Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Çocukluğumda bile yaptığımı bildiğim 2 şey vardı. Biri çizimler yapıp kıyafet tasarlamak ya da el işi, takı, vs. gibi tasarımlarla uğraşmak, diğeri de haritaya bakıp gideceğim yerlerin hayalini kurmak. Büyüyüp de hayatımın yönünü seçmeye karar verdiğimde, her alanda işime yarar diye düşünerek İstanbul Üniversitesi Pedagoji bölümüne girdim. Ama gönlümde tasarımcı olmak vardı. Okulum sırasında tasarım eğitimleri de alınca, mezun olur olmaz tasarımcı olarak çalışmaya başladım. Yıllar içinde tekstil dünyası bana güzel imkânlar sundu. Birincisi, tasarım yapmanın yanında, birçok değerli markayı yönettim, yerli - yabancı birçok müşteriyle çalıştım. Farklı kültürden, birçok insanla tanıştım. Diğer bir imkân ise gerek fuarlar, gerek müşteri ziyaretleri, gerekse alım yaptığım ülkeler dolayısıyla bana çok yeri gezme, görme imkânı verdi. Tüm bu seyahatlerim sırasında fotoğraf makinem hiç elimden düşmezdi. Önceleri küçük kompakt makinelerle çekerken, daha sonra fotoğrafçılık eğitimleri alarak, hem makinelerimi, hem de bakış açımı değiştirdim. Şimdi ise seyahat etmek ve fotoğraf çekmek en büyük tutkum. Yıllar içinde birçok ülke ve şehir gezme şansım oldu. Kanada da Kızılderililerle birlikte bir belgesel çektim. İz Tv'de 'Unutulmuş Bilgelik' adıyla uzun süre yayınlandı. Gezdiğim tüm bu yıllar içinde güzel hatıralarım birikti. Şimdi bir yandan gezmeye devam ediyorum, bir yanda da hatıraların ve bilgilerin paylaşıldıkça bir anlamı olduğuna inandığım için, bunları morvaliz.com isimli blogumda, ayrıca Sabah Gazetesi Tatil ekinde ve farklı turizm sitelerinde de elimden geldiğince paylaşıyorum.
Seyahatlerin hayatınızdaki yeri nedir?
Hayatımdaki en büyük tutkum. Dünyanın farklı köşelerini görmek, farklı kültürleri tanımak beni çok heyecanlandırıyor. Dünyamızdaki güzelliklere, gezdikçe ve gördükçe daha da aşık oluyorum ve bu güzellikleri de yazı ve fotoğraf ile paylaşmaya çalışıyorum.
Nasıl bir “gezgin”siniz? Bir gezgin olarak kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Bazen çok planlı bazen de çok plansız bir gezginim. Çoğunlukla yeni bir destinasyona gidiyorsam, o bölgeyle ilgili çok derin araştırma yaparım. Hem görülecek yerleri, hem de nerede ne yenir kısmını. Bence bir seyahatte gezmek ve görmek kadar, o yörenin yerel tatlarını tatmak da çok önemlidir. Bazen tamamen plansız, alıp makinayı çıkıyorum yola... Bakalım ne çıkacak karşıma diye. Ancak ortak nokta şu; mümkün olduğunca çok gezmeye çalıştığım için seyahatlerimde lüksü değil rahatlığı arıyorum. Az eşya ve az alışveriş ile maksimum keyif. Alışveriş yapıp, yükümü arttırmaktansa, bütçemi güzel bir manzara da harika bir sofraya ayırmayı tercih ediyorum.
Favoriniz hangi ülke/şehir? Neden burası?
