘Nasıl ya?’ diyorum yanımdaki arkadaşa. ‘Hava neredeyse 40 derece, kahve cennetinde nasıl olmaz soğuk kahve? ‘ Burada kahve soğuk içilir, senin güzel hatrına ancak Coffee Shekerato yapılabilir diyor. Buz ve kahveyi shaker’da hazırlayan adama bakıyoruz. Bir nebze vücut sıcaklığını düşürebiliyorum. Bir de soğuk çay da içiyorum bulmuşken.
Tasarım şehrini buldum mu bırakmam. İstikametimi Corso Como 10’a doğru çeviriyorum. Burası bir başka tasarım cenneti. Alt katında tatlı bir kafesi, üst katında kitaplardan kahve mug’larına tasarım objeler var. Bir de sanat galerisi barındırıyor içinde. Benim şansıma ilerde fotoğrafçılığın nasıl olacağını anlatan futuristik bir sergi vardı. Buraya gelmek için Garibaldi metro istasyonunda inmeniz gerekiyor. Özellikle Corso Como Caddesi ve Corso Garibaldi Caddesi akşamları çok hareketli oluyormuş. Oradan aşağı doğru yürüyünce sizi Sforza Kalesi karşılıyor. 15. yüzyılda Milano dükü tarafından inşa ettirilen kale masal diyarından fırlamış gibi. Dük Leonardo da Vinci de dahil olmak üzere birçok İtalyan sanatçıyı odaların dekorasyonu ve iç mimarisi için görevlendiriyor.
Akşam yemeği için durağımız Milano’nun yeni yeni gelişmekte olan İsola Bölgesi. Osteria Dei Vecchi Sapori de mabedimiz. Lokal keşfi olarak hayatımızda yer bulan bu restoran inanılmaz bir lezzet-ücret dengesizliğinde. Milano genel olarak pahalı bir şehir,ancak bu bölgenin yeni gelişmesinden ötürü fiyatlar ortalamanın çok altında. Chianti şarapları pek benlik değil. Barbaresco ve Nebiola üzümlerinden deniyoruz, güzel seçmişiz dostlar.
Bu arada yeri gelmişken Milano’ya yaz aylarında en azından Temmuz'da gitmeyin sivrisineklerden heba oluyorsunuz. Hadi diyelim gittiniz özellikle Navigli Bölgesi’ne giderseniz bacağınızda uzun bir şey olsun ki ısırıklardan top gibi olmasın her yeriniz.
Milano'da Yeme-İçme Listesi
- Her yerde ve her saat çatlayana kadar dondurma ye.
En güzeli açık ara Bianco Latte: O kadar leziz tatlar, o kadar yumuşak kıvam ki ne olur bitmesin diye duacı olduğunuz dondurmalar yapıyorlar. Yarım saat yanımdaki labradoru sevip ne alacağımı düşündüm. 5 top dondurmayı Guinness’e girebilecek hızda yedim.
Chocolate İtaliani de markalaşmış bir dondurma cenneti. Ben özellikle en bitter çikolatası ve çilekliye bayıldım. Daha turistik olan Duomo meydanında daha az çeşit var, zaten devasalaşmış sıra aya kadar uzamasın diye sanırım. O yüzden daha az turistik bir köşedekini tercih edin.
Bir de Grom var. Günde 3 öğün dondurmacıysanız zaten denemeniz gereken bir diğer nokta.
- Milano’nun hip yeme-içme yerlerini keşfet. Benimkiler aşağıda:
Fiorario BianchiMilano’da en sevdiğim bölgelerden biri olan Brera’da. Çiçekçi bir kafe/ fine dining mekanı. Raimondo Bianchi 48 yıllık bir çiçekçi, Sicilyalı mimar İvan Marino ile yolları kesişince bu konsepti yapılandırmaya karar veriyorlar. Eski İtalya’daki çiçekçi konseptine sadık kalınarak yapılmış mekanın iç dizaynı da yemekleri kadar hoş.
28 Posti: Adından da anlaşılabileceği üzere 28 tane sandalyesi olan minimalist bir mekandan bahsediyoruz. Şef Marco alışkın olmadığınız lezzetleri ekmeğinden tatlısına kadar size sunuyor.
Pave: İçeri girince sizi ‘Follow your dreams’ yazısıyla karşılayan mi şirin bir kahvaltıcı, tatlılar şahane.
3 Öğünde Kuzey İtalya Mutfağı
Aldığım bilgilere göre İtalya’nın merkezi ve güneyi tarihte fakirlik görmüş bölgeleri. Buranın nevi şahsına münhasır yemekleri Cucina Povera ya da bir diğer deyişle köylü/fakir mutfağı içinde geçiyor. Birçok yerel yemek arta kalan sebze, meyve, deniz ürünü ve zeytinyağından yapılıyor. Ama kuzeyde daha havalı bir mutfak varmış.
