Köken rehberlik. Sene 1999, rehberlik kursu finalinde 2 ay tüm Türkiye'yi adım adım dolaştık. Batman hariç. Kime sorsak “neden?” diye; “Batman'da bir şey yok!” dediler. Peki, sonra? Sonrası malum. "Petrol ve terör şehri Batman" olarak kalmış hep aklımda. Her ne kadar son yıllarda şehir terörle anılmasa da şehre gitmeden önce yine de içimizde bir tedirginlik oluşuyor. Uçuş direkt Batman. Küçük ama tertemiz bir havaalanında minik folklorcular karşılıyor bizi. Çok ciddiler çok. İçlerinden biri, kendisine büyük gelen ayakkabısını düşürmesine rağmen aynı ciddiyette hiç bozmadan oyununu tamamlıyor.
Bizler Batman hatta yakın yörelerin de en büyük aşiretinin TÜRSAB'taki üyesi Davut Günaydın aracılığı ile bu geziyi gerçekleştiriyoruz. O aşiret ki, değil buraların, TBMM ve devletin en önemli kademelerinde mevki sahibi devletine ve milletine sahip kişilerden oluşuyor. O Davut Günaydın ki 2 üniversite bitirmiş, Türkçe, Kürtçe, Arapça, İngilizcenin yanı sıra anadili gibi Japonca ve Korece biliyor. Hatta Turizm Bakanlığı Rehber kokartlı. Alandan çıkınca soruyoruz. Davut, nerelerden itibaren sizin aşiretin toprakları başlıyor? Davut mütevazı; utanarak, buralar işte diyor. Biraz daha gidiyoruz ve soruyoruz. Yine buralar işte diyor. Göster parmağınla diyoruz ısrarla. Sağlı sollu parmak asılı kalıyor dakikalarca ve dönüp bize parmağını indirmek istediğini söylüyor. Çünkü Siirt'e kadar topraklar aşiretinmiş :)
İlk ziyaretimiz Batman Valisi Sn. Ahmet Deniz'e. Bize "cefan kavunu" ikram ediyor. Kivi tadında, Cefan köyünde yetişen bir cins kavun. Vali ziyaretinden sonra şehri dolaşıyoruz. Kafamdaki Batman bu değil. 70 m eninde bulvarlar, son derece modern binalar, kafeler, restoranlar, 3 adet büyük AVM ki biri İstanbul Cevahir kadar neredeyse. Gençler son derece modern giysiler içerisinde. Örneğin, kaldığımız otelde çalışan housekeeper kız kırmızı saçlı (temizlikçi diyemem artık), başörtülü sayısı kesinlikle Nişantaşı seviyesinde, şehir merkezinde kara çarşaf giyen kadın yok gibi. Kaldırımlar yüksek değil, üstelik araba ve yaya yolları kaymak gibi. Gençler 2-3 km boyunca tık demeden kaykay veya paten yapabiliyorlar. Geceleri, hele ki hafta sonu ise insanlar 01.00'e kadar rahatça sokakta dolaşabiliyorlar. İlgimi çeken en önemli husus; gençlerin kendi aralarında Türkçe konuşuyor olması.
Memleket zengin. En büyük zenginliği petrol. İşçisi ortalama 4.000 TL maaş alıyor. 2, 3 sene öncesine kadar Kuzey Irak, Suriye, İran'dan bile sağlık turizmi için hastalar gelirmiş. Doğu'nun en modern hastaneleri burada. Bunun dışında ancak karın doyurabilecek kadar tarım ve hayvancılık yapıyorlar. Belediyeye kayyum atanmış. 7'den 70'e halk memnun. Devlet bayağı hizmet götürmüş şehre. Yol, su, elektrik hizmetleri son derece güzel. Kaçak elektrik kullanımı % 85'lerden % 20'lere düşmüş. Halk da yeni yönetime uyum göstermiş, olumlu tepki vermiş. Örneğin; düne kadar kırmızı ışıkta geçenler şimdi gece yarısı bile bekliyorlar. Yerlere izmarit hariç çer-çöp atanlara pek rastlamıyorsunuz.
Batman Müzesi gerçekten çok ilgi çekici. Özellikle Hasankeyf bulguları şaşırtıyor. Bizleri gezdiren Prof. Hayat Erkanal sordu:
- İlk parayı kimler buldu?Hep beraber sazan gibi atladık.
+Lidyalılaaaar!
- Değil. Çok daha önce Hasankeyf'te bulundu. Hatta kâğıt para da. Bulgular bunu gösteriyor.
Bakın hikâye şu dedi ve anlatmaya başladı:
“Buralar İpek ve Kral Yollarının kesiştiği yerler. O dönem ticarette alışveriş ya takas yöntemi veya değerli madenle yapılırmış. Ancak madenler daha sonra hilekârlar tarafından seyreltilip yani altınsa karatı düşürülüp piyasaya sürülmüş. Tüccarlar da elden ele dolaşan bu madenlerin kimin tarafından seyreltildiğini bulamaz olmuşlar. Sonunda madenleri "mühürlemek" yolu ile menşeini tespit etmenin mümkün olduğunu düşünmüşler. Olmuş bize "madeni para." Gel zaman git zaman bu paraları taşımak da yük olmaya başlamış gezgin esnafa. Kısaca paraları koyacak yer bulamamışlar. Hele ki korsanlar, haydutların saldırıları artınca ne yapabiliriz diye düşünmüşler. İşte ilk Merkez Bankası fikri buradan çıkmış. Devrin hükümdarı getirin altınlarınızı, benim ve devletimin garantisi altında burada saklayayım. Karşılığında size kâğıt senet vereyim demiş. Olmuş bize kâğıt para.”
