Bu satırları, klasik tabirle ''cennet gibi bir yerde'' kaleme almaya başladım. Niye başladım, nereye evrilir şimdilik muallak ama iç sesim ''yaz'' dedi. Ülkenin şizofrenik ortamından kaçarcasına çıktığım Hırvatistan yolculuğunun izdüşümleriyle birlikte enformatikle de harmanlanan bir yazı olsun istedim.
Sanırım herkesin kendi yaşamına, yaşamdaki anları ve mekanlarına ya da geçmişi, geleceğine ilişkin imgelem dünyası çocukluktan itibaren gelişiyor. Bazılarına göre reankarne olaylarından aktarımlar güçlü imgelemler şeklinde kendisini gösteriyor. Bu kısım bana uymaz. Neticede materyalist adamım. Ancak çocukluğumdan itibaren, iki imge ve eşlik eden iki koku peşimi bırakmaz. Sanki teknede geçmiş bir hayatım vardır imgelemimde. Teknenin kamarasında alabileceğiniz o ahşap, deniz, mazot karışımı koku bunu perçinler beynimin bir yerinde. İkincisi de ayçiçeği tarlalarının bitip kumsalın başladığı ıssız ve uzun kumsallarda geçen yazları, var olalı beri tanırmış gibi hissederim. Lodos sonrası havaya karışan yoğun yosun ve iyot kokusu eşliğinde.
Bu iki imgeleme eşlik eden coğrafyanın adı Trakya’dır benim için. Orta yaşa evrildikçe o coğrafyanın memleket sınırlarının ötesinde Balkanlar olduğuna karar verdim. Ama Balkanların neresi onu bilmiyorum. Belki bu imgelemlerin peşine düşme hayalinin bir parçası da bu karavan gezisi. Belki de çocukluğumdan itibaren kulağıma çalınan göçmen hikayelerinin etkisi. Gecikmiş geziler ama olsun.
Girizgah
Açıkçası fazla somut bir hazırlık yapmadım bu gezi için. Hazırlık daha ziyade düşünsel düzeyde oldu. Bu memlekette sıradanın bir tık ötesinde yaşamaya çalışanlar için karavanla tatil fikri yeterince cezbedici değil midir zaten? Bende de öyle oldu. Çadırdı, bungolovdu derken bir Kaş tatili sırasında yanımıza yerleşen karavan ve sevimli sahipleri yıllardır altta yatan közü harladılar. Eşime ne duruyoruz dedim. Kızım, ''Biz de karavanla gezelim baba nooluur'' dedi ve böylece 2014 yazında ilk karavan tatilimizi Türkiye’de yapmış bulunduk.
Böylelikle Karavan camiasına ucundan da olsa burnumuzu sokmuş olduk. Eh burun bu, durur mu? işi koku almak. Biraz araştırma, sohbet falan derken, karavancının ''hac farizasının'' Hırvatistan olduğunu öğrenmek fazla zamanımızı almadı. Artık rota belliydi. Geriye gerekli organizasyonları yapmak kalıyordu.
Yazının bu aşamasında, bir karavan sahibi olmadığımı belirtmeliyim. Başka pek çok şeyin sahibi olmayı istemediğimi de eklersem belki tamamlayıcı olur. Karavanın vergisi, bakımı, ustası, parkı vs. derken yarattığı külfetin ağırlığını gocunmadan taşıyanlara selam etmeyi unutmadan iyi bir kiracı olduğumu söyleyebilirim. Bu memleketin bana öğrettiği şeylerden birisi, 'tutkuyla bağlı olduğun ilgi alanlarından para kazanmaya kalkmayacaksın‘ ise bir diğeri de hobilerin için mülk edinmeyeceksindir.
Bu minval üzre, biz de ailece Hırvatistan’dan bir karavan kiralayarak yollara düştük. Yolda belde gördüklerimizin kısa bir özeti olsun istedim bu yazı.
Gezi Öncesi Hazırlıklar
2016 yazında Ramazan Bayramı’nın bir hafta öncesini de katarak 25 Haziran – 09 Temmuz arasını bu geziye ayırdık. Türkiye’den yurtdışına çıkarmak için kiralık karavan bulamayınca, karavanı Hırvatistan’dan kiraladık. Bir uçak firmasının Dubrovnik’e başlattığı doğrudan seferlerin tanıtım kampanyasına denk geldiğimiz için, nispeten ucuz biletlerimizi 1,5 ay öncesinden aldık.
