İsmi Lao ve Thai dilinde “Suyun Anası”, Khmer dilinde “Büyük Nehir”, Vietnam dilinde ise “Dokuz Ejder Nehri” anlamına gelen Mekong 4350 kilometre uzunluğunda. Dünyanın 12. ve Asya’nın ise 7. en uzun nehri.
Tibet Platosu’nda doğduktan sonra, Çin’in Yunnan bölgesinden akıp güneybatıya yöneliyor ve adeta beş ülkeye hayat veriyor; Myanmar, Laos, Tayland, Kamboçya ve Vietnam… Ardından da “biyolojik hazine bölgesi” haline gelmiş devasa bir delta oluşturup Güney Çin Denizi’ne dökülüyor.
Benim içinse Mekong; “Apocalypse Now” (http://www.imdb.com/title/tt0078788/), Türkçe adıyla “Kıyamet” filminde, Yüzbaşı Willard (Martin Sheen) ve ekibinin devriye botuyla, firari Albay Kurtz’u (Brando) bulmak için akıntının tersine, Kamboçya’ya yaptıkları yolculuktaki görüntüler… Her ne kadar filmdeki adı Nung olsa da o nehir Mekong’dan başkası değildi tabii ki.
Vietnam’daki son günümde Mekong Deltası’na gidiyoruz…
Cu Chi Tünelleri’ni ziyaret ettiğimiz günün sonunda yeniden Saigon’a döndüğümüzde hava henüz kararmıştı. Önce otelimiz Saigon’da bir süre oyalanıp, ardından hemen iki bina yandaki restoranda akşam yemeğimizi yedikten sonra yeniden sokaklara döküldük. Saigon Hotel, adeta şehrin adının Saigon olduğu dönemden kalmışçasına yıpranmış görünse de konum olarak mükemmel bir yerde; Saigon’un lüks mağazalar, oteller ve restoranlarla dolu ve her daim kalabalık merkezinde ve ana caddenin bir arkasındaki sokakta yer alıyor. 1. Bölge yani Quan 1’deki, Dong Du isimli sokakta… Üstelik önceki bölümde anlattığım Merkez Postane, Notre Dame Katedrali ve sadece dışarıdan gördüğüm Saigon Operası da (Ho Chi Minh Opera House) otele yürüme mesafesinde.
Günlerden Pazar ve yeni yıl da yakın olunca sokaklar çok şenlikli ve ekstra kalabalıktı. Ekstra kalabalık derken demek istediğim binlerce insan ve motosikletlinin her köşeden sürekli üzerinize gelmesi… ve abartmıyorum.
Denize doğru yürürken meşhur Rex Hotel’in önünden geçtik. Rex Hotel, Fransız sömürgesi döneminde bir Citroen bayii iken 1950’li yılların sonunda otele dönüştürülmüş. Meşhur olması ise Amerikan Savaşı dönemine denk geliyor. Savaş sırasında, Amerikalılar günlük bilgilendirme konferanslarını burada verirmiş. Bu bilgilendirmelerde Amerikalıların savaş hakkındaki yorumlarını fazla iyimser bulan gazeteciler ise Amerikalılara “Five o’clock Follies” ismini takmışlar; yani “Saat 5 Ahmakları”… Bir de otelin çatısındaki bar, yine savaş döneminde subayların ve gazetecilerin sıklıkla takıldığı bir mekânmış.
Bundan önceki yazılarımı okuyanlar, Amerikan Savaşı’ndan bu kadar söz ettikten sonra tam da burada benden “Gidip Rex Hotel’in çatısındaki barda, manzaraya karşı bir Vietnam birası içtim” gibi bir cümle bekleyeceklerdir sanırım ama hayır, Rex Hotel’e sadece uzaktan baktım. Bunun birinci nedeni sokakların çok daha çekici olması, ikinci nedeni ise kaldığımız Saigon Hotel’in, Rex’in uzaktan görünen ihtişamlı haline göre Amerikan Savaşı dönemi Saigon’unu çok daha fazla anımsatmasıydı; hafiften küf kokan odalar, döndükçe kepenklerin arasından sızan ışığı kesen tavan vantilatörü ve oldukça demode dekorasyondan söz ediyorum…
O gece Saigon sokaklarında nehir kenarına kadar yürüdük. Yolda karşımıza çıkan Bach Dang isimli dondurmacıda hindistancevizi kabuğu içinde servis edilen nefis dondurmadan yedik, pek de bir numarası olmayan “Gece Marketi”nde (Night Market) şöyle bir dolandık ve geri döndük. Bu arada Asya’da Night Market’i olmayan bir şehir yok sanırım, var mı?
Mekong Deltası veya Vietnamlıların dediği şekliyle Dokuz Ejder Nehri Deltası, nehrin kollara ayrılıp Güney Çin Denizi’ne döküldüğü yaklaşık 40 bin kilometrekarelik bir alan. Muson aylarında (Mayıs ve Eylül arası) bazen tamamı sular altında kalan bu alan, neredeyse Hollanda veya İsviçre büyüklüğünde…
Mekong Deltası, suda yaşayan biyolojik çeşitlilik açısından Amazon’un ardından dünyada ikinciymiş; delta 20 binden fazla bitki türü, 430 memeli, 1200 kuş, 800 süründen ve amfibi ve yaklaşık 850 balık türüne ev sahipliği yapıyor. Aslında Mekong Deltası ile ilgili bir sürü şaşırtıcı rakam içeren bilgi verebilirim ama Mekong’un Vietnam için ne kadar önemli olduğunu uzun uzun anlatmaya gerek yok. Mekong, Güney Vietnam’a hatta tüm Vietnam’a hayat veriyor diyebiliriz. Tıpkı Mehmet Tahan gibi; gezgin Kemal Kaya’nın “Yolda Olmak” isimli web sitesinde Mekong’u anlattığı “Damladan Deryaya” isimli yazısına şöyle başlamış; “Su hayattır, Mekong da Güneydoğu Asya’nın hayat damarıdır...”