Yeni bir yere gidince en az müzesi, ören yeri kadar restoranlar ve yerel tatlar ilgimi çeker. Soruyoruz:
- Batman'ın yiyecek olarak nesi meşhur?
+ Hiç.
- Nasıl hiç? Batman köftesi, kebabı, böreği de mi yok?
+ Yok.
Yok, evet ama memleket zengin. Hayatımda yediğim en iyi künefelerden birini burada yedim. Sütlü. En iyi Büryan kebabını da. Bursa'dan hallice dönercileri de var.
Hasankeyf
Hasankeyf'in kimler tarafından kurulduğu halen net olarak bilinmese de adı; Süryanicede "kaya" anlamını taşıyan "Kifo", Arapçada ise Hisn Kayf'tır ve "kaya hisarı" şeklinde tercüme edilebilir. Osmanlı egemenliği altında ise Hasankeyf adını almış.
Kanımca, böyle muhteşem bir manzara, böyle muhteşem 10 bin yıllık medeniyeti sulara gömülmeden son kez görmek isteyenler acele etmeliler. Tarihi ile bizleri büyüleyen bu topraklara çeşitli dönemlerde Bizans, Sasani, Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler, Mervaniler, Artuklular, Eyyubiler ve Osmanlılar'ın hâkim olduğu biliniyor. Artuklular zamanının önemli bir ticari merkezi Hasankeyf daha sonra Moğol istilasında şehir büyük zarar görüyor. İlçeyi onaran Eyyubiler ise Osmanlı-Safevi mücadelesinde çok yıpranıyor ve 1515 yılında Hasankeyf'i Osmanlılara bırakıyor. Kale, Köprü, El Rızık Camii, Sultan Süleyman, Koç ve Ulu Camileri, Küçük Saray, Büyük Saray, hamam ve Zeynel Bey Türbesi yüzyıllardan günümüze kalan tarihî yapıların başında geliyor. Hasankeyf'in sular altında kalması nedeniyle bu eserlerin büyük bir kısmı (12 tanesi) yukarıdaki bölgeye hâkim tepeye yani Yenihasankeyf'e çekilmeye başlanmış.
Anladığım kadarı ile minare, cami, hamam, kale kapısı ve birkaç eser daha yeni şehre taşınacak. Ama asıl kalenin üstünde yer alan Roma Sarayı, Küçük Saray kalacak, vadiye bir dolgu yapılacak. O dolgudan sonra bir set örülecek ve Hasankeyf turizme kazandırılacak.
Malabadi Köprüsü
İlk Selçuk Alagöz'ün melodilerinde duydum adını. Diyarbakır-Batman arasında Batman Çayı üzerinde yer alan tarihî köprünün üzerindeki kitabeden anlaşıldığı üzere 1147-1148 tarihinde Artukoğlularından Timurtaş tarafından yaptırılmış. Kemerin her iki yanında, iç tarafta kervan ve yolcular tarafından, özellikle kışın zorlu günlerinde barınak olarak kullanılan iki oda bulunmaktadır. Burada en büyük kavga, köprünün Diyarbakır'a mı Batman'a mı ait olduğudur. Batmanlılar bu konuda şu gerekçelerle öne geçiyorlar:
1) Malabadi Köprüsü’nün altından geçen çayın adı ne? Batman Çayı. Peki, Malabadi Köprüsü’nün seyir terası ne tarafta? Batman tarafında. Konu kapanmıştır. :)
Malabadi Köprüsü’nün hikâyesi de var; Bad adında genç bir adam nehrin karşı kıyısında yaşayan bir kıza âşık olur. Nehrin üzerinde köprü olmadığı için Bad sevdiği kıza ulaşamaz. İki âşık da nehrin kıyısından karşı karşıya konuşurlar. Bir gün kız, Bad’ın yanına gitmeye karar verir ama daha karşı tarafa ulaşamadan suya kapılır. Genç adam, tüm aramalarına rağmen kızı bulamaz. Genç Bad Silvan Beyi Meya Fargin’in yanına gider ve ”Sevdiğim kız yanıma gelmeye çalışırken suya kapılıp boğuldu. Gelin burada bir köprü yapalım, insanlar rahatça geçebilsinler, sevdiklerine kavuşabilsinler” der. Silvan Beyi’nin adamları köprüyü yarıya kadar yapar ancak köprünün kemer açıklığı İstanbul’daki Ayasofya Camisi’nin kubbesinden daha büyük olur. Silvan Beyi Bad’ı yanına çağırır ve köprünün diğer yarısını yapıp yapamayacağını sora. Bad köprüyü tamamlayabileceğini söyler fakat beye bir şart koşar, köprünün diğer yarısını tamamlarsa sağ kolunu bilek hizasından kesecektir. Aynı şekilde Silvan Beyi de Bad’a köprüyü tamamlayamazsa sağ kolunu keseceğini söyler. Bad köprünün kalan kısmı için çok çalışır ve köprüyü tamamlar ve beyin sağ kolunu bilekten keser.
Köprüye Kürtçe ‘mal'(ev) ve Bad ismini birleştirerek ”Malabadi” adını verir. Köprünün ortasındaki kesik el figürünün ise iddiayı kaybeden beyin kesilen elini sembol ettiğini söylenir.