Her ülke bir yana, İtalya bir yana. İtalya en sevdiğim, bence en yaşanılası ülke. Her bir bölgesi ayrı güzellikte. Toskana bölgesi de yıllardır hayallerimi süslüyordu. İnternette araştırma yaparken tam da hayal ettiğim gibi butik bir tur bulunca fırsatı kaçırmadım. Fiyatı standart turların üç katı ama karşılığını fazlasıyla aldık.
Sabah saatlerinde bizimle birlikte tura katılan, tur acentesinin sahibiyle birlikte Bologna Havaalanı'na vardık. Çıkışta bizi atmışlık delikanlı İtalyan rehberimiz karşıladı. Tam da nasıl anlaşacağız diye düşünürken, akıcı bir Türkçe ile konuşmaya başlayınca rahatladık. Türkçe deyimleri bile bilen rehberimiz, beş günlük gezimiz süresince bizi esprileriyle güldürmeyi başardı. Konforlu otobüsümüze binip Toskana’nın büyüleyici doğasına adım attık. Her yer bağlar, altın sarısı buğday tarlaları ve selvi ağaçlarıyla dolu. Burası bambaşka bir coğrafya. Etkilenmemek elde değil. 1,5 saatlik bir yolculuğun ardından ‘Strada Del Vino’ yolu üzerinden bağlar içindeki bir Ortaçağ kalesi olan ‘Castello di verrazzano’ya vardık. Şarap mahzenini gezdikten sonra, ardı ardına gelen yemekler eşliğinde, her yemeğe uygun şarabı tadarak ve son olarak kahve ve grappamızı da yudumlayarak yemeğimizi sonlandırdık. Yemek ve şarap o kadar boldu ki midemizde akşam yemeğine yer kalmadı bile. Yemekten sonra kaleden ormana doğru güzel bir yürüyüş yaptıktan sonra yakınlardaki Greve kasabasına yol aldık.
Bu küçük ve güzel kasabada bir saatlik moladan sonra otelimize doğru yola koyulduk. İki saatlik yolculuğun sonunda hemen herkes uykuya dalmıştı. Otelimiz, Sartiano yakınlarında soylu Medicci ailesine ait bir 19.yüzyıl villası. Aynı zamanda bir spa oteli. Otele yerleşir yerleşmez günün yorgunluğunu atmak için hemen sıcak- soğuk su havuzlarının ve her biri vücudun başka bir bölgesine masaj yapan jakuzilerin bulunduğu spaya koştuk.
CORTONA- AVİGNONESİ
İkinci gün güzel bir kahvaltının ardından Toskana’nın en eski şehirlerinden biri olan ve Etrüskler tarafından kurulan tarihi Cortona kasabasına hareket ettik. Surlar içindeki bu oldukça büyük kasaba, Toskana’nın en popüler ve turistik kasabalarından biri. Bilhassa rengarenk seramik ürünler ilgi çekici.
Tarihi bir dükkanda kahvemizi içip, sokakları gezdikten sonra yemek yiyeceğimiz mekana hareket ettik. Mekanımız bağlarla çevrili, Avignonesi isimli şarap tadım mahzeni. Önce önümüzde uzanan dönüm dönüm bağlar ve üzüm yapımı hakkında bilgi aldıktan sonra, önce üzümlerin muhafaza edildiği soğuk hava deposunu, ardından da şarap mahzenini ziyaret ettik. Sıra geldi nefis yemeğimize… Beş gün boyunca büyüleyici mekanlar gördük, farklı tatlar denedik ama benim için en güzel anı bu mekanda yediğimiz yemekler oldu.
Bağları seyrederken, özel bir sunum eşliğinde harika tatlar ve ona eşlik eden farklı lezzet ve aromalarda şaraplar denedik. Çıkışta herbirimizin kolunun altında birkaç şişe şarap vardı.