Yolda harika bir bahçesi olan fazlasıyla turistik bir tesiste mola verdikten sonra ulaştığımız Vinh Long, aynı isimli vilayetin başkenti ve de büyükçe bir şehir; 200 binden fazla nüfusu var. Şehir merkezine girmeden doğrudan tekne turuna geçtik. Şehrin benim gördüğüm bölümüne göre Vinh Long, nehir kenarında kurulu bir şehirden çok, nehirle kara arasında bir şehir sanki. Evlerin ve her türlü iş yerinin bir tarafı nehre paralel bir cadde üzerindeyken, diğer tarafı yarıya kadar nehre taşmış ve hangisi ön taraf, hangisi arka tartışılır. Çünkü teknemiz nehirde birazcık yol aldığında da gördüğümüz gibi ciddi bir tekne trafiği var ve tüm ulaşım “kahverengi” nehir Mekong üzerinden sağlanıyor sanki. Ayrıca teknelerin çoğu da sadece tekne olmanın ötesinde, içerisinde yaşanan birer mekân gibiler… Buraya “Floating Market”, yani “Yüzen Market” deniyormuş. Ama Yüzen Market deyince, aklınıza küçük teknelerinde ufak tefek şeyler satan köylüler gelmesin. Burası daha çok ciddi ticari bir alan gibi; çuvallar dolusu tahıl veya büyükçe bir marketin tüm meyve-sebze reyonunu dolduracak kadar yükü olan teknelerin yanı sıra eşya veya hayvan taşıyanları da görmek mümkün. Adeta yüzen bir ticaret merkezi...
Bir süre sonra turun “turistik” kısmı için karaya çıktık. Küçük kanalların arasında yürüyüp geldiğimiz köyde, pirinçten gevrek “popcorn” ve hindistancevizinden şekerin nasıl üretildiğini izledik. Longan meyvesinin kabuklarından ateşte; zencefil, karamel, pirinç ve hindistancevizi karışımından yaptıkları şekerlemeler bence hiç fena değildi.
Ardından yine kısa bir tekne yolculuğu sonrası yine karaya çıkıp, kanalların arasında bu kez yaklaşık yarım saat kadar yürüyerek öğle yemeği için sıradan bir evin büyükçe verandasını andıran restorana geldik. Menüdeki balık da sunumu da gerçekten çok güzeldi. Zaten Vietnam mutfağı Mekong’un nimetlerinden fazlasıyla faydalanıyor ve eminim Vietnam dilinde de bizim “Denizden babam çıksa yerim” misali “Mekong’dan babam çıksa yerim” şeklinde bir söyleyiş vardır…
Bu arada benim yazılarım maalesef “gurmelik” anlamında tam bir felaket. Klasik “yemek seçen” biri olarak bu işten hiç anlamıyorum maalesef. Fakat burada size Löplöpçüler’in “Tayland-Vietnam-Kamboçya Gezisi” başlıklı yazılarını önerebilirim. “Löplöpçü” Semih Diken burada Vietnam yemekleri hakkında bir sürü bilgi vermiş, web sitesinde bol miktarda da yemek fotoğrafı var. (http://www.loplopculer.com/2008/11/tayland-vietnam-kamboya-gezisi-1.html)
Yemek sonrası yine “turistik” ama eğlenceli, kanallardaki sandal gezintisinin ardından günü tamamladık. O gün Mekong’da gördüklerim, doğal olarak “Kıyamet”tekilerden (Apocalypse Now filminden söz ediyorum) farklıydı ama çok güzeldi, çok keyifliydi.
Vinh Long dönüşü, artık Vietnam yemeği yemek istemediğimden otele yakın Ciao Bella Restoran’da pizza ve normal tatlı bir şeyler yedim. Normal tatlıdan kastım, bildiğiniz Browni… Çok iyi olmasa da günlerdir tatlı niyetine yediğim tropikal meyveler veya kızartılıp üzerine tatlı bir sos dökülmüş muzlara kıyasla Browni çok tatmin ediciydi…
O gece Vietnam’daki son gecemdi. Ertesi sabah erkenden Laos’un başkenti Vientian’a uçtuk.
Vietnam; Saigon’u dikkate alırsanız, resmi ismi Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti’ndeki “Sosyalizm”den eser kalmamış bir ülke. Halong Körfezi’ni düşünürseniz olağanüstü bir doğal güzellik. Hue ve Hoi An derseniz, doğal güzelliklerin ötesinde her köşesi zengin tarihle dolu. Keza, bence Ho Chi Minh isminin, Saigon’dan daha çok yakışacağı başkent Hanoi’nin Old Quarter’ı da binlerce yıllık bir tarih barındırıyor. Da Nang’dan başlayarak, güneye Mekong Deltası’na kadar her yerde Amerikan Savaşı’nın izlerine rastlamak mümkün. Her yerde büyük bölümü motosiklet üzerinde olan insan kalabalıkları var. Fakat çoğu, en azından bizim karşılaştıklarımız güler yüzlü ve cana yakın insanlar…
Ben çok sevdim Vietnam’ı ve bir kez daha gideceğim, umarım.
Tüm serinin daha büyük ve bol fotoğraflı hali için: http://www.erozgen.blogspot.com