Çantalar toplanır cuma gecesinden ve cumartesi sabah erkenden yola çıkılır. Bursa deyince akla Uludağ gelir, İskender kebap gelir, Ulu Camii gelir. Fakat Uludağ o kadar heybetli ve bereketli topraklara sahiptir ki yeryüzüne yerleşmiş cennet tabiri yanlış olmaz. Pek çok akarsuyu, şelaleyi eteklerinde barındıran, kış geldiğinde ak örtü giymiş bir ana gibi Bursa'yı kucaklayan bir dağdır.
Bu şelalerden biriside Kestel ilçesinin Derekızık köyünün içinden geçerek orman içinden yürüme mesafesi ile takribi 5 km yukarıda bulunan Küreklidere Şelalesi'dir. Ben bu akşam oradayım. Kamp kuracak yeri çok fazla ama yaklaşık 50 cm karda buraya gelmek biraz zorluyo bünyeyi. Kış aylarını kabuğuna çekilmiş bir kaplumbağa misali geçiren bu doğa harikası şelaleyi görmenizi tavsiye ederim.
Adeta Uludağ'ın potansiyel enerjisinin kinetik enerjiye dönüştüğü yer gibidir bu şelale. Kuru odun bulmanın güç olduğu bu yerde ateşimi yakmak epey zamanımı aldı. Ateş yakmam gerekiyordu çünkü bu tabiat beraberinde vahşi yaşamıda getiriyordu. Ben şuna inanırım karşındaki şeye bir şey yapmazsan o da sana zarar vermez. İnsan doğasında da bu böyleymiş bir zamanlar...
Şimdi? Dilim varmıyor ama ''ben bunun ayağını nasıl kaydırırım, nasıl işine engel olurum...'' derdinde. Bu beni çok üzüyor. Ceplerinden tasmalı bu yaratıklara diyecek bir lafım yok. Bu yazdıklarım insanlara olan tepkimdir. Vurdum duymaz, dünyayı yöneten cahil kafalaradır.
Neyse ateşimi yaktım güçlükle de olsa... İyi ki yanıma gelirken bir düzüne çıra almışım. Ateşimi yaktıktan ve çadırımı kurduktan sonra yol, temiz hava ve bütün haftanın yorgunluğu beni hayli acıktırmıştı. Hemen çantamdan gelirken o tatlı kasiyer kızdan aldığım ekmek, sucuk ve çubuk krakerimi çıkarttım. Yanımda ağırlık yapmasın diye su almamıştım. Hemen çantamdan boş pet şişelerden birini kar ile doldurdum ve şişeyi azcık ateşe tuttum (böyle bir ortamda kesinlikle ama kesinlikle kar yemeyin). Hemen su olmaya başladı. Ancak bu suyu içemezdim. Suyu içmeyip su dolu pet şişeyi direk ateşe attım :) Ateş eritir şişeyi diyenler yanılır. Çünkü su dolu bir şişeyi ateşe attığınızda pet şişeye hiç bir zarar vermez (denemek serbest). İçindeki su kaynadığında sopa yardımıyla şişeyi aldım ve getirdiğim termosumun içine doldurdum. Eğer geldiğim rotayı kullanacak olan varsa yol üzerinde kuşburnu ağaçları var oralardan kuşburnuların kırmızı olanlarını alabilirler. Yoldan gelirken aldığım kuşburnularını sıcak suyun içine attım. Kapağı kapatıp bir süre aromasının gelmesini bekledim. Kapağı açtığımda kıpkırmızı bir su ile karşılaştım.
Ohh ateş karşısında yorgunluğuma çok iyi gelen bu doğa mucizesi içecek aynı zamanda havanın ısısını yükseltiyodu sanki. Onu ateş başına bırakıp bir ağaçtan karları silkeleyip biraz kalın dal aldım. Bıçağım ile dalın üzerindeki kabuğu soydum ve ucunu sivrilttim. Artık şişim hazırdı :) Ateş üzerine biraz tuttuktan sonra sucuklarımı bu şişime itina ile sıraladım. Ateşin üzerine turar tutmaz sucukların yağları akmaya başladı. Bir süre ateşe fazla yaklaştırmadan onları pişirdim ve ekmeğimin arasından dal parçasını geçirerek bütün sucukları ekmeğimin arasına aldım. Sucuklar öyle güzeldi ki resmen ağzımda eriyorlardı. Kuşburnumu da bir taraftan yudumlayarak karnımı doyurdum. Ateşin sıcaklığı çadırımın içini ısıtacak kadar sıcaktı. İçeri girdim ve notlarımı almaya başladım. Bakalım bu gece nasıl geçecek. Biraz uyuyayım...