Bir tane ile yetinemiyorum... Nepal, Rio ve Lizbon en sevdiklerimden. Nepal'in inanılmaz bir enerjisi var. Katmandu son derece kalabalık ve pis olmasına rağmen, belki tapınakların ve insanların inanca bağlılığı yüzünden çok mistik. Ne yazık ki depremde birçoğu yıkıldı. Deprem sonrası görmedim ama hala aynı enerjiyi yaydığına inanıyorum. Chitwan ve Pokhara ise Katmandu'dan çok farklı. Kendinizi çok rahat hissediyorsunuz. Dünyada sanki bir tek orası var ve hiç dert yok. Rio ise enerjisini insanlarından alıyor. 2 yaşındaki çocuğun bile plajda dans ettiğini görüyorsunuz. Lizbon ise sımsıcak bir duygu veriyor. Çini kaplı evleri, Akdeniz havası, deniz mahsullü yemekleri ile harika.
Blogunuz http://morvaliz.com/ nasıl ortaya çıktı, süreci anlatır mısınız? Blogunuzda neler anlatıyorsunuz?
Mor en sevdiğim renktir. Eşyalarımın da çoğu mordur ve sürekli seyahat ettiğim için [ bavulumun mor olduğunu söylememe gerek var mı bilmiyorum :) ], blogum için isim ararken, arkadaşlarım önerdiler. Ben de sevdim. Sloganım ' Dünya benim evim!'... Bu da beni çok anlatıyor. Çünkü her yerde kendimi oraya ait hissediyorum. Sanki hep orda yaşadım ya da bundan sonra hep orda kalacağım gibi. Blogumda, daha önce de belirttiğim gibi, hem hatıralarımı, hem de önerilerimi anlatıyorum. Yolculuklarımda başıma sürekli bir şeyler gelir ki bu da onları sıradan olmaktan çıkarır bence. Anılarımı da hem unutmamak, hem de paylaşmak adına yazıyorum blogumda…
Hiç farklı bir ülkeye yerleşmeliyim diye düşündünüz mü, yoksa gezmek için gitmeyi mi tercih ettiniz her zaman?
Dediğim gibi gittiğim yerde hiç yabancılık çekmem, hep oradaymışım, hep orada yaşamışım gibi. Yerleşip yaşama kararı alsam hiç zor olmaz gibi geliyor. Ama her dönüş yolunda, dönmenin de ne kadar keyifli olduğunu fark ediyorum. Dönebilmeliyim ki, bir sonraki seyahatimin hayallerini kurmaya başlayabileyim!
Ülkelerin yeme-içme alışkanlıkları çok farklı olabiliyor. Siz gezilerinizde bu durumu nasıl belirliyorsunuz, yemek yemek için nasıl yerler tercih ediyorsunuz?
Yeni yerler görmenin en keyifli yanlarından biri de, yeni lezzetler keşfetmek bence... Gittiğim yerde, yerel lezzetleri tatmayı tercih ediyorum. Genelde kahvaltımı otelde alıp, öğle yemeğinde hafif şeyleri tercih ediyorum. Gün ışığı varken görmek ve fotoğraf çekmek için bazen kilometrelerce yürüdüğüm oluyor. Akşam ise kendimi güzel bir yemekle ödüllendirmeyi seviyorum. Yemek için turistik ve lüks yerleri tercih etmiyorum. Mümkünse orada yaşayan insanlardan sorarak tavsiyelere göre hareket ediyorum.
Sizin gözünüzden Kenya’yı dinleyebilir miyiz? Hani şehirleri görmüştünüz, nasıl bir seyahat olmuştu?
