Amsterdam'dan Brüksel'e 5 Gün

Her şey normal bir akşam yemeği gibi başlamıştı. Önce yemekler geldi, sonra tatlılar ve en son garson geldi. Çay ikram ederken açıldı konu. “Haydi bir yere gidelim” diye bir soru atıldı ortaya. Nereye diye düşünürken bir sürü lokasyon geldi aklımıza.
– Barcelona?
– Yok ben gittim.
– Londra?
– Yok ya pahalı.
– Amsterdam?
– Aaa, olabilir!
– Başka merak ettiğimiz bir yer var mı?
– Brugge?
– O zaman içinde Brugge, Brüksel, Amsterdam olacak bir tura ne dersiniz?
– Tamam yarın biletleri alıyoruz abi.
– Tamam bana uyar.
– Süper!

Tüm plan bu konuşmayla başladı. Ertesi gün nasıl bir güzergah yapabiliriz diye tekrar toplandık. Amsterdam ve Brugge cepteydi, evet ama o an hepimizin aklından geçen bir şey vardı: “Gitmişken başka yerler de görelim, çevresini iyice araştıralım. Bir daha ne zaman gideceğiz?” Amsterdam ve Brugge olarak düşündüğümüz rota bir anda tüm Hollanda ve Belçika olarak değişti. Artık bu iki ülkede nerelere gidilir diye düşünüyorduk. Brugge, doğal güzellik açısından bizim için görmemiz gereken bir noktaydı. Amsterdam kanalları ve köprüleriyle merak edilesi bir merkezdi. Giethoorn için Hobbit Köyü, Gent için hala orta çağ şehri diyorlardı. Utrecht öğrenci şehri, Zaanse Schans masallar köyüydü.

Ve ona göre rotamızı belirledik programımızı yaptık. Bize 5 gün lazımdı. Seyahatimize Brüksel’den başlayacağız ve Amsterdam’da bitireceğiz. Biletlerimizi buna göre aldık.

Tavsiyem biletlerinizi olabildiğince erken almaya çalışın. Bizler biletlerimizi kişi başı gidiş-dönüş 280 TL’ye aldık. Gerçekten seyahat günü gelmeden uçak parasını ödemeniz büyük avantaj. Bizim için diğer büyük avantaj 5 kişi olmamızdı aslında. Çünkü tüm masraflar 5’e bölündü. Mesela, bu kadar şehrin ara transferlerini sağlamak için araba kiralamaya karar verdik. 5 gün için toplam 900 TL civarı bir rakama aracımızı kiraladık. Bu da kişi başı 180 TL yapıyor. Yani Belçika-Hollanda’da ulaşım maliyetimiz kişi başı 180 TL oldu. İkinci alternatif olarak aracımız olmasa ne öderdik diye düşündüm. Sadece Brüksel-Amsterdam hızlı treninin 50 Euro olduğunu görünce tamam dedim hemen araç kiralayalım.

Gideceğimiz şehirlerde ne var ne yok diye araştırırken. Bir sürü ziyaret edecek nokta buldum. Her biri ayrı merak edilesi. Brugge’de kanal turu yapmak, Ajax maçını izlemek, Heineken Müzesi’ni ziyaret etmek ve daha bir sürü şey... Hatta bir ara 5 gün sanırım yetmeyecek düşüncesine bile kapıldım.

Eğer deniz, kum,güneş tatili yapmayacaksanız. Size ufak bir kaç tavsiyem var.

  • Klişedir ama tatil arkadaşınızı gerçekten iyi seçmelisiniz. Dediğim gibi tarzınız yeni yerler keşfetmek, tanımak ise sizin temponuza ayak uyduracak birini bulmalısınız.
  • Bence seyahatlerinize en az 3, en fazla 5 kişiyle gitmeye çalışın. Maliyet ve eğlence açısından daha memnun edici oluyor.
  • Gideceğiniz şehri oralı gibi yaşayın. Nasıl mı? Maça, konsere, sergiye gidin. Foursquare uygulamasından popüler kahveci ve restoranları bulun. Bu çok işe yarıyor.
  • Tripadvisor uygulamasını ve gideceğiniz şehrin haritasını telefonunuza indirin. (Offline çalışıyor.)
  • Toplu ulaşım yerine, bisiklet kiralamaya veya yürümeye çalışın. Bu şehirde daha çok ayrıntı görmenizi sağlar.
  • Yurtdışında yabancı dil korkun asla olmasın. Bir şekilde anlaşıyorsun.
  • Sabah erken uyanın! Bir şehrin en güzel zamanı sabahları olur.
  • "Buraya kadar geldim, şurayı da görmeden dönmemeliyim" düşüncesi çok önemli! Bu yüzden gideceğiniz şehrin çevresini hatta köylerini iyi araştırın lütfen.
  • Yükünüz az olsun. Valizi olabildiğince küçük yapmaya çalışın. Hatta seyahatiniz bir haftayı geçmeyecekse büyük bir sırt çantası yeterli.