Sıra geldi Hırvatistan seyahatinin rotasını çıkarmaya. Ancak o konuda gerek işlerin aşırı yoğunluğunun elvermemesi gerekse de katı seyahat planlamasına sıcak bakmadığımız için fazla bir hazırlık yapmadık. Ana hatlarıyla Dubrovnik’ten kuzeye doğru gitmeyi ve makul bir noktada geri dönmeyi planladık sadece. Gerisini nasılsa yolda hallederiz diye düşündük. Nitekim öyle de oldu. Vize, sağlık sigortası, seyahat esnasında lazım olabilecek ilaçlar, çocuğun olmazsa olmaz ihtiyaçları dışında yanımıza bir şey de aldığımızı söyleyemem. Beyaz peynir, rize çayı, minik çaydanlık, sucuk, pastırma, zeytin ve rakıyı bu bahiste ayrı tutmalıyım. Zira yurtdışında çorba, ayran ve çaysız geçen üç gün benim tüm ayarlarımı bozmaya yetiyor. Hazır karavandayız niye bunlar eksik olsun diyerek seyahatten bir gün önce çıkınımı hazırladım ve vakumlu poşetleri özenle valize yerleştirdim. İyi ki de yapmışım, vakti kerahat geldiğinde guruba karşı bir tek parlatmanın keyfinden de mahrum kalmadım küffar diyarlarda.
Hiçbir kamp alanına rezervasyon yaptırmadık ve bundan dolayı da bir sıkıntıyla karşılaşmadık. Tüm kamp alanları kapısında bir mihmandar bizi karşıladı ve yer durumu ile kamp hakkında bilgi verdi. Hırvatistan’da gözünüzle görüp ambiyansın size uyup uymadığına bakmak çok daha mantıklı. Zira o kadar çok kamp seçeneği var ki insanın başı dönüyor bir süre sonra.
Başkaca da bir hazırlık yapmadan uçağa atladık ve yaklaşık üç saat sonra kontağı çevirdim.
Karavan
Hazırlık safhasında yaptığım tüm araştırmalarda ön sıralarda çıkan www.croatiacamper.com sitesine güvendim ve bu sitedeki FreeTEC 638 isimli alkovenli karavanı kiraladım. Bana göre alkoven hareket kabiliyetini kısıtlayan bir özellik olsa da yedi yaşındaki kızım alkovenin şoför üstü bölümünde kendisine bir dünya kuruyor. Dolayısıyla tercih baştan belliydi bizim için.
Ford minibüsten bozma bu araçta ciddi bir sıkıntı ile karşılaşmadım. Performansından da özel bir şikayetim olmadı. Ancak arka yatakların ranza şeklinde olması, tuvalet için gereğinden fazla yer ayrılmış olması, iç dolap sayısının yetersiz olması ve valizleri dahi koyacak bagaj alanının olmaması araçtaki olumsuz yanlar olarak öne çıkıyor.
Croatiacamper bir aile işletmesi. Robert ve Goran isimli iki Hırvat kardeş tarafından işletiliyor. Oldukça samimi ve işlerini severek yapan insanlar. Aşağıda anlatacağım su pompası arızası sonrası ilgilenip sorunu çözmeleri ve dostane yaklaşımları bizi ziyadesiyle memnun etti. Hırvatistan’da karavan kiralayacaklara kesinlikle tavsiye ederim.
Hırvatistan
Çok genel olarak Hırvatistan’ın temiz, sakin ve huzurlu bir ülke olduğuna dair bir izlenim edindiğimi söyleyebilirim. Almanya ve İtalya’nın da gazına gelerek eski Yugoslavya’dan ilk ayrılan ülke Hırvatistan. Şu anda 4,2 milyonluk nüfusuyla Avrupa Birliği üyesi bir Balkan ülkesi. Eski Yugoslavya’dan fazla bir iz kaldığını söyleyemem. Hoş eski Yugoslavya nasıl bir yerdi bilmiyorum ama bana bunu düşündürten şey, başka Doğu Bloğu ülkeleri ve Sovyetler’den kalan izlenimlerim. Nüfusun coğrafyaya göre az olması, özellikle iç kesimlerde sonsuz bakir dağlar ve ovalarla kilometrelerce yol yapmanıza olanak veriyor. Hırvatistan doğası ve makul düzeyde el değmişliği ile göz acıtmayan bir ülke oldu benim için.
Entegrasyon süresi içinde olduğundan ülkede halen Hırvat Kunosu kullanılıyor. Ancak hemen her yerde Euro kullanabiliyorsunuz. Harcamalarınızda Euro verip üstünü Kuno olarak aldığınız için döviz bürosu peşinde koşturmanıza gerek yok. Ancak bu durumda 1 Euro karşılığında 7,5 Kuno yerine 7,3 Kuno üzerinden işlem yapıyorlardı. En iyisi bir bankada bu işlemi bir kere yapıp gereksiz kayba uğramamak. Bazı mekanlarda ve kamp alanlarında kredi kartı geçmiyor. Önceden sormakta fayda var.