Ben Milano’da bol miktarda Aperativo deneyimi yaşadıktan sonra kendimi tamamen lokal bir mutfakla ödüllendirmek istedim. Aperativo, İtalyanların iş çıkışı hem bir kokteyl/içki aldıkları hem de onun yanında başlangıç olarak nitelenebilecek yemekleri yedikleri bir paket haline dönüşmüş. Birçok restoranda bu çeşit paketler bulunabiliyor.
- Sabah öğün 1: Güne başlamanın iki yolu var; ya yetişeceğiniz bir program varsa briocche ve espresso’nuzu alır 5 dakikada yer, hızla yola koyulursunuz beyaz yaka İtalyanlar gibi ya da ben mükellef kahvaltımda foccacia’mı yerim, yumurtamın egg and benedict şeklinde önüme gelmesini isterim diyenlerdenseniz Pave gibi tatlı İtalyan kafelerinde bir kahvaltı molası verirsiniz.
- Öğlen öğün 2: İtalya’da pirinç risotto demek. Yüzlerce risotto tarifi olmasına rağmen en meşhuru Risotto Alla Milanese. İçinde mini biftek parçaları ve safranla beraber servis ediliyor ve tüm risottolar gibi kremamsı bir lezzeti var.
Bu arada enteresan hikaye de öğrenme sansım oluyor. Duomo Katedrali’nin inşasında çalışan bir çocuğun görevi vitray camları olan pencerelerin renk pigmentlerini safran kullanarak parlaklaştırmakmış. Şaka olsun diye ustasının düğünü için hazırlanan risottoya da safrandan biraz karıştırınca olan olmuş, herkes bu lezzet şahaserinin yaratıcısını merak etmiş ve çocuğun tarifi tüm İtalya’ya yayılmış.
- Akşam öğün 3: Yerin adı Osteria De Vecchi Sapori. Önünden geçsen fark etmeyeceğin, içeride benden başka turistin olmadığı bir yer. İnternet sitesine baktığında bile aah ah diyorsun, beklerler.
Zaten kararsızlık kişilik özelliğim, bir de önüme birbirinden enteresan yemeklerin olduğu menü gelince yaklaşık yarım saat menüyle bakışıyoruz. Sonunda başlangıç olarak Buffalo Mozzarella ve Domates Caprese alıyorum. İki tabak daha gelse hiç bana mısın demeden yumulacağın bir lezzet. Sonrasın deniz tuzlu asparagusa sarılı bir prosciutto porsiyonu geliyor. Garson yanıma eğilip başlıyor anlatmaya:
"İtalya’nın yüzlerce et ürünü var. Ama en iyisi Parma’daki Emilia-Romagna dan gelen Prosciutto crudo di Parma’dır. Eğer et seviyorsan yolunun oraya düşmesi lazım. Bunun tadı en iyi meyve ya da bir kadeh Prosecco ile gider." ve sonra önümde bir kadeh buluyorum. Yaşasın gözümden beni anlayabilen garson abi diyorum içten içe. Sağıma soluma bakıyorum, gelen tüm tabaklar sade ve basit.
Arkasından gelense Milano seyahatinin lezzet tahtına oturuyor; armutlu tortellini. İçinde tereyağlı peynir, parmesan ve safran var. Ağzımda kalan o armut tadı gerçekten harikulade, şimdi bile insanı acıktırmaya yeter. Bir de ortaya siyah trüf mantarlı bir taze makarna geliyor ki akılara zarar!
Trüf mantarları bildiğiniz gibi dünyanın en pahalı yemeklerinden biri. Hadi ben bir kilo alıp da evde yapayım diyemiyorsunuz, dolayısıyla serpiştirilmiş yemeklerden yıllık ihtiyacımızı almayı biliriz. Sonradan okuduğum üzere bazı gastronomik olarak tavan yapmış trüflerin 100 gramı bile 200 eurolardan başlıyormuş.
Parma'lı arkadaşın anlattığına göre beyaz trüf siyaha göre çok daha az bulunurmuş. "Çünkü yılın anca birkaç ayı Eylül'den Aralık'a kadar kendini gösteriyor" diyor. Bu arada önümüzdekinin taze makarna olması da ayrı bir hoşluk. Çünkü İtalyanlar da bizler gibi kuru makarna (pasta secca) yemeye daha meyilliler. Taze makarnayı ancak pazar günleri ya da özel zamanlarda yapılırmış. Yemekte İtalya’da kaç çeşit makarna vardır konusu geçince ben de bilmeden hemen sayı atıyorum. ‘100.’ 350’den de fazla her bir ayrı şekil ve boyutta makarna varmış. Kavrayamıyorum gerçekten bu sanat değil de nedir?!