''O GECE''
SAAT 12:00 ==> Tulumumdan kafamı çıkarttığımda resmen buzdolabındaymış hissi geldi. Çadırı azcık araladım ki ne göreyim. Ateşten eser yok. Hemen girdim tuluma ama ayaklarım üşüyorlardı. Polar battaniyemi iki kat yapıp ayaklarımın ve dizlerime kadar olan kısma sardım. Artık biraz daha iyiydi. Üzerimede bir tane kazak tarzı bişey giyip uyumaya koyuldum.
SAAT 02:23 ==> Tam bu saatte hafif bir titreme ile uyandım. Üşümüştü vücudum ve bunu bana haber veriyordu. Üzerime bir termal kazak daha giydim ancak hava soğuk olduğu için pek anlamadım. Lambanın aydınlattığı çadırımın kenarları terleme yapmış ve nem buza dönüşmüştü. İtiraf edeyim ürkütücü bir görüntü :) Bütün nefesim duman şeklindeydi. Ellerimi tulumdan çıkarttığım için parmaklarım üşüyordu. Termometrem -7 dereceyi gösteriyordu. Reşo yakıtını çantamdan çıkarttım ve onu yakmayı planlıyordum. Ama önce beni uğraştıran o kapağını açmam lazımdı. Aksilik ya bıçağımı o an bulamadım. Onun yerine anahtarımı kullanarak kapağı açtım. Çakmak dahi yanmak istemiyordu bu soğukta.
Parmaklarım soğuktan haraket etmekte zorlanıyordu. Çakmağı 2 dakika gibi bir sürede yaktıktan sonra jeli tutuşturdum. Ama bir sorun daha vardı ki o büyük bir sorundu. O yakıt teneke kutudaydı ve gitgide ısınıyordu. Hemen defterimin üzerine koyarak onu seyretmeye ve tulumun içinde üşüyen bedenimi ıstmaya çabaladım. Bu yakıt bir süre sonra defterimede zarar verir diyerek kapağını kapatarak söndürdüm. Saat 02:45 olmuştu ve ben az bişey ısınmıştım. Ama ayaklarım öyle söylemiyorlardı. Aklıma o an teneke kutuyu ayaklarıma koymak geldi ve tenekenin ısısı biraz düşünce ayaklarıma koydum. Biraz ısınmış (idare edecek kadar) olarak uyumaya çalıştım.
SAAT 05:15 ==> Ayağımdaki sıcaklık gitmiş her tarafım üşür durumda tulumun içinde uyandım. Soğuk bir taraftan rüzgar bir taraftan derken kar yağdığını ve rüzgar ile tipiye dönüştüğünü farkederek iyice tuluma büründüm. Soğuktu ve sanırım tulumumun min sıcaklığı aşılmıştı. Yakıtı tekrar ateşledim ve tulumun içini nefesimle ısıtarak dayanmaya çalıştım. Bu şekilde bir durumda kaldığınızda vücut içinde olanlar şunlardır:
1) Vücut ısısı düşmeye programlı gibi sürekli düşer.2) Vücut ısısı düştükçe beyniniz damarlara emir verir ve derinizin altında kasları besleyen damarlardaki sıcak kan iç organlarınıza doğru akmaya başlar. Çünkü iç organları korumaya çalışır.
3) Bunun sonucunda kaslarınızı haraket ettirememeye yani donmaya başlarsınız.
4) Dokulara, hücrelere kandaki oksijende gitmeyeceği için tende morarmalar başlar.