Kamp alanları
Elbette on beş günlük bir sürede ve kaldığımız kısıtlı sayıda kamp alanına bakarak kesin yargıya varılmaz ama bir genelleme yapmak mümkün. Gerek hazırlık sürecinde farkına vardığımız gerekse de kaldığımız yerlerde gözlemlediğimiz şey, ülkede kamp alanlarına ilişkin alt yapı halledilmiş. Suyundan elektriğine, tuvaletlerinden bulaşık yıkama alanlarına kadar tüm detaylar belli bir standart doğrultusunda çözülmüş. Su hortumunun uymadığı tek bir muslukla karşılaşmadım on beş gün boyunca. Gördüğüm tüm kampinglerde temizlik bir sorun olmaktan çıkmıştı. Tuvalet, duş, bulaşık gibi sanitasyon alanlarında yeterli sayıda görevli sürekli çalışıyordu. Zaten hemen hemen tüm kamp alanlarının websitesinde sanitasyon diye ayrı bir bölüm var ve sahip oldukları alt yapıyı anlatıyorlar. Jezera Camping’te, köpekler için yapılmış ayrı duş alanını görünce, ''make up (makyaj)'' diye ayrı bir bölüm olması gayet normal geldi bana.
Hazırlık sürecinde ve ülkede yeni bir kamp yeri ararken www.camping.hr isimli siteden faydalandım. Oldukça kapsamlı ve kolay kullanımlı bir site. Alternatif olarak www.campingcroatia.net sitesini de önerebilirim. Bu sitelerde gerek kamp alanları gerekse de seyahat planlaması için doyurucu bilgiler var.
Seyahat Rotaları
Hırvatistan sekiz bölgeye ayrılmış bir ülke. Ülkeye nereden gireceğinize bağlı olarak çok güzel gezi rotaları sunuyor ziyaretçilerine. Aşağıdaki harita ve bölge isimleri ülkeyi tanımak için ilk adım olacaktır.
1) Slovania Bölgesi
2) Merkez Hırvatistan
3) Istrıa Bölgesi
4) Kvarner Bölgesi
5) Zadar Bölgesi
6) Sibenik Bölgesi
7) Split Bölgesi
8) Dubrovnik Bölgesi
Zadar, Sibenik ve Split bölgeleri Dalmaçya olarak adlandırılıyor. Tüm bölgelerdeki karavan kamp alanlarıyla ilgili bilgiye adreslerini verdiğim sitelerden erişmek mümkün. Hem sahil şeridi hem de yakınlarındaki adaların zenginliği açısından Dalmaçya bölgesi karavanla yapılacak bir seyahat için cazip rotalar sunuyor. Biz rotamız içine almadık ama ülkenin kuzeyinin de çok güzel olduğu kulağımıza çalındı birkaç kez.
Türkiye’de pek popüler olan Dubrovnik’in ülkeden biraz ayrıksı bir durumu var. Bunun iki sebebi var sanırım. Birincisi, Hırvatistan sınırları içinde olmasına karşın, Bosna Hersek’ten geçerek erişebiliyorsunuz kente. Yaklaşık 10 kilometrelik sahil şeridi Bosna Hersek’e ait. Öncesinde özerk bir yapısı olan Dubrovnik, Hırvatistan’a katılma kararı alınca ortaya böyle bir durum çıkmış. Sahil şeridinde ilerlerken karşınıza otoyol gişelerinden hallice bir gümrük kapısı çıkıyor. Hırvatistan’ı terk edip Bosna Hersek’e giriyorsunuz ve 10 km sonra yeniden Hırvatistan’dasınız ya da tersi. Bu 10 km boyunca bir yandan sağa sola bakarak direksiyon salladım bir yandan da sınır, devlet, sınırsızlık, devletsizlik gibi kavramları evirip çevirdim kafamda bilmem kaçıncı kez. Srebrenica düştü aklıma, Mostar Köprüsü, keskin nişancılar, toplu mezarların üstünde açan Artemis çiçekleri ve sadece bu çiçeklere konan mavi kelebeklerin toplu mezar yerlerini belli etmelerinin dokunaklı hikayesi ve daha niceleri. ‘Lanet olsun adamım!’ bile diyemeden Bosna Hersek bitti. Ben bittim. Ama yol bitmez, kaldığımız yerden devam.
Türkiye’den karavanla doğrudan gelmek isterseniz en kısa yol Bulgaristan, Sırbistan üzerinden Zagreb istikametli bir rota olacaktır. Bu bölgeleri görmediğim için bir şey söyleyemeyeceğim. Niyetiniz sahile inmek ise Zagreb üzerinden Istrıa ya da Kvarner Bölgesi'ne doğru direksiyonu kırabilirsiniz. Bu esnada gerek bu bölgede gerekse daha içlerde ulusal parklara uğramadan sakın geçmeyin.
Ülkeyi güneyinden kuzeye doğru dolaşmak isterseniz de Sırbistan, Bosna Hersek üzerinden Split, Dubrovnik erişimli bir rota mümkün. Zamanınız ve bütçeniz elveriyorsa belki de en iyisi Yunanistan, Makedonya, Kosova, Karadağ gibi uzatmalı bir rota olacaktır. Şu anda benim gönlümde yatan böyle bir rota.
