Abd'de 5700 Km - Bölüm 12 - Chloride Kasabası ve Palm Springs

Chloride Kasabası aslında yolculuğun başında planladığımız yerlerden biri değil; sadece her akşam başka otelde yatıp diğer günü planlarken yolumuzun üzerinde burası da varmış, haydi buraya da gidelim dediğimiz yerlerden biri. Ama sonuç güzel çıkınca bunu da paylaşmalıyım dedim. Chloride Kasabası, tam bir kovboy kasabasıymış; 1840’larda gümüş madenine hücum ile birlikte binlerce insan kasabaya akın etmiş. Gümüş dışında altın, turkuaz, çinko da elde edilen madenlerdenmiş. Tren yolları yapılmış. Kasaba o günün şartlarına göre inşa edilmiş ama gümüş bitince bugünkü haliyle neredeyse bir hayalet kasabaya dönmüş.

Eski haliyle tutulan meydan, biraz da bugünkü şovlara sahne olması amacıyla dizayn edilmiş. Cumartesi günleri bu eski kasaba sahnesinde, 1840’lardaki gibi silah düelloları yapılıyormuş. Tabii sadece şov amaçlı. 

Onun dışında 100 yıllık iki odalı hapishane

eski tren garı gibi görülecek yerler var. 

Şehrin tek restoranı Yesterday’s. Biz kahvaltıdan hemen sonra geldiğimiz için çok kalmayıp yolumuza devam etmeden şöyle bir dolaşıyoruz. Süpermarketteki çalışan elimize bir A4 harita tutuşturup gezmemiz gereken yerleri de söylüyor. Ama hakikaten çok matrak bir yer. Evlerin bahçelerinde, çitlerinde her yerde dökülmüş, saçılmış malzemeler, asılmış metaller... İlginç bir dekorasyon zevkine sahip oldukları kesin ☺ 

Sokakta kimsecikler yok, sadece tren istasyonuna doğru giderken üç kişinin bir evin önünde oturduklarını görüyoruz. İstasyonu fotoğrafladıktan sonra aynı yolu dönerken durup bir merhaba diyoruz. Hakikaten filmlerde olduğu gibi evin önünde oturmuş bira içen üç orta yaşlı Amerikalı. Tek yandığım onlarla resim çekemeden gitmek zorunda kalmaları. Ama Al, içeride eskiden kalma bazı eşyaları gösteriyor. Şans getirsin diye bir at nalı alıyorum. Merak edenler için YouTube’da Chloride Kasabası... 

Bundan sonraki hedefimiz Palm Springs. İlk defa iki gece kalıp Los Angeles’a biraz dinlenmiş varmak istiyoruz, sonrasında bizi bekleyen uzuuun bir geri dönüş yolu var. Los Angeles’a ise sadece 172 km uzaklıkta. Palm Springs, aslında bilinen bir yer ama ben nedense onu da daha önce hep aklımda deniz kenarı diye canlandırmışım. Ama tam anlamıyla 240 kilometrekarelik bir çöl bölgesi.

İlk Cahuillalar, sonrasında Meksikalılar yerleşmiş. Bölgeye yerleşen ilk beyazın 1862 yılında Jack Summers adlı posta arabası şirketinin sahibi olan kişi olduğu biliniyor. İlk bilinen ismi Palm Valley, yani Palmiye Vadisi imiş. Bölgeye ikinci gelen Dr Murray ise bölgenin ünlenmesini sağlamış. Hasta kızını bu kuru sıcak havanın iyileştireceğini düşünerek yerleşip, akabinde de bir otel işletmeye başlayınca, otele gelip kalan insanlar bölgenin, sağlık açısından iyi bir yer olduğunu çevrelerine söylemeye başlamışlar. 1909 yılında Nellii Ncoffmann ve kocası The Desert Inn Oteli senatoryum olarak işletmeye başlamışlar.

Sessiz film yıldızı Fritzi Ridgeway’in 100 odalık oteli 1929’da açılmış. Hemen arkasından da golf sporu için bölgenin elverişli olduğu da keşfedilince 1930’larda Hollywood ünlülerinin uğrak yeri olmaya başlamış.

Palm Springs, bölgenin en bilinen kasabası ama aslında Greater Palm Springs adındaki tüm bölge, dokuz farklı kasabadan oluşuyor; Coachella, La Quinta, Indio, Indian Wells, Rancho Mirage, Palm Desert, Cathedral City, Palm Springs ve Dessert Hot Springs. Hepsi neredeyse birbirinin içine geçmiş mahalleler gibi, aralarında bir mesafe yok yani yürürken ya da araba kullanırken birinden diğerine anlamadan geçiveriyorsunuz. Dolayısıyla Palm Springs’e gitmek isterseniz, otel ararken bu kasabalardan herhangi birinde kalabilirsiniz. Bir de tabii en güzel mevsim Kasım-Mayıs arası. Bizim gibi Ağustos’un alnında gitmeyin ☺ Biz sezon sonu gittiğimiz için otel fiyatları inanılmaz düşüktü, böylece en lüks spa otellerinde aslında motel fiyatına kalmak sa mümkün.

Ünlülerin akın akın geldiği bir yer olduğu için tüm mağazalar, golf kulüpleri, spa ve güzellik merkezleri inanılmaz güzel ve lüks. Beni en çok etkileyenler; çölün ortasında aynı bir vaha misali inanılmaz düzenlilikte yerleştirilmiş bir şehir, gidiş-geliş 2’şer 3’er şerit kocaman yollar, muhteşem güzellikteki evler, bir de belki de hayatımda ilk kez bu kadar çoğunu bir arada gördüğüm elektrik üreten değirmenler oldu. Siz deyin yüzlerce, ben diyeyim binlerce... Şimdiye kadar birçok ülkede gördüm ama hiç bu kadar adedini birarada görmemiştim. Sanıyorum bölgenin tüm elektriğini buradan elde ediyorlar.

Bu gezinin çoğu Arizona çöllerinde olduğu için sevdiğimiz bazı zincir restoranlara gidememiştik. Palm Springs’te hepsini bir arada bulunca bir akşam Red Lobster, diğer akşamı da Bubba Gump’a ayırdık.

Ha bu arada inanması çok güç ama her ne kadar çölde olsak da burada kışın cross country skiing ve snowshoing yapılabiliyor. 10 dakikalık bir teleferik yolculuğu ile Chino Kanyonu'nun tepesine ulaşmak ve bu sporları yapmanın yanısıra, tepedeki Peaks restoranında ya da Pines Cafe'de yemek yemek mümkünmüş. Biz hava sıcaklığı yaklaşık 44 derecelerde olduğu için yapamadık ama darısı sizin başınıza diyorum.

Yaptığımız 5700 kilometrenin sonuna geldik; biz çok ama çok eğlendik, güzelliklerden büyülendik. Umarım siz de okurken eğlenir, bir sonraki seyahat listenize buraları da koyarsınız. İyi Seyahatler ☺

instagram: @banuyollarda 

BANU DEMİR

Yazar Hakkında

BANU DEMİR

İstanbul Üniversitesi Radyo-TV bölümü ve Marmara Üniversitesi Contemporary Business Management’tan (gece bölümü) mezun olduktan sonra İngiltere Nescot College’da okudum.