Flamenko’nun ana vatanı ve tabii raks… Dans… Bu bölgenin adını her duyduğumda beynimden geçen ve içimden söylediğim cümle hatta yarım yamalak şarkı; "Endülüs de Raks" olmuştur. Endülüs'e doğru giderken bu cümle daha da yoğunlaşıyor düşüncelerimde, neden derseniz 5 senedir dansa gönül verdim, sadece bir hobi olarak, severek ve keyifle çeşitli dansları yapmaya çabalıyorum.
İspanya'nın bu yöresine uzun yıllar önce gitmiştim. Bilinçsiz gittiğim bir geziden aklımda kalan çok az görüntüler oldukça bulanık, hatırlayamadığım ve görmediğim çok yer olunca bu yöreyi tekrardan görme zamanı geldi diye düşündüm. Yeni bir gezgin olarak tarihiyle ünlü bu bölgeyi bir de gezgin gözüyle görmeliyim diye düşündüm. Güzel bir Flamenko izleyecek olmak; Elhamra Sarayı, Cordoba Eski Kenti ve Sevilla Katedrali gibi dünyaca ünlü şaheserler ile UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmiş, Avrupa’nın en batısında adeta bir Doğu bölgesi keşfetmek de ayrıca büyük bir keyif, düşüncesi bile heyecan verici.
Seyahatimiz Andalusia Bölgesi ve İspanya'nın da büyük kentlerinden biri olan Malagauçuşu ile başlıyor.
MALAGA
Akdeniz kıyılarının ünlü Costa del Sol'u (Güneşin Sahili) ve ünlü kenti, Picasso’nun Şehri, Flamenko’nun doğduğu şehir. Başka birçok sıfat eklenebilecek bir kent…
Malaga için alçalmaya başladığımızda masmavi suların üzerinde pırıl pırıl parlayan güneş gezimizin güzel geçeceğinin müjdecisi gibiydi. Kıyı şeridine yaklaştıkça görüntüye giren manzara bana yıllar önce (1980’li yıllarda) buraya geldiğimde sohbet ettiğim İspanyolların bir sözünü hatırlatıyor; "Siz bizim yaptığımız hatayı yapmayın, sakın betonlaşmayın" demişlerdi, duydum. Ama keşke benim sesimi de birileri duyabilseydi.
Uzun bir hafta sonu tatiline epey şehir sığdırmaya çalıştık, bu nedenle de Malaga'da bir şehir turu yaptıktan sonra, görecek sayısız eserleri olan Sevilla'ya devam etmeyi planladık. Ancak ünlü İspanyol Picasso'nun doğum yeri olan şehirde onun evini ziyaret etmeden olmaz tabii. Birçok restoranın ve kafenin sıra sıra dizildiği büyük güzel bir meydana bakan üç katlı bir evde doğan büyük ustanın çocukluk anıları, ona ve ailesine ait eşyalar, hatta duvarlarda genç yaşlarında yaptığı fırça darbelerini görebilirsiniz. Ondan ufak bir hatıra resim alıp [ elbette orijinal değil : ) ] yine beni kıskandıracak büyüklük, yeşillik ve güzellikteki parkı da görüp sahile doğru ilerliyoruz.
İçimizden geçen, upuzun sahil şeridinde buz gibi bir beyaz şarap eşliğinde deniz mahsulleri yemek… Gezimize başlarken biraz keyif yapmadan olmaz elbette. Tam da hayal ettiğimiz gibi uçsuz bucaksız kumların üzerinde güzel bir restoran buluyor, buz gibi ve çok beğendiğimiz bir yerel şarap eşliğinde çok lezzetli bir yemek yiyip yola koyuluyoruz. Bu arada 2 şişe şarap, tapas ve bol deniz mahsullerinden oluşan yemeğe 6 kişi 100 € ödeyince şaşırmadan edemiyoruz, gerçi sonraki yemeklerimizde de aşağı yukarı bu fiyatı ödüyoruz, İspanya'da yemek ve şarap fiyatları oldukça uygun.
Bu şirin şehre ilk kez gelen arkadaşlarım da bu küçük şirin şehri çok seviyorlar ama yola çıkma zamanı, önümüzde 200 km uzaklıktaki Sevilla’ya 2 saatlik yolumuz var.