Adalar
Onlarca adaya sahip bu ülkede, doğanın daha da içinde olmak istiyorsanız mutlaka adalarına yolunuzu düşürün derim. Adalardaki kampinglerin görece daha sakin ve huzurlu gözüktüğünü söyleyebilirim. Dubrovnik, Split, Trogir, Sibenic gibi pek çok yerleşim biriminden adalara düzenli feribot seferleri var. Bazı büyük adalar arasında da düzenlenen feribot seferleri ile ülke sahillerine paralel bir rota çıkarmak da mümkün.
Trafik
Hırvatistan’da trafik tahmin edeceğiniz üzere sağdan akıyor. Otoyollar dışında gezdiğimiz yerlerdeki tüm yollar çift şeritliydi. Buna karşın oldukça güvenli seyir yaptık tüm gezi boyunca. Sürücüler trafik kurallarına riayet ediyor ve sollama yasağının olduğu yerlerde kimse sizi geçmeye çalışmıyor. Çift şeritli yollarda hız sınırı bölgelere göre saatte 40 km ile 80 km arasında değişiyor. Otoyolda 130 km’ye kadar çıkıyor.
Yollar karavan ile dolu. Sıfır stres ile seyahat garantisi veren bir ülke burası.
Navigasyon
Yabancı diyarlarda yol yordam bilmek önemli. Ben bu işi Here isimli uygulamaya bırakıyorum Türkiye dışında. Bizim ülkemizde pek bilinmiyor ama çevrim dışı kullanabilme özelliği ile öne çıkıyor. Öte yandan görsel tasarım ve sesli uyarıları ile bence uygulamalar arasında açık ara önde. Tek yapmanız gereken gezeceğiniz ülkenin haritasını yüklemek. Lazım olur diyerek kiraladığım araç navigasyonunu bir kez dahi kullanmadım tüm gezi boyunca .
Bizim Rotamız
İlk Gün
İstanbul’dan 09.20’de kalkan uçağımız yaklaşık bir buçuk saat sonra Dubrovnik Havaalanı’na iniyor, karavan firmasının sahiplerinden Robert ile buluşuyor ve araç hakkında gerekli bilgileri ediniyoruz. Robert’la sohbetimiz esnasında onun favori kamp alanlarını soruyoruz. Hvar adasında Mlaska’yı tek geçerim demesi üzerine bizim duraklardan birisi ortaya çıkmış oluyor.
Niyetimiz tüm seyahat boyunca ortalama 2-3 saatlik yolculuklarla kuzeye doğru ilerlemek ve makul bir noktadan aynı yöntemle Dubrovnik’e dönüp geziyi tamamlamak. Böylesi hem daha az yorucu olacak hem de kısıtlı sürede koşturmaca hissine kapılmamızı engelleyecek diye düşünüyoruz. Bana göre karavanla seyahatin handikaplarından birisi, ‘nasılsa altımda araç var, daha fazla yer göreyim’ diyerek direksiyon başında bir tatil geçirmek.
Hırvatistan’da bu aceleye gerek yok. Beğendiğiniz yerde makul bir süre kalmak ve ufak ufak ilerlemek yeterince doyurucu olacaktır. Zira seçenek o kadar çok ki zaten bir seferde her yeri görmeniz mümkün olmayacaktır.
Aracı teslim alıp marşa basmam öğlen saatlerini buluyor. Planımız, Dubrovnik’e 3 km mesafede olan Camping Solitudo’ ya erişip ilk günü denize girerek geçirmek. Kampın durumuna göre ertesi gün ne yapacağımıza karar vereceğiz. Havaalanından 23,3 km ve 31 dakika uzaklıkta bir kamping burası. Dubrovinik’i dolaşmayı gezinin sonuna bırakıp kampa doğru yol alıyoruz. Dubrovnik’e çok yakın fazla kamp seçeneği yok. Solitudo bu özelliğiyle öne çıkan bir kamping. Denize kıyısı yok ama 300 metre yürüyünce sahile ulaşıyorsunuz. Sahil taşlı ve ufak. Ücretli şezlong alabileceğiniz bir bölümü ve ufak bir kafe-restoranı var. Ayrıca deniz içinde ücretli su parkı çocukların ilgisini çekiyor. Kamp yeşillikler içinde ve gölge alan bulmak hiç sorun değil. Sanitasyon alanı gayet sanite ancak kamp alanından biraz uzakta kalıyor. Genel olarak ambians bize pek uymuyor ve ertesi sabah Robert’in tavsiyesine uymaya karar veriyoruz. Kamp ile ilgili ayrıntılı bilgiye şu adresten erişebilirsiniz. Belirtmeliyim ki Dubrovnik’te vakit geçirmek istiyorsanız Solitudo uygun bir seçenek. Biz iki yetişkin, bir çocuk elektrik için gecelik 50 Euro ödedik ve tüm gezimiz boyunca en pahalı yer burası oldu.
