Plansız programsızlıktan tatillerde çok çekmiş biri olarak söyleyebilirim ki en azından konaklamanızı önceden ayarlayın. O gece kalacak yeri olmayıp kafe köşelerinde bedava wifi bulunca 8 kahve içerken otel aramak çok tatlı bir deneyim değil neticede. Budapeşte’ye giderken airbnb de dahil olmak üzere pek çok araştırma yaptım. Bloglar, lokal guide’lar, arkadaş tavsiyeleri falan derken hep cebe hem isteğe uygun bir yer bulamadım bir türlü doğruya doğru. Airbnb’ler kafamdaki Macaristan standardına göre yüksek kalıyordu, otellerin-hostellerin tadı tuzu yoktu.
Hangi geceydi hatırlamıyorum internet arama tab’imde bir mucize oldu. Şans eseri bir yere girdim: Brody House ve anında aşık oldum. Geniş avlusuna, kapılarına hayran kaldım; her odası farklı sanatçılar tarafından dizayn edilmiş odalarını bilgisayarın içine girerek en ince ayrıntısına kadar inceledim ve gelen vahiyi kabul ettim: ‘Sen seçilmiş kişisin. Burada kalıp deneyimlerimden tüm insanlığa yararlı sonuçlar çıkarmalı ve paylaşmalısın’.
1896’da yapılmış bir bina
Jinekolog Dr. Vilmos Tauffer burayı hasta bakımı için kullanıyormuş o yıllarda. Bulmuş kaymak gibi ‘Palace Quarter’ı tabi affetmemiş. Güzel yıllar bitip 2. Dünya Savaşı, 1956’daki Macar ayaklanması başlayınca bina 50 sene boyunca neredeyse unutulmuş. Sonrası tam bir yeniden doğuş hikayesi… İngiliz William Clothier ve Peter Grundberg Budapeşte’deki bu güzel binayı restore edip bir misafirhane haline getiriyor, içini de odalarını da sanat galerisini dolduracak eşya ve eserlerle dekore ediyorlar. Beğendiğini alabilirsin bu arada. Azıcık pahalı olsa da anı biriktiricisiysen değer.
Biz büyük camları, kapıları olan; şömineleri her daim yanan, müziğin eksik olmadığı en üst katta (lobide) çokça takıldık. Macar şarapları, yemekleri ve restoranlarının anlatıldığı kitaplarla dolu raflarından en kalınını seçip en yakın şarap mağazasının yerini oradan bulduk. Yan bölümde aşıklar birbirine açılma anları yaşasalar da kendini dünyanın başka bir köşesinde evinde hissettiğin bir yer. Sanatın kucağındasın, öyle rahatlar ve kendi halindeler ki barda şu dürüstlük barı notu var. ‘Eğer olur da buralarda değilsek kendinizi eğleyin ve lütfen ne aldığınızı yazıverin.
Sokakların her bir tarafı güzel bina, avlu, kapı dolu. Tabi komşusu Viyana kadar bakımlı değiller hatta bazıları hemen yıkılacak gibi ama çekiciler. Boyanmamış, süslenmemiş sadece meraklı ve keşfetmek isteyenler bir adım atıp kapıyı açma cesareti buluyor. Kapılar tahmin edilmeyecek güzellikte avluların, binaların içine açılıyor. Ben gizemi severim bebeğim. Gece hayatı gerçekten inanılmaz renkli bir şehir Budapeşte.
Budapeşte’de sanat galerisinde konaklayıp da Ruin Pub’lara gitmezseniz olmaz. En iyisi ise bence açık ara Szimpla Kert. Bir hazine gerçekten. İçine giriyorsun ve seni sarmalıyor. Sokak sanatçıları kendilerine göre bir dünya yaratmışlar orada ve her katında ayrı müzik ve konsept var. Bir köşesinde eski PC’lerini ışıklandırma olarak kullanıp ‘system error’ yazısı yazmışlar. Bir başka köşesinde çiçekler, sarmaşıklarla dekoratif bir iç mimari şaheseri yaratmışlar. Budapeşte yeme-içme ve sokak serseriliği apayrı bir konu başlığı.