Kenya'ya 2 kez gittim ama defalarca gidebilirim. İlk gidişim 2005 yılındaydı. Kompakt makinelerle fotoğraf çekiyordum. Kenya fotoğraf anlamında muazzam bir zenginlik. Küçük makine ile bile güzel kareler ortaya çıkmıştı. Ama fotoğraf eğitimleri almaya başlayınca, ilk düşündüğüm bu ekipman ve bu bilgiyle yeniden gitmek ve fotoğraf çekmek oldu. Nairobi standart bir şehir ama köylere indikçe hem doğa, hem de insanlar renklenmeye başlıyor. Serengeti yolundan Masai Mara'ya indim. Yerlilerle birlikte köylerine gittim. En neşeli yanı, köylülere reflektörü öğretmemdi. Önce korkup, sonra çok eğlendiler. Hatta reflektörü elinden bırakmayarak bana asistanlık yaptılar. Safari parklarda, sabah kahvaltısını yapan bir aslan ailesine rastladım. Kahvaltıları az önce avladıkları bir bizondu. Gitmeden önce, akşamüstü saatlerinde bir ağacın üstünde yayılan bir jaguar görmek istediğimi söylemiştim. Genellikle görmek, sayıları çok azaldığından dolayı zor. Ama tam da hayalini kurduğum şekilde bir jaguara rastlayıp, fotoğraflayabilme şansım oldu. Lake Nakuru ( Nakuru Gölü), flamingolarla pembe bir tablo gibi. 2011 yılında ikinci gidişimde, küresel ısınmadan dolayı sayılarının oldukça azaldığını görmek çok üzücüydü. Kaldığınız işletmeler genellikle yabancıların elinde. Zaten doğanın sunduğu rengârenk bir atmosfer varken, bakımla da birleşince cennete girmiş gibi oluyorsunuz. Ama Kenya'nın otelden dışarı çıkınca görünen yüzü ise maalesef fakirlik. Yine de defalarca gitmeye değer bir rota.
Kosta Rika geziniz nasıl bir deneyim oldu, ayrıntılarını paylaşır mısınız?
Kosta Rika'ya 2007 yılında gittim. Varışım bir buçuk gün sürdü. Navigasyon önümde, bir araba kiralayarak neredeyse bütün Kosta Rika'yı gezdim. Çok güzel bir ülke. Doğa inanılmaz. Beni en çok etkileyenler dev, renkli kelebekler ve Narango nehrinde yaptığım rafting oldu. Arenal yanardağı hala aktif bir dağ ve karşısındayken, tepesinden tüten dumanlardan dolayı her an patlayacakmış hissini veriyor. Kahve tarlaları müthiş! Benim gittiğim dönem yağmur mevsimine geldiğinden saat 14.00 ile 16.00 arasında neredeyse seller götürüp, ardından pırıl pırıl bir güneş çıkıyordu. Giderken balayı bölgesi olduğunu bilmiyordum. Bu yüzden her yönde çiftleri görünce biraz şaşırdım. Çok keyifli ancak ulaşımı çok zor bir destinasyon.
Fotoğrafını çekmekten en keyif aldığınız şehir neresi?
Farklı kültürleri seviyorum. Bu yüzden Nepal, Kenya, Hindistan bir fotoğraf cenneti bence. Ama bunun yanında Avrupa köyleri, manzara ve Roma dönemi yapıları olarak da harika. Geçen yıl gittiğim Fransa'nın Provence bölgesi, lavanta tarlaları ve Arnavut kaldırımlı yolları ve Roma dönemi evleriyle sanki bir festival gibiydi. Barselona ve İtalya'nın birçok yeri, renkli evleri ve pencereleriyle fotoğraf zevki veren yerlerden. En keyif aldığım yerlerden biri de Kanada. O güne kadar bu kadar temiz bir hava solumamıştım. Kanada'da çektiğim belgesel sırasında Kızılderililerle olup, onları ve yaşamlarını fotoğraflamak unutulmaz anılarımdan biri oldu. Ancak yurt dışı kadar yurt içinde, köylerimizin ve köylülerimizin fotoğraflarını çekmeyi de çok seviyorum. Sadece fotoğraf çekmekle kalmayıp, onlarla beraber yaşıyoruz. İnsanımız çok güzel, misafirperver. Gittiğimiz her yer bize evlerini, sofralarını açıyorlar.
Seyahat planlarınız arasında nereler var?
Uçak şirketlerinin kampanyalarını takip edip, uygun fiyata bilet almak mümkün. Ben de böyle biletler alarak, Şubat 2016'ya kadar Yunanistan - Girit, İtalya - Bari, Fransa - Menton Limon Festivali, Norveç - Oslo kuzey ışıkları için bilet alarak program yaptım.