42°35'06.19"K 18°09'32.51"D
İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Günler
Türkiye’den getirmiş olduğumuz yumurtası, peyniri, sucuğu, pastırması, balıyla mükellef bir kahvaltı sonrası Mlaska Camping’e doğru yola çıkıyoruz. Önümüzde 140 km’lik bir yol var ve molalar, feribot bekleme süresi dahil yaklaşık 4 saatimiz yolda geçiyor. Mlaska, Hvar adasının güney ucundaki Sucuraj isimli küçük ve pitoresk bir sahil kasabası yakınında. Kamp alanına varmak için önce kara tarafında Drevenik’e ulaşmak zorundasınız. Drevenik’ten kalkan feribot yaklaşık yarım sat sonra Sucuraj’a ulaşıyor ve her yarım saatte bir düzenli sefer mevcut. Karavan ve yolcu dahil 275 Kuno ödemek gerekiyor feribot işletmesine.
Keyifli bir yolculuğun sonunda Mlaska Camping’e ulaşıyoruz. Koyun bir tarafı FKK kamp alanı olarak ayrılmış. Kapıdaki görevli daha önce Türkiye’den gelmiş bir ziyaretçiyle karşılaşmadığını söylüyor. Ne kadar süredir orada görevli olduğunu sormadım ama belki doğruluk payı vardır. Dolayısıyla kamptaki tek Türkiyeli karavancılar olarak aşağıda gösterdiğim noktaya yerleşiyorum.
Buradaki yerleşiyorum kelimesi, zihnen de buraya yerleştiğimi ima ediyor aslında. Yukarıdaki Google Earth görüntüsünün tamamlayıcısı da bu fotoğraflar olsun.
Tüm gezginlerin, sürekli dönmek istedikleri bir ya da birkaç yeri vardır sanırım. Mlaska da benim için öyle bir yer oluyor. Kamp tamamen ağaçların altında ve yanına yöresine insan eli değmemiş bir noktada. İnsanı hemen sarıveren bir sadeliği ve salaşlığı var. Buradaki salaşlık kelimesi lütfen pislik ile karıştırılmasın. O açılardan kamp ülke ortalamasını yakalamış durumda. Fazla kalabalık değil, daha ziyade Hırvat, Avusturya, Çek, Polonya ve Almanlardan oluşan bir kampçı kitlesi var.
Akşamüstüne doğru yanımda getirdiğim Tekirdağ rakısını ve Ezine peynirini dolaptan çıkarıp, güneşi uğurlamanın keyfini çıkarıyorum. Akşam ise bir yıldız yağmuru altında gece yarısına erişiyorum. Bir süre sonra dalgaların ve rüzgarın beşik gibi sarmalayan sesine yenik düşüyor göz kapaklarım. Sabah uyandığımda da aynı his bünyeden göz kırpıyor. Evet burası kesinlikle benim yerim.
Buradaki günlerimiz, denizin ve ormanın kucağında dinginlikle geçiyor. Üçüncü günde su pompasının arızalanması canımı sıksa da taşıma suyla değirmeni döndürüyoruz. Sorunu ilettiğimiz Robert, yeni bir pompa sipariş verdiğini ve bir sonraki kamp alanında bizle buluşup pompayı değiştireceğini söylüyor. En azından sonraki günlerde musluklarımızdan su akacak.
Dördüncü gün ise bizim için kabus oluyor. 28 Haziran 2016’da Atatürk Havaalanı’ndaki patlama haberleriyle sarsılıyoruz. ''Bana bir şey olmadıyla'' başlayan, ''ben burada keyif çatarken memlekette bombalar patlıyor"ladevam eden ve içimde büyüyen utanç duygusunu son zamanlarda o kadar sık yaşar oldum ki arkasından gelecek kızgınlık, vicdan sızısı ve kör bir acı hissini ezberledim artık. Huzurun isyanda olduğuna inanlardan olduğum içim belki de Kavafis düşüyor aklıma. Buraya alıntılamadan olmaz.
"Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim," dedin,
"bundan daha iyi başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim ülkede."
Yeni bir ülke bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda
dolaşacaksın. Aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma-
Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.
Vakti kerahat gelince rakının tadı da anlamı da eksiliyor. Sağ yanımdaki Alman, sol yanımdaki Avusturyalı çifte bakıyorum. Bir duble de onlara ikram etsem olur mu ki? Olmaz elbet. Denize dönüyorum. Lal olma vakti. Boğazımdaki düğümü aşıp yuvarlanmaz olunca rakı, terki diyar eyleme vaktinin de geldiği anlaşılıyor. Son bir kez yıldızlara bakıp sabaha eriyorum ve oradan Trogir’e.