Şimdi Hollanda-Belçika seyahatime geri dönelim...

1. Gün (Brüksel, Gent)

Sabiha Gökçen Havalimanı'ndan başladığımız yolculuk 3 buçuk saat sürüyor. Brüksel Charleroi Havalimanı'na indikten sonra pasaport sırasında sırayı görünce polisin çok soru sorduğunu anlıyoruz. Eğer gireceğiniz ülkede çok sıra varsa çok soru vardır. Sıra bize geldiğinde polis kibar bir şekilde, nerede ve kaç gün kalacağımızı sordu. Dönüş biletimizi istedi. Cebimizde ne kadar para olduğunu sordu ve pasaporta kaşeyi bastı. Pasaporta bakan polisin kaşe basması benim kulağıma hep hoş geldiniz olarak gelir. Yaptığımız ilk iş kiraladığımız aracımızı teslim almak oldu. Ehliyetlerimiz Avrupa ülkelerinde 6 ay süreyle geçerli. Bu yüzden ekstra bir başvuru yapmama gerek kalmadı. Ama Avrupa’da ilk kez araba kullanacağım için ufak bir tedirginlik vardı.

Havalimanı kavşağından çıktım derken, "daaan!" kornayı yedim. Sebebi şu, Türkiye’de göbek dediğimiz kavşaklara yol boşsa girmeye alışmışız. Meğer kural farklıymış. Göbekteki son araçtan sonra yola girmeliymişim. Neyse ders oldu. 40 dakika süren yolculuk sonrası Brüksel merkezine ulaştık. Aracımızı otoparka bıraktıktan sonra şehri yürüyerek gezmeye başladık. Brüksel, Avrupa Birliği merkezi ve dolayısıyla neredeyse her caddede, Avrupa Birliği binalarına, bayraklarına rastlamak mümkün. Avrupa Birliği binaları dışında ise Atomium, Brüksel Town Hall, Cinquantenaire gibi görülecek birçok yer var. Tüm bunları detay detay anlatmayacağım. Benim en etkilendiğim yer Grand Place oldu. Gece gündüz hareketli olan bir yer Grand Place. Brüksel’in en önemli ve hareketli meydanı. Hatta ağustos ayında 5 gün süreyle çiçekten halı sergilerler burada. Meydan çevresinde de birçok kafe ve restoran var. Burada gezilerimizi tamamladıktan sonra akşam konaklayacağımız Gent şehrine doğru hareket ettik. Gent, Brüksel’den 40 dakika uzaklıkta ve küçük bir şehir. Kişi başı 110 TL civarı konaklamanızı halledebilirsiniz.

2. Gün (Gent, Brugge, Utrecht)
Gent sabahına uyandık. Programımızda bugün Gent ve Brugge var. Akşam ise Amsterdam’da konaklayacağız. Bu yüzden erken kalkmamız önemliydi. 08.00’de yollara düştük. Gent’in sabah hareketliliğine denk geldik. Gent muhtemelen 1 saat içerisinde yürüyerek gezilebilecek bir yer. Kendi halinde kalabalıktan uzak bir orta çağ şehri. Koca koca kathedraller ve Gotik denilebilecek yapıların bulunduğu bir şehir. Şehrin merkezinde Gravensteen Kalesi var. Gerçekten ürkütücü bir yapı. Ayrıca, Saint Bavo ve Saint Nicholas kiliseleri de adeta "ben buradayım" diyor. Bu büyük yapılara hayranlıkla bakarken kahvaltımızı yaptıktan sonra yola çıktık. Rotamız 45 dakika sürecek yolculuk sonrası Brugge'deydik.

