Ocak ayının son günü bizi muhteşem güneşli bir gün karşılıyor ve biz bu sıcak günde İstanbul'un kadim semtlerinden Fener sokaklarını dolaşarak geçiriyoruz. Ben aslında Balat'ta doğmuş biriyim, babamın gençliği Balat-Fener civarında geçmiş. Ama daha ilkokula başlamadan önce oradan taşındığımız içi hatıralarım çok canlı değil. Ancak ne zaman yolum düşse mutlu olurum, bu renkli semt yaşamı çok ilgi çekici...
Fener turumuza Fener Ortodoks Rum Patrikhanesi ile başlıyoruz. Patrikhane beni açıkçası biraz hayal kırıklığına uğrattı. 300 milyon Ortadoks'un patrikhanesi nasıl bu kadar küçük bir bina olur?
Öğreniyorum ki bunun bir sebebi varmış: Osmanlılar, camilerden daha yüksek kilise veya gayrimüslim dini yapıların yapılmasına izin vermiyormuş, bu nedenle diğer ülkelerdekilere göre oldukça küçük bir bina. Önce faaliyetlerini Havariyun (12 Havari) Kilisesi’nde yürüten partikhane, İstanbul’un fethinden sonra Çarşamba semtindeki Pammakaristos Manastırı’na taşınmış. Sonra sırasıyla Fener Vlah Sarayı Kilisesi ve Ayvansaray Ayios Dimitrios Kilisesi’ne geçen patrikhane, 1602 yılında şu anda bulunduğu Aziz George Kilisesi’ne yerleşmiş.
Günümüzde dünyadaki Rum Ortadoks cemaati tarafından ana kilise olarak kabul edilen patrikhanenin orijinal bazilikası büyük yangında tamamen yanınca 1720’de yeniden yapılıp bugünkü görünümüne kavuşmuş. Eğer İstanbul’daki Bizans kiliselerinin en parlak dönemlerinde nasıl göründüğünü merak ediyorsanız patrikhaneyi mutlaka görmelisiniz; muhteşem dekorasyonu, ışıl ışıl ikonaları ve Hz. İsa’nın ışığı anlamına gelen mumları ile çok etkileyici bir bina.
Patrikhane'den çıkar çıkmaz kafanızı sağa çevirdiğinizde karşınıza bu sütunlu dev yapı çıkıyor. Burası Roma'da bir ara sokak değil, Fener'in ara sokaklarından biri. Fotoğraftaki bu dört sütunlu muhteşem bina ise Özel Maraşlı İlköğretim Okulu. Maraşlı Rum bir aile tarafından yapıldığı için Maraş İlkokulu olarak biliniyor, şu an ise kaderine terk edilmiş biçimde yeni sahiplerini bekliyor.
Maraşlı İlkokulu sağınızda kalacak şekilde yürümeye devam ettiğinizde ise karşınıza rengarenk şekilde restore edilmiş eski rum evleri çıkıyor. Zamanında dönemin zengin ailelerinin yaşadığı bu ever şu an otel olarak hizmet veriyor.
Tekrar sahile iniyoruz, bu sefer istikamet Bulgar Stevi Stefan Kilisesi. Bulgar Eksarhhanesi'ne bağlı olan bu kilise Haliç kıyısından geçen herkesin dikkatini çekmiştir mutlaka.
Bu kilisenin en ilginç yanı ise tümüyle demir malzemeden ve prefabrik olarak yapılmış olmasıdır. Zamanının 4.000.000 gümüş levasına mal olmuştur. Dökülmüş olan parçalar, Viyana’dan Tuna ve Boğazlar yoluyla gemilerle getirilmiştir. Yapıldığı zaman; tüm dünyada sadece 2 adet olan demir kiliselerden diğeri zamanla yok olunca Sveti Stefan dünyadaki tek demir kilise olarak varlığını sürdürmektedir. 3 kubbeli ve haç şeklinde olan kilise, diş süslemelerinin zenginliği ile de dikkatleri üzerine çeker.
Kilise ve Patrikhane ziyaretlerimiz bittiğine gore artık Fener'in ara sokaklarına grime vaktidir. Stevi Stefan Kilisesi'nin karşısındaki sokaktan içeri girdiğimizde bizi ünlü sokak ressamı JR'ın çizdiği duvar resmi bizi karşılıyor.
Yol buyunca graffiti çizilmiş duvarlar eşliğinde kafeler, restoranlar, antika dükkanları, hediyelik eşya satan dükkanlar sıralanmış. Fener ben gelmediğim uzun yıllar boyunca cehresini epey değiştirmiş görünüyor.
Fener'in ünlü yokuşunu tırmanmaya başlıyoruz. Yolun sağında bizi Kırmızı Mektep karşılıyor. Çoğumuzun Haliç Köprüsü’nden ya da sahilinden geçerken gördüğümüz ve yine yıllarca Patrikhane olarak bildiğimiz “Kırmızı Mektep” diye adlandırılan binanın 1881 yılında mimar Pericles Demades tarafından yapılan “Fener Rum Lisesi” olduğunu biliyor muydunuz?
Okulun mimarisi bile bir zamanlar bu bölgenin ne kadar zengin olduğunu anlamamıza yetiyor. Dünyevi eğitimin Fener Rum Lisesi’nde, uhrevi eğitimin 1971’e kadar açık olan Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nda veriliyormuş. Okulun camları tel örgülerle kapatılmış bunun sebebi de çevre semtlerden çocukların “gavur okulu” diye camlara taş atmaları…
24 öğretmenin ve 55 öğrencinin bulunduğu okulun öğrenci kapasitesi 600. Harika bir Haliç manzarasına karşı fotoğraf çektirmekle yetiniyoruz çünkü okulun içine girilmesini yasaklamışlar verilen zarardan ötürü.
Fener sokaklarında yürüdükçe maalesef çarpık kentleşme ne demekmiş iyice alıyoruz. Bir yandan bakımsız eski Rum evlerinin yanından geçerken diğer yanımızda restore edilmiş rengarenk konaklar görüyoruz. Biraz ilerleyince de gecekondular, içiçe girmiş apartmanlar... Şehrin tüm dokusu burada iç içe geçmiş ve tam bir medeniyetler karması mevcut. Kürt, Türk, Arap, Avrupalı her milletten insan yaşıyor burada...
Bol yokuşlu rengarenk Fener sokaklarını turlayıp tekrar sahile doğru iniyoruz. Tam sahile iniyorduk ki içinden "satıyorum satıyorum" nidaları ile bağıran bir dükkan bizi kendine çekti. Burası Fener Antik Mezat, içeride her türden eski eşya açık arttırma usulü satılıyor.
İçerisi oldukça kalabalık, müdavimi olduğu ilk bakışta anlaşılan kişiler büyük bir çekişme ile satılan ürünleri almaya çalışıyorlar. Değerli antikalar satıldığı gibi eskici tarzı şeyler de satılıyo. Bizim de kısmetimize bir adet metal plaka düştü, Alman biralarının kasalarının mührüymüş.
Mezat alışverişimizi de tamamlayınca artık Fener'den ayrılma vakti geldi. Son derece keyifli geçen günün sonunu buralara kadar gelmişken tarihi Vefa Bozacısı'nda noktalıyoruz.