Ağrı Dağı Tırmanışı

Türkiye’nin Çatısına Yolculuk… İlk günü eksik malzemeleri tamamlamaya çalışarak tükettim: mat, panço, tepe lambası, el feneri, pil, kar botları sanırım en önemli malzemelerdi. Kar giysilerimi de hazırladıktan sonra, AĞRI DAĞI tırmanışına hazırdım.

Bu kadar büyük bir şehrin hava limanın binası neden bu kadar küçüktür anlayabilmiş değilim, fakat pistler arı kovanı gibi. Kalkan uçaklar, inen uçaklar… Kimisi insanlara mutluluk, kimisi ayrılık dağıtıyor. Benim amacım ise Türkiye’nin çatısına çıkmak, bir şeyleri başarmış olmanın onuru ve gururunu yaşamak. Kafeteryada oturmuş bunları yazarken, saat 07:30’da bizi Van’a götürecek uçağımız 111 numaralı aprona yanaştı. İnsanlığın en mucize buluşlarından birisi uçak. Van Gölü'ne neden deniz denildiğini uçaktan baktığımda daha iyi anlıyorum. Uçsuz bucaksız. Tüm samimiyetimle söylüyorum çoğu yeri Ege’den Akdeniz’den farksız, su cam gibi.

Havalimanına indikten sonra beni Doğubayazıt otobüslerine götürecek bir taksi arıyorum ve bulmakta zorluk çekmiyorum. Van Ferit Melen Havaalanı şehir merkezine 15 dakika uzaklıkta, Edremit ilçesinde. Doğubayazıt minibüslerinin durağında indiğimde arabanın yarım saat sonra kalkacağını öğreniyorum ve biletimi alıyorum; 25 kişilik minibüste 25 numaralı koltuk! Ama ne kadar şanslı olduğumu araç yola çıktığında anlıyorum. Koridora konulan taburelerde 5 kişi oturuyor klima çalışmıyor ve sıcaklık 40 derece. 3 saatlik yolculuk, muhteşem doğa da olmasa çekilecek gibi değil. Van “Denizi” etrafındaki köyler, tepeleri göklere varan kel tepeler, volkanik püskürmelerle oluşmuş taşlaşmış muazzam kül yığıntıları, Süphan Dağı, Tendürek Geçidi, fakir Çaldıran Ovası... Gariban onlarca köy, korkuyla ve şüphe ile bakan binlerce esmer çocuk… Tepelerde karakollar…

Tendürek Geçidi’nin zirvesine vardığımızda tam aşağıya Doğubayazıt’a doğru inmeye başlamıştık ki, sağda MASAL DÜNYASINDAN KOŞUP GELEN AK SAÇLI DEV GİBİ AĞRI DAĞI KARŞIMDA DURUYORDU… Heybetli, büyük, çok büyük, en büyük, korkunç büyük, ürpertici, kutsal, yanmış, etrafını yakmış ama artık sönmüş bir yanardağ… Yanındaki en yüksek dağ, ki o da Küçük Ağrı Dağı, yarısı büyüklüğünde…

Dağın ismi Ağrı ama Ağrı şehri ile uzaktan yakından ilgisi yok, Ağrı il merkezinden 90 km. uzaklıkta, Doğubayazıt ile Iğdır arasında. Zaten oralarda Ağrı Dağı’na “Ağrı” diyen de yok; ARARAT deniliyor.

Ferhan Topçu benden 1 gün önce Doğubayazıt’a gelmişti, onunla buluştuktan sonra şehrin mecburiyet caddesinde bir tur attık. 1, 5, 10 adım derken şehir bitiverdi, karşımızda Ağrı Dağı. Geri döndük; 1, 5, 10 adım daha derken Tendürek Geçidi; az diğer tarafa: İshak Paşa Sarayı, mühendislik harikası… 

Akşam yemeğimizi yedikten sonra tırmanış için son hazırlıklarımızı yaptık ve Ferhan Hoca ile yataklarımıza uzandık. Yarın gün 5:30'da başlayacak.

Ve ertesi gün… Hava o kadar kuru ki neredeyse iki gündür uyuyamamama ve 2.000 km. yol gelmiş olmama rağmen sabah 05:00’te uyandım. Horlamamdan Ferhan Hoca uyuyamamış, 5 gibi odaya dönmüş, boş odalardan birinde uyumuş! Sabah kahvaltıdan sonra saat 06:00 gibi Ağrı Dağı’na doğru minibüsümüzle hareket ettik. Dün penceremin dibinde duran dağ biz gittikçe uzaklaşmaya, yaklaştıkça büyümeye başladı