MONTEPULCİANO-MONTİCCHİELLO- PİENZA
Üçüncü gün istikamet ünlü bir Ortaçağ kasabası olan Montepulciano. Yüksek bir tepeye kurulu kasabanın etkileyici bir konumu var. Kuruluşu Etrüsklere dayanıyor. Peynirleri, şarapları, balı ve picci’si meşhur. Dar sokaklarda el sanatlarıyla uğraşan sanatkarlara rastlayabilirsiniz.
Sokakları gezip birkaç paket yerel bir makarna olan ve spagettiyi andıran picci aldıktan sonra küçük şirin bir köy olan Monticchiello’ya uğradık. Bana göre ne kadar küçük, o kadar güzel. Fazla turistin uğramadığı, bir saat içinde gezilebilecek ama aynı zamanda bence kalınabilecek bir yer Monticchiello. Tam bir eski film stüdyosu gibi. Eğer turla değil de araba kiralayıp gezenlerdenseniz, bence adı çok duyulmuş olan yerleri değil, böyle küçük köyleri tercih edin. Pişman olmazsınız.
Son istikametimiz Pienza. Unesco ‘Dünya kültürel manzaralar’ kapsamına alınmış olan Pienza, bir tepede kurulu ve surlarla çevrili. Koyun peynirleri ile ünlü. Yerel bir restoranda öğle yemeğimizi yedik. Önce iki çeşit picci servis edildi. Biri domates soslu, diğeri krema ve mantar sosluydu. Mantar soslu olanı daha çok sevdim. Ana yemek olan rosto geldiğinde tıka basa doymuştuk yine. Tabii her yemeğin yanında ayrı bir şarap servis edildi. Çıkışta yemekleri hazmedebilmek için epeyce yürümemiz gerekti.
Akşam üzeri otelimize dönüp, kendimizi spa’ya attık. Akşam, otelimizin sarayları aratmayan şık restoranında özenle hazırlanmış bir masada, özel bir menü bizleri bekliyordu.
SİENA- SAN GİMİGNANO
Kahvaltıdan sonra İtalya’nın en güzel şehirlerinden biri olan Siena’ya gittik. Etrüsk kökenli Siena’nın şehir merkezi, Unesco tarafından Dünya Kültür Mirası listesine alınmış.
Siena İtalya’nın en çok turist çeken şehirlerinden biri. Bu yüzden adım başı turist ve hediyelik eşya satan dükkanlar var. Öğle yemeği için serbest zaman verildiği için, vakit kaybetmemek adına eski şehir meydanına yakın bir pizzacıda oturduk. Ancak hem çok kalabalıktı hem de ortalamanın altında bir öğle yemeği oldu. Vaktiniz varsa, turistik yerlerden olabildiğince uzakta, yerel halkın bulunduğu yerlerde yemek yiyin. Hem daha ucuz olur hem de daha kaliteli yemek yersiniz. Gelelim Siena’ya. Şehrin kalbi olan ‘Siena del Campo’, diğer şehirlerdekilerden farklı bir meydan. Dört bir tarafı binalarla çevrili ve zemin eğimli. Eğimli olmasının sebebi her yıl iki kez ‘II Palio’ adı verilen geleneksel at yarış oyunlarının bu meydanda düzenleniyor olması. Her yıl binlerce yerli ve yabancı turist, yarışların yapıldığı 2 Temmuz ve 16 Ağustos tarihlerinde buraya akın ediyor. Yarış zamanı turist popülasyonunu düşünemiyorum bile.
