Elif Özgen: “İnsan gittiği yerdeki hayatları anladıkça, kendisinden farklı olana hoşgörüsü de artıyor”

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Ben Elif Özgen. Antalyalıyım, 3 çocuklu bir ailenin ortanca çocuğuyum. Üniversite için İstanbul’a geldim, sonra da basın sektörüne girince dönemeyişim muhteşem oldu, bir türlü dönemedim yani Antalya’ya :) 14 yıldır İstanbul’dayım. 10 yıldır Dış Haber Muhabirliği yapıyorum. Son 5 yıldır CNN Türk’teyim. İşim dünyayı takip etmek; zaman zaman masa başından, bazen de sahaya inip olayın yaşandığı yerden. İşimin en sevdiğim kısmı muhabirlik yapabildiğim zamanlar. Bir diğer deyişle sahaya inip, oradaki olayı yaşayan insanlarla birebir konuşabildiğim, atmosferini soluyabildiğim zamanlar.

Elif Özgen: “İnsan gittiği yerdeki hayatları anladıkça, kendisinden farklı olana hoşgörüsü de artıyor”

Kendinizi bir “gezgin” olarak nasıl tanımlarsınız?
Bence ‘gezgin’ olmayı ‘gezen’ olmaktan ayıran, gittiğiniz yere beslediğiniz ‘merak’ duygusu. Gittiğiniz ülkeyi, şehri sadece keyif versin, göz banyosu olsun diye gezmekten öte; keşfetmek için gezmek. Bu yüzden gittiğim her yere ‘yeni bir keşif mecrası buldum' gözüyle bakarım. Doğal-tarihi özelliklerini de incelerim, “bu bina kaç yılında yapılmış, bu apartman neden yamuk” bunları da sorarım. “İnsanları ne yer, ne içer?” “Selamlaşırken kaç kere öpüşür?” “Nasıl giyinir?” “Sokak sanatçıları nasıl muamele görür?” gibi soruların yanıtlarını da ararım. İnsan gittiği yerdeki hayatları anladıkça, kendisinden ‘farklı’ olana hoşgörüsü de artıyor. Bu yüzden ‘gezme’nin hiç de küçümsenmeyecek, insanı besleyen bir eylem olduğunu düşünürüm. Kısacası kendimi ‘meraklı' ve 'gezmenin hakkını vermeye çalışan bir gezgin' olarak tanımlarım.

Elif Özgen: “İnsan gittiği yerdeki hayatları anladıkça, kendisinden farklı olana hoşgörüsü de artıyor”

Bir Antalyalı olarak sizin gözünüzden Antalya’yı dinleyebilir miyiz?
Dingindir Antalya. İnsanı çok yormaz. Temmuz-Ağustos çok sıcak ve nemlidir evet ama onları çıkarırsanız geri kalan yaz sezonunda (ki 4 ay daha kalıyor) tam bir cennettir. 17.30’da işten çıkıp soluğu sahilde alıp yarım saat yüzüp evinize gidebilirsiniz ve muhtemelen İstanbul’da yaşayan çoğu insandan daha erken akşam yemeği masasına oturmuş olursunuz. Çok hızlı değişiyor, ben her gittiğimde çok değişmiş buluyorum. 
 
10 yıldır dış haber muhabirliği yapıyorsunuz, mesleğiniz gezilerinize nasıl yön verdi?
Mesleğim merak ve keşif duygumun baskınlığını keşfetmeme yardımcı oldu aslında. Ben haber için gittiğim yerlerde insan hikâyelerinin peşinde koştum hep. Ama bir insan yaşadığı coğrafyadan kopuk düşünülemez, bu yüzden şehirlerin hikâyelerini de merak ettim. Örneğin Paris’te sabah yayın noktasına giderken yol üzerinde bir kafe, iki de kitapçı belirledim. Akşam iş bitince çıkıp oraları gezdim, atmosferi gözlemledim. Yayın noktam çok uzak olmasına rağmen, bir akşam yarım saat yaratıp Eiffel Kulesi’ni görmeye gittim. Görev yaptığım yer sıkıntılı / can tehlikemin olduğu bir yer değilse, şehri keşfetmek için zaman yaratmaya çalışıyorum. Muhabirlikle gezginlik birbirine paralel aslında. Birinde bir olayı gözlemleyip izleyiciye aktarıyorum, yanımda kamera oluyor. Diğerinde deneyimlemek için gözlemliyorum, yakın çevremle ya da artık kendi sitem üzerinden merak eden insanlarla paylaşıyorum. Ama bu geziler sırasında kameram kendi gözüm oluyor.