www.mlaska.com
43°08'14.93"K 17°08'36.88"D
Beşinci ve Altıncı Günler
Mlaska’dan çıktığımız yolculuk bizi yaklaşık 3 saat ve 130 km sonra Trogir’e ulaştırıyor. Burası UNESCO tarafından koruma altına alınmış eski bir şehre sahip sevimli bir liman kenti. İnternet üzerinden inceleyip çocuk için de uygun olacağını düşündüğümüz Rozac Camping’te karar kılıyoruz. Hem eski şehre yakın hem de fotoğraflarından gördüğümüz kadarıyla gayet hoş bir kamp alanı. Fakat kazın ayağı öyle çıkmıyor. Kamp yeni şehrin çok çok yakınında. Karşı koyda şehrin endüstriyel limanı yer alıyor. Havaalanı iniş bölgesinde olması uçak gürültüsünü beraberinde getiriyor. Kampın tam karşısında büyükçe bir iş merkezi binası konuşlanmış durumda. Anlayacağınız üzere hayalimizdeki yer burası değil. En ön sırada bir yer bulup yerleşiyoruz. Deniz için söylenecek bir şey yok. Burada da keyifle denize giriliyor. Burada konaklamamızın nedenlerinden birisi de su pompamızın değiştirilmesi için buluşma noktası olması.
Elektriğe suya bağlanıp, yerleşmemiz akşamüstüne yaklaştığı için sadece biraz denize girecek ve kitap okuyacak vaktimiz kalıyor.
Kitap okuyan kız
Ertesi gün öğleden sonra Robert ve kardeşi Goran, ellerinde yeni su pompamızla çıkageliyorlar. Kısa bir uğraştan sonra yeni pompamızın montajı tamamlanıyor. Sonrasında ise keyifli bir sohbete dalıyoruz. Eski Yugoslavya’dan Boşnaklara, Srebrenitsa’dan ortak kelimelerimize, ortak yemeklerimizden böreklerimize kadar uzanan bir sohbet oluyor bu. Her ikisinden de yeni kamp alanları ve rota tavsiyelerini alıp bir sonraki durağımızın Murter Adası olması gerektiğine karar veriyoruz. Her ikisi de samimi insanlar. Bu ülkede bir daha karavan kiralarsam benim için adres belli artık.
Robert ve Goran kardeşler
İkinci günün akşamı Trogir’e iniyoruz. Kamptan yaya olarak çıkıp, 20 dakika sonra kent merkezine ulaşıyoruz. Oldukça keyifli bir manzara bize eşlik ediyor yürüyüşümüz boyunca.
Kente girdiğimizde her tarafta Polonyalıları ve Polonya bayraklarını görüyoruz. Akşam Polanya’nın maçı dolayısıyla meydanlar şenlik havasında.
Trogir’in hareketli bir tarihi var. Kent, İtalyanlar ve Almanların hakim olduğu dönemlerden geçtikten sonra, Yugoslavya Krallığının bir parçası olmuş. Birinci Dünya Savaşı ile İtalya tarafından yeniden işgal edilen kent 1944 yılında Tito’nun Partizanları tarafından ele geçirilmiş. Hırvatistan döneminde de bu bölgelerin turistik cazibe merkezi olmuş durumda. Keşke kenti gezecek daha fazla vakit ayırsaydık diye hayıflanarak, keyifli bir akşam yemeği sonrası daracık sokaklarında dolaşıp sabah terk etmek üzere kampa geri dönüyoruz.
43°30'02.91"K 16°16'11.01"D
Yedinci, Sekizinci ve Dokuzuncu Günler
Ertesi sabah kahvaltı, deniz, bulaşık, kaset temizliği, toparlanma derken kamptan ayrılmamız öğleye yaklaşıyor. Rotamız Murter Adası. Navigasyona, Goran’nın tavsiye ettiği Slanica Camping’in bilgilerini girip kontağı çeviriyorum. Çevre yolundan 90 km ve bir buçuk saatlik mesafede Murter yolu üzerinde, ulusal parkların tabelalarını görüyoruz ve hiç düşünmeden direksiyonu Krka National Park tabelasına doğru kırıyorum. Yolu düşeceklere ısrarla tavsiye ederim. Bu sayede harika bir gün geçiriyor ve çok güzel bir şelalede yüzme şansını yakalıyoruz. Krka National Park’a gitmek için Skradin isimli sevimli bir sahil kasabasından kalkan teknelere binip, çok güzel bir nehir gezisini de minik turumuzun bir parçası haline dönüştürüyoruz. Krka Şelalesi etkileyici ve insanı çağıran bir görüntüye sahip. Zaten bu çağrıya uyan yüzlerce insan, nehrin sularına kendilerini bırakmış durumda. Başlangıçta soğuk olacağını düşünerek tereddüt etsem de şelalenin altında yüzmek tüm tereddüdümü anında gideriyor.