Aynı meydanda ‘fonte gaia’ çeşmesi ve Mangia kulesiyle dikkat çeken tarihi belediye binası var. Zaten eski Siena’da tarihi olmayan hiçbir yapı yok. Dar sokakları mümkün olduğunca yürüyerek ya da imkan varsa bisikletle keşfetmek en güzeli. Avrupa’da her şehrin birden fazla ünlü ve görkemli katedrali vardır. Herhalde çok gezmekten olsa gerek, hemen hiçbiri bende bir iz bırakmadı. İki katedral hariç: Biri Vatikan’daki Aziz Petrus Bazilikası, biri de Siena Katedrali. Mermer işçiliği harikulade. Dış cephesinde aziz heykelleri ve süslemeler göze çarpıyor ancak asıl güzellik içeride. Giriş ücretli ve biraz da sıra bekleme külfeti var. Ancak sadece Bernini’nin eserleri için bile görmeye değer.
Siena’yı ardımızda bırakıp San Gimignano’ya hareket ettik. Burası Siena’ya bağlı, etrafı surlarla çevrili, çok iyi korunmuş bir Ortaçağ kasabası. 14. yüzyıldaki görüntüsünü korumakta olduğundan, Unesco Dünya Mirasları listesine girmiş.
Biraz dolaştıktan ve şehir meydanında kahvelerimizi içtikten sonra akşam yemeğimizi yiyeceğimiz manzaralı, sempatik bir yerel restorana gittik. Montefollonico yakınlarında bulunan ‘Ristorante la Chiusa’. Sahibi Dania Masotti, ilerlemiş yaşına rağmen enerjik, sempatik bir İtalyan hanım. Bizzat mutfağa girip çalışıyor, masalarla tek tek ilgileniyor. Hatta tabak sunumunu seyretmemiz için bizleri mutfağına davet etti. Birkaç kare de fotoğraf çekme fırsatı bulduk.
Yemekler de, sunum da başarılı. Önceden yer ayırtmakta fayda var.
BOLOGNA
Dönüş günü sabah saatlerinde Bologna’daydık. Bologna Orta Çağ mimarisinin örnekleriyle dolu, yaşam kalitesinin yüksek olduğu zengin bir şehir. Alım gücünün yüksek olduğunu hemen her yerde göze çarpan ünlü markalarla dolu mağazalara bakarak anlayabiliyorsunuz.
"Kızıl şehir" olarak da adlandırılan Bologna, bu ismini kırmızı tuğlalı binalarından almış. ‘Bolonez’ sosa ismini veren de bu şehir. Avrupa’nın en eski üniversitesi olarak bilinen Bologna Üniversitesi şehrin merkezinde. Bahçesini gezdiğimiz bu üniversite, şu an özel etkinlikler için kullanılmakta olduğundan içini gezmek yasak. Ancak sempatik rehberimiz bizim için bir ayrıcalık yaptırmayı başardı. Dante, Erasmus ve Kopernik bu üniversitenin öğrencilerinden.
Meydanda göze çarpan Bologna San Petorino Kilisesi'nin dış yüzeyi, çevredeki yapılara uygun olarak kırmızı mermer ile kaplanmış. Bologna Belediye sarayı, Podesta Sarayı, İkiz Kuleler, Neptün Çeşmesi de ilgi çeken yapılardan. Öğle yemeği yemek için şehrin pazar yerine girmeyi tercih ettik. Gerçekten de isabetli oldu. Bologna, ev yapımı makarnaları ve peynirleriyle ünlü. Hemen her köşede bir makarnacı var ve ister çiğ olarak, ister pişirerek satıyorlar. Bir süre makarna mı yiyelim diye düşündükten sonra, yerel fast food zincirlerinin bulunduğu bir pasaja rastladık. Bunların birinde deniz ürünleri ve salatalar iştahımızı kabartınca, makarnadan vazgeçip, beğendiğimiz her deniz ürününden birer tabak alıp karnımızı güzelce doyurduk. Dönüş yolunda rastladığımız bir Disney mağazasından, beş gündür görmediğimiz çocuklarımızın gönlünü almak için hediyeler beğenip buluşma noktasına gittik. Yarım saatlik bir yolculuğun sonunda Bologna .Havaalanı'ndaydık. Rüya gibi bir seyahat böylece sona erdi.