Brugge'ü hala görmediyseniz, tüm okuduklarınızı duyduklarınızı unutun. Çünkü burayı gördükten sonra daha farklı bir hissiyat taşıyorsun. Böyle bir güzelliği görünce 2. Dünya Savaşı'nda iyi ki hasar görmemiş bugünlere kadar gelebilmiş diye düşündürdü. Brugge “köprüler” anlamına geliyor ve kanalları birbirine bağlayan sayısız köprü ve dar sokaklar var bu şehirde. Bu dar sokaklar  Belfry, Town Hall, Pieter de Connick Heykelleri'nin de bulunduğu Brugge’nin kalbi Markt Meydanı’na götürüyor seni. Markt Meydanı'na gelince 360 derece tam bir Ortaçağ cümbüşü. Markt Meydanı’na yaklaştığınızı zaten mis kokulu çikolata ve bisküvi kokusundan anlayabilirsiniz (abartmıyorum).  Yani demem o ki, çikolatanın sadece dükkanlarda olduğunu düşünme. Brugge gerçek bir çikolata şehri. Bu kadar fazla çikolata dükkanı göreceğimi ve içlerinde bu kadar çok çeşit ve farklı türlerde yapılmış çikolata olacağını hayal edemezdim açıkçası.

Bu arada çikolata kadar danteliyle de meşhur Brugge. Eski televizyon üzerinde veya sehpalık dantelleri buradalarda yeniden gördüm. Dantel dükkanlarına olan ilgi de oldukça dikkat çekici. Markt Meydanı nasıl Brugge’nin kalbi ise, kanalları da bir o kadar ana damarları diyebilirim. Pek çok şehirde olduğu gibi 5 farklı noktadan yaklaşık 30 dakika süren Brugge kanal turu da yapılıyor. Kanal turu yürürken gördüğünüz yerleri farklı bir açıdan gözlemlemeniz için ideal.

Büyük bir hayranlık duyduğumuz bu şehirden de ayrılma vakti gelmişti. Brugge çıkışında bir markete girdik. Brugge, Amsterdam arası 4 saate yakın sürüyor. Kendi aracınla seyahat etmenin en güzel yanı bu. Atıştırmalıklarımız ve Türkiye’de hazırladığımız müzik cd’leri eşliğinde giderken Utrecht tabelasını gördük. Muazzam bir öğrenci şehriydi! Ardndan gece geç bir saatte konaklama için Amsterdam’daki otelimize ulaştık.

3. Gün (Amsterdam)
Bugünü komple Amsterdam’a ayırdık. Amsterdam gerçekten etkileyici ve her kültürden insanın bulunduğu kozmopolit bir şehir. Her insanın merakını cezbedecek noktalar var. ,

Günlüğü 14 Euro olan bisikletimizi kiraladık. Öncelikle 5 arkadaş, şehir içinde turladık. Bir şehri bisikletle gezmek gibi keyif veren bir şey yok sanırım. Tüm caddelere girip çıkıyorsun ama Amsterdam’ın bisiklet trafiği, araç trafiğinden daha fazla. Her yer bisiklet. Bisikletler için kapalı otoparklar, trafik lambaları, bisiklet şeritleri var. Burada bisiklet bir kültür anlayacağın. Şehirde turladıktan sonra rotamızı Vondelpark’a çeviriyoruz. Vondelpark gerçekten şehrin göbeğinde müthiş bir cazibe merkezi. Yeşil içinde bisikletle ilerliyoruz. Vondelpark sonrası Heineken Müzesini ziyaret ettik. 2 saat süren turumuz karşılığı 20 Euro ödedik. Heineken ilk kez gezdiğim ve hayran kaldığım bir fabrika. Kesinlikle gitmenizi tavsiye ediyorum. Rijksmuseum, Van Gogh Müzesi gibi bir çok gezilebilecek yer var. Akşam ise Amsterdam Arena’ya Ajax-Groningen maçını izlemeye gittik. Dikkatimi çeken ilk şey sıkıntısız bir wifi erişimi ve sessizlik oldu. Gol olmasa kendimi tiyatroda sanabilirdim. Metroda formasıyla gelen teyzeleri gördüğümde sinyali almıştım aslında. Amsterdam’da futbol demek opera, tiyatro gibi bir etkinlik sadece. Holiganizm neredeyse yok. Gece konaklamamızı Dam Square ile Red Light arasında kalan caddede yapıyoruz. 3 Gece maliyetimiz 350 TL.