Krka Ulusal Park
Akşam üstüne doğru buradan ayrılıp, karaya köprü ile bağlı olan Murter Adası’na varıyoruz. Goran’ın tavsiye ettiği Slanica Camping, bana temerküz kampı gibi geliyor. Kamp içi yol ile deniz cephesindeki bölge çok dar ve karavan için rahat bir yerleşim alanı yok. Üstelik çok kalabalık bir kamp yeri. Burada oylanmadan yol üstünde gördüğümüz ve konumunu beğendiğimiz Kosirina Kamping'e uğruyoruz. Burası kelimenin gerçek anlamıyla salaş bir yer. Kampın uç taraflarında elektrik alacak alt yapı yok. Ancak konumu ve denizi cezbedici gözüküyor. Bu sefer çocuk için de imkan sunan bir yer olsun diyor ve Jezera Camping’e gidiyoruz.
Jezera, tatil köyü konseptine yaklaşan bir kamp alanı. Büyükçe bir kayıt bürosu, çeşitli aktivite ve turlar satan stantlar, tüm ihtiyaçlarınız karşılayabileceğiniz marketi, restoranı, mini su oyunları parkı, çocuklar için mini oyun alanları, çocuk etkinlikleri gibi olanakları var. Tuvalet, duş ve çamaşır yıkama alanları temiz. Makyaj odası ve köpek duşu bölümleri mevcut.
43°47'36.72"K 15°37'40.10"D
10. Gün
Burada geçirdiğimiz ve özellikle kızımızın keyif aldığı iki günün ardından, üçüncü günün öğleninde, güneye doğru dönmek ve dönerken biraz yukarı çıkıp Mostar’ı görmek üzere kamptan ayrılıyoruz. Temizliği, çocuklar için uygunluğuyla tercih edilebilecek bir kamping olarak aklımızda kalıyor.
Planımız Mostar’da dolaşıp akşamı nehir kenarındaki bir kampta geçirmek. Ancak işler planlandığı gibi gitmiyor. Split’e doğru yaklaşırken arka sol lastiğin hava kaybetmeye başladığını fark ediyorum. Supap, lastiğe bağlı olduğu noktadan yarılmış. Arabada kriko ve lokma takımı bulamayınca Robert’i aramak elzem oluyor. Şansımıza Split’e 15 km’lik bir mesafedeyiz. Robert’in yönlendirmesiyle yol yardımı hizmeti veren firmayı arayıp lokasyonumuzu bildiriyoruz. Teknik servisin bizi bulması, stepneyi takmaya çalışması ama stepnenin lastik ebadının uygun çıkmaması, lastiğin tamire gidip gelmesi vs. derken iki saat vakit kaybediyoruz. Bu saatten sonra Mostar’a gitmek çok anlamlı olmayacağı için geceyi yakınlardaki bir kampingte geçirmeye karar veriyoruz.
Teknik servis hava kaçıran lastikle uğraşırken
Geliş yolunda dönüp baktığımız ve kalınabilir dediğimiz Sirena Camping’e doğru yol alıyoruz. Omnis isimli şirin bir kasabanın yakınında Sirena. Omnis’te çok güzel bir kanyon var. Biz vakit ayarlayamadığımız için gezemedik ama aklımızda kaldı. Sirena fazlasıyla eğimli bir arazi üzerine kurulmuş. Deniz seviyesi ile restaurant, tuvalet gibi kampın yaşam alanları arasında ciddi bir kot farkı var. Uygun bulduğumuz bir yere yerleşip, restoranında güzel bir müzik ve yemek eşliğinde günü tamamlıyoruz. Ertesi sabah kalktığımızda aşırı rüzgar ve denizin dalgalı hali Mostar planımızı tekrar devreye sokuyor.
http://www.autocamp-sirena.com/
43°24'30.46"K 16°46'23.33"D
11. Gün
Bosna Hersek’e geçtiğimiz andan itibaren, Hırvatistan'a benzer ama farklı bir karakteristiğe sahip bir ülke olduğunu hissediyorsunuz. Yollar ve binalar Hırvatistan'a nazaran daha bakımsız. Solumuzda kalan ve tüm yol boyunca eşlik eden Neretva Nehri eşsiz güzellikte manzaralar sunuyor. Mostar’a girdiğimizde Eski Şehir tabelalarını takip ederek köprü yakınında bir otoparka karavanı bırakıyoruz.
Uzun zamandır görmek istediğim Mostar Köprüsü'ne tarihi çarşıdan geçerek ulaşıyoruz. Mostar’ın özel bir anlamı var elbet hepimizin hafızalarında. Çok dinli, çok kültürlü toplumları birbirine bağlayan bir köprüyken, önce Bosnalı Sırpların 1992’deki saldırıyla hasar alıp, 1993’te de Bosnalı Hırvatlar tarafından top atışlarıyla yıkılan bir köprü burası. Mostar’ın yıkılışı insanlığın yıkılışıyla özdeşleştirilen ve dünya tarihine geçmiş pek çok olaydan birisiydi benim için.
1566 yılında Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından yapılan bu muhteşem köprü nelere dayanmıştı oysa ki. İnsanlığın çökmesiyle o da kendini sulara bırakıverdi tüm dünyanın gözleri önünde.