Elif Özgen: “İnsan gittiği yerdeki hayatları anladıkça, kendisinden farklı olana hoşgörüsü de artıyor”

Blogunuz http://gezginmuhabirella.com nasıl ortaya çıktı? Hikâyesi nedir?
Çok ani ortaya çıktı. Bir gün yolda yürürken arkadaşıma Malezya’da gördüğüm havarayı anlatıyordum. ‘Çok değişik bir şey, dikkat çeken bir detay’ gibi bir şey dedim. Arkasından da ‘Seyahatlerimde iş dışında bana kalan bir sürü detay var, bunları da yazıp paylaşsam mı’ diye düşünürken buldum kendimi. Karşılıklı konuştukça, fikir fikri doğurdu. 3 aylık bir hazırlık süreci sonunda da ben Gezgin Muhabirella’yı doğurdum :) Arkadaşım Asuman Çilak günler süren çalışmadan sonra mikrofonlu, bavullu, turkuaz elbiseli Gezgin Muhabirella logomu çizdi. Daha 2,5 ay oldu ama yavaş yavaş geri dönüşler almaya başladım. Bir arkadaşım anlattığım bir kafeye gitmiş örneğin, ‘Müzikleri ne kadar güzeldi, çok huzurlu bir gün geçirdim, teşekkürler’ dedi, dünyalar benim oldu. Gönlümde yatan aslan tam da bu aslında. İnsanların hayatında iz bırakabilecek bir deneyime vesile olmak, mümkünse onlarla iletişimde kalıp aynısının kendim için de olabilmesini sağlamak.

Elif Özgen: “İnsan gittiği yerdeki hayatları anladıkça, kendisinden farklı olana hoşgörüsü de artıyor”

Hem mesleğiniz hem de gezme tutkunuz nedeniyle dünyanın birçok yerinde bulunmuşsunuz, en çok nereyi sevdiniz?
Bu sorunun benim için 2 cevabı var. Floransa’yı çok sevdim. Küçük, karakteristik, adını çiçek kokusundan almış; adı üstünde çiçek gibi bir şehir. Hayatımda gördüğüm en güzel gün batımlarından birini orada, Michelangelo Tepesi’nde izlemiştim. Güneş masalsı bir şehrin üzerine iniyor bir anda, muhteşem bir manzara. Sorunun 2. yanıtı Gazze. Coğrafya olarak da pek çok kişinin bilmediği, televizyonlara, gazetelere pek de yansımayan bir güzelliği var Gazze’nin. Biz hep savaş kareleriyle, enkaz halindeki Gazze’yi görüyoruz, gösteriyoruz. Ama o kadar güzel bir yer ki aslında. Çok güzel bir sahil şeridi var örneğin. Dünya üzerinde bir sürü para döküp denize girdiğimiz yerlerden geri kalan bir yanı yok hiç. İnsanlar Gazze’nin diğer yüzünü de bilsin istiyorum. Bunun gibi, iş için gittiğim yerlerde hafızama kazıdığım bu detayları da anlatıyorum bu yüzden sitemde, ‘bende kalanlar’ bölümünde.