4. Gün (Amsterdam, Zaanse Schans, Marken, Edam.. )
Hollanda, kasabalarıyla ünlü bir ülke. Volendam, Marken, Edam, Zaandam, Zaanse Schans gibi hayranlıkla dolaşabileceğiniz kasabaları var. Dillere destan güzellik veya saklı cennet derler ya öyle bir yer her biri. Bu kasabaların her biri Amsterdam’a yarım saat mesafede. Otobüsle rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Gezdikçe kanal kenalarında süslü eski evleri ve değirmenlerin büyüsüne kapılırsınız. Hani bazen tablolarda görürsün ya arkada yel değirmeni, önünde yemyeşil bir bahçede otlayan inek veya keçi... Heh onlar burada işte! Amsterdam’a kadar geldiysen kesinlikle es geçme buraları. Buraları daha fazla anlatmayacağım.
Fotoğraflar anlatsın:

5. Gün (Amsterdam, Giethoorn)
Sabah uyandığımızda, Roursquare üzerinden nerede güzel bir kahve içebiliriz diye baktım ve retro bi kafe buldum. Eski püskü ama şık eşyalarla dekore edilmiş... Ne sipariş vereceğini düşünemeden bir sürü ayrıntıya daldığın bir yer burası. Kahve dükkanında başka ne satılabilir? Aklına ilk gelenler büyük ihtimalle kurabiye, kek, belki çay değil mi? Burası bu hizmeti bir tık öteye taşımış. Aydınlamayı sağlayan avize, oturduğun sandalye, baktığın tablo dahil bir çok şeyi satıyor. Üzerinde fiyatların bulunduğu etiketler var; istersen adisyona bunları da ekleyebilirsin ey kahve sever diyor Latei. Kahvemizi içtikten sonra Giethoorn’a doğru yola çıktık.

Amsterdam’a 2 -3 saat mesafede olan Hobbit köyüne ulaştık. Masallar şehri veya masallar diyarı derler ya.. O yerlerden birisindeydim. Hatta dünyada huzur yerleri başlığında bir liste hazırlansa listeyi zorlayacak bir yer Geithoorn. Burası kimilerine göre kuzeyin Venedik’i, kimilerine göre ise Hobbitler köyü. Bu köy Amsterdam’ın kuzeyinde, 150 km uzaklıkta. Geithoornpark’ın kendine göre kuralları var. Mesela motorlu taşıt ile girmek yasak. Bir yere kadar gidebiliyorsun, sonrsında park ediyorsun aracını. Köy içindeki ulaşım kanallarla ve birkaç yıldır bisikletle yapılıyor sadece. Büyüklü küçüklü 180 civarında köprü var. Bu köprülerin her biri bir evin gidiş yolu aslında. Acaba böyle bir evde yaşasam nasıl olurdu diye düşünüyor insan. İnce tuğlaları, sazdan çatıları ve kendine has kapı pencereleriyle önünden geçen herkesi birkaç dakika kendine bağlıyor. Dar sokaklarda doğa içinde kayboluyorsun burada. Bu köyde yapabileceğin tek aktivite huzura ermek desem yanlış bir şey demiş olmam herhalde. Ağaç gölgelerinde yatabilir, banklarda karşı kıyıda olan mimari harikası evleri izleyebilirsin. Yetmedi mi? Saati 6,5 Euro’dan bot kiralayabilirsin. Harikalar diyarında gezerken bu köyü ve birbirinden farklı bu evleri daha farklı bir açısından hayranlıkla izleyebilirsin.

Bu güzel kasaba Giethoorn’dan Amsterdam Schipol Havalimanı’na döndük. Böylece 5 günü dolu dolu yaşadığımız bu geziyi bitirdik. İstanbul’a doğru uçuşa geçtik.

Beş gün boyunca birbirinden güzel şehir ve kasabalar gördük. 5 günde 1200 km yol yaptık. Değdi mi? Fazlasıyla... Küçük bir hesap yapınca, bu seyahatin kişi başı maliyeti vize dahil olmak üzere 1600 TL civarı. Herkese iyi gezmeler, yolunuz hep açık olsun!

Fotografların devamı için instagram: seymen.b

Seymen BOZASLAN

Yazar Hakkında

Seymen BOZASLAN

Büyük şehirlerde küçük güzellikler peşinde koşmanın, hayallerimle geldiğim yerde başka hayaller kurma neşesi içindeyim.  Gözüme çarpanları hemen karalamayı, açtığım haritadan yeni güzergahlar belir