5) Bir süre sonra beyin kendini korumak için sizi bayıltmaya çalışır veya uyutmaya çalışır. Çünkü sizin en ufak bir haraket çabanız dahi onun zor durumudur ve sizi etkisiz kılmaya çalışır.
6) Eğer buna aldanırsanız uykuya dalarsanız KAÇINILMAZ SONUNUZ GELDİ DEMEKTİR!!!
Ancak bundan kurtulmanın bir yolu vardır. Oda sırayla şunlardır:
- Bol bol ve derin nefesler alın. Yapabilirseniz diyafram nefesi almaya çalışın. Bu kanınızı haraket ettirir.
- Vücudunuzda karıncalanma olacaktır. Bu iyiye işarettir. Kanınızın harakete geçtiğini gösterir.
- Bundan sonra nefesinizi tutmaya başlayın. Derin nefesler alın ve tutun. Bu beyninizin oksijene doymasına ve iç organlarınıza daha rahat servis edilmesine sebep olur. Oksijen almaya başlayan vücut hücreleri yenilenir ve uyku durumunuz ortadan kalkar.
- Kaslarınızı haraket ettirin ve vücut sıcaklığınızı normale getirin.
- İŞTE BUDUR KURTULDUNUZ DONMAKTAN ;)
Ben de bu işlemleri yaparak yavaş yavaş ısınmaya başladım. Bir süre sonra vücut kendi ısısına gelince uyudum.
SAAT 07:20 ==> Uyandım ve günün ilk ışıklarını görmek beni çok mutlu etmişti. Başarmıştım!! Zafer benimdi!! Rüzgar ve kar yağışı dinmiş onun yerini hafif bir sis almıştı. Ateşimi yine tutuşturup güzel sıcak bir kuşburnudan sonra çadırımı topladım. Üzerimde 3 kat kıyafet ile montumuda giyerek attım sırtıma çantamı ve yürümeye, bu eşsiz doğadan ayrılmaya başladım. Aşağılara indikçe sis hepten dağıldı. Dün gelirken bıraktığım izler kaybolmuştu. Dizlerime kadar karda güçlükle ilerliyordum.
Ve işte en sonunda köyün girişine ulaşmıştım. Bacalardan tüten dumanları görmek ve arkama dönüp baktığımda geldiğim o eziyet dolu yolu görmek onu geride bırakmak anlatılamaz bir hazdı.
BULGARİSTANLI BALCI TEYZE :)
Sırtımda çanta aheste aheste köyün içinden geçip ana yola çıkmıştım. Bir de baktım bir teyze beni çağırıyor. Gülen yüzü, açık sarı ve uçları kıvırcık saçları vardı, eliyle bana işaret ederek ''gel bakiyim buraya be kızanım'' diyordu :)
Gittim yanına balcı teyzenin. Geçtik sobanın başına bir koyu sohbete koyulduk. Birbirimize bir sürü sorular sorduk ve benim hayır diyemeyeceğim o soruyu sordu: ''Karnın aç mı?''
Evet dememle içeri fırlaması bir oldu. Bu arada bu tontiş teyzem onun demesiyle ''Göçmenim ben be kızanım'' :D
Bana bunu söyledikten sonra iyice kanım ısındı. Çünkü bende muhacır halk diliyle macırım :) yani göçmenim. Bu arada ekmek getirmiş tontişim. Onları bi güzel sobanın üzerinde ısıttık. Birde tereyağı ve balla o sıcacık ekmek öyle güzel gittiki anlatamam. Çok sevdim bu teyzeyi ben yaa :)
Eğer yolunuz Kestel/Derekızık köyüne düşerse bu teyzenin ballarını tavsiye ederim. %100 organik katkısız bal. Bu teyzenin yeri tam olarak Küreklidere Şelalesi'ne gider diye bir tabela var. Hemen oranın dibinde. Bundan sonrası malum. Oradan çıkıp Kestel'e ve ordanda meraklı gözler ile metroya binip Uludağ Üniversitesi'ne kadar geliyorum.
Oradaki sıcak ve samimi insanlara SEVGİLERİMLE...
Ayrıca beni Cuma gecesi evinde misafir eden o güzel insan BURAK TEMEL abime de selam olsun... <3 <3 <3
Sercan MERAL