Elif Özgen: “İnsan gittiği yerdeki hayatları anladıkça, kendisinden farklı olana hoşgörüsü de artıyor”

Kuala Lumpur seyahatinizdeki gözlemleriniz neler? Oradaki yaşamı nasıl buldunuz?
Kuala Lumpur’a girerken bir kâğıt imzalatıyorlar, ‘uyuşturucu ticaretinin bedeli ölümdür’ yazıyor. İslami kurallarla yönetilen bambaşka bir coğrafyaya gittiğim, daha havaalanından çıkmadan yüzüme çarpılmıştı bu deneyimle. Şehir çok kaotik, ben ‘kötü trafik’ konusunda İstanbul’u sollayan 2 yer bilirim, birisi Kuala Lumpur. Ama iklimi ve bitki örtüsü de bir o kadar güzel. Şehrin merkezinde, bol gökdelenli bir caddede gezerken bile kırmızı gövdeli şahane bitkiler, ağaçlar görebiliyorsunuz. Bizim gibi Muson iklimine uzak yaşayanlar için bulunmaz nimet. Ama tabii Muson demek, ani bastıran yağmur demek; sürekli hazırlıklı olmak lazım. Bir de klima kullanımları biraz abartılı, ellerinin ayarı yok. Özellikle toplu taşıma araçları çok soğuk oluyor, sürekli hırka bulundurmak gerekebilir. Motosiklet kullanımı çok da yaygın, Endonezya’da da öyleydi. 12 yaşındaki formalı kızlar kendileri motosikletle okula gidiyor ve o kadar korkusuzlar ki son sürat kullanıyorlar. Aynı şekilde 2 yaşında bir çocuğu annesi motosiklet üzerinde son sürat götürebiliyor. Trafikte pek çok kişiyi izlerken benim yüreğim ağzıma gelmişti ama onlar çok güvenli ve rahatlar. Bir de yine Endonezya’da bir cami tuvaletine girmek istediğimde çorabımla girmemi istemişlerdi. Tuvalet camiye ait olduğu için ayakkabıyla girmek yasakmış. Şok olmuştum, girmedim tabii.

Elif Özgen: “İnsan gittiği yerdeki hayatları anladıkça, kendisinden farklı olana hoşgörüsü de artıyor”

Belçika’nın, Brüksel’i gölgede bırakmaya başlayan şehri Brugge’e de bir seyahatiniz olmuş, buraya gideceklere tavsiyeleriniz neler olur?
Yılbaşı, Sevgililer Günü gibi tüm dünya için ortak özel günlerde gitmesinler çünkü çok kalabalık oluyor. Brugge bir Orta Çağ kasabası, 2. Dünya Savaşı’nda hasar görmemiş yegâne Avrupa kentlerinden biri. Dolayısıyla masalsı bir havası var. Etraf çok kalabalık olduğunda, örneğin kanal turu yaparken sıkış tepiş oturup, sürekli birileri fotoğraf makinenizin kadrajına girdiğinde, bu masalsı hava bozuluyor. İnsan orada kendini bambaşka bir psikolojiye kaptırıyor, bu büyünün başkaları tarafından bozulma riskini azaltmak için çok kalabalık tarihlerde gitmemek lazım.

Elif Özgen: “İnsan gittiği yerdeki hayatları anladıkça, kendisinden farklı olana hoşgörüsü de artıyor”

Biraz da mesleğiniz dolayısıyla görme fırsatı yakaladığınız Ortadoğu’dan bahsedelim… Neler söyleyeceksiniz? 
Beni Ortadoğu’nun en çok psikolojisi etkiliyor. Oradaki insanlar için yaşamak, sürekli mücadele içinde olmak demek; benim gördüğüm ülkelerde öyle en azından. Gazze’de, Mısır’da, Libya’da… Pek çoğu coğrafi olarak da çok güzel aslında. Örneğin Mısır’ın şahane turistik kentleri var ama Arap Baharı sonrası yaşanan olumsuz toplumsal olaylar buralara ilgiyi azaltıyor.
 
Eğer imkânınız olsa 1 yıl izin ve limitsiz maddi olanak verseler, nerelere giderdiniz?
Güney Amerika ülkelerini gezmek isterim. Bolivya, Uruguay, Şili, Arjantin, Brezilya, Kolombiya, Venezuela… Bir de Küba içimde ukde kaldı. ABD ile ilişkilerin düzelmesi sonrası çehresi değişecektir muhtemelen. Şimdi 2016 Mart’ında ABD Başkanı Obama gidecek, bu bir dönüm noktası Küba için. Ondan önce gidebilsem iyi olurdu :) 
 
https://www.facebook.com/gezginmuhabirella
https://twitter.com/elifozgen
https://www.instagram.com/elifozgen