UNESCO ve Dünya Bankası desteğiyle 1997’de başlayan inşa çalışmaları 2004 yılında tamamlandı. İki Türk yapı firması tarafından aslına uygun olarak yeniden inşa edilen köprü, bugün tamamen turistik bir cazibe merkezi olarak insanları kendisine çekiyor. Bosnalı gençlerin köprü üzerinden nehre atlama gösterileriyle canlanan yaşam şu an için olanca keyfiyle sürüyor Mostar’da.
Tarihi çarşı içinde gezinirken Şadırvan Restaurant önündeki yerel kıyafetli bir garson bizi son derece güzel bir Türkçe ile karşılıyor ve böylelikle güzel bir yemek yememize de vesile oluyor. Sohbetimiz esnasında Türkoloji okuduğunu ve Türkiye’yi görmek istediğini öğreniyoruz. Yemek üstüne tatlımızı da kuzenlerinin Kadıköy’de yaşadığını öğrendiğimiz dondurmacıdan alıp çarşıda bir süre daha dolaşıyoruz. Ufak tefek hediyelik alışverişi buradan yapıp Mostar Köprüsü'nün hikayesini bir kez daha küçük kızıma anlatarak Mlaska Camping’e doğru dönüşe geçiyoruz.
Kardeşiz deseler inanılır
11, 12, ve 13. Günler
Yazının başında, bazı yerlerin insanları tekrar çağırdığını söylemiştim. Mlaska da bizi tekrar çağırdı sayılabilir. Kalan günlerimizi fazla koşturmadan ve huzurlu bir ortamda geçirelim istiyoruz ve Mostar’dan doğruca Mlaska’ya kavuşuyoruz. Günü bir duble rakı eşliğinde uğurlayıp dört gün boyunca kelimenin gerçek anlamıyla dinlendiğimizi hissediyoruz.
14. Gün
Öğleye doğru kamptan ayrılıp akşamüstü 17.00 sularında Dubrovnik’e ulaşıyoruz. Niyetimiz aracı uygun bir yere park edip Dubrovnik’i gezmek ve havalimanına yakın bir kampingte geceyi geçirip ertesi sabah gezimizi sonlandırmak. Dubrovinik’in merkezine girdiğimizde iki tur atmamıza rağmen hiçbir park yerinin karavanı kabul etmemesi sonucu geriliyorum. Bir polisin şehirde karavan parkının yasak olduğunu ve en yakındaki Solitudo’ya gidebileceğimiz söylemesi üzerine, planı değiştirip başladığımız yere geri dönüyor ve üç km mesafedeki Solitudo’ya yerleşiyoruz. Bu işler tam iki saatimize mal oluyor. Daha fazla zaman kaybetmemek için hızlıca hazırlanıyor ve kamp yakınından geçen otobüsle şehir merkezine iniyoruz. Kale içindeki Eski Şehir gerçekten görülmeye değer. Değer ama bu tür yerleri dolaşırken hep bir rahatsızlık kaplar içimi. Burada da aynı hisse kapılıyorum. Bir zamanlar yaşam merkezi olan tarihi ya da karakteristik özelliği olan mekanlar, bir süre sonra kitle turizmine yenik düşerek kişiliksizleşiyorlar. Yaratılan rant, bu mekanlardaki yerel yaşamı öldürüyor ve her şey turistler için organize olunca kötü bir replika ortaya çıkıyor. Müthiş etkileyici bir dekor içinde sürekli tüketen yığınların başı kesik tavuk gibi dolaştıkları, kılın tüyün fotoğrafını çekip ben de buradaydım demek için kullandıkları yerler haline dönüşüyorlar. Dubrovnik’teki kısa zamanımda bana geçen izlenim bu olsa da etkileyici bir yer olduğunu söylemeliyim.
Ertesi sabah havaalanında aracı teslim edip uçağa biniyor iyi ki bu geziyi yapmışız hissiyle terk ediyoruz Hırvatistan’ı.
Hırvatistan hakkında başka pek çok şey söylenebilir belki ama benim bu ülkede gözüm dinlendi. Beton yığınlarından uzak, yeşille maviye makul ölçüde değmiş insan elinin yarattığı dinginlik, tek kelimeyle gözümü dinlendirdi.
Yollarda tek bir Türkiye plakalı karavanla karşılaşmadık. Biraz da karavancı dostları teşvik etmek için bu yazıyı kaleme aldım. Yolda olmak iyidir. Yol iyi gelir. Hele bu yola Oruç Aruoba’nın Yürüme’si ile çıktıysanız.
O vakit son sözü üstada bırakalım.
"Önemli olan, bir yerde bulunmak değil, bulunduğu yerin bilincinde olmaktır; aynı şekilde, yolda olmak değil, yürüdüğü yolun bilincinde olmak.
Yer de, yön de, yol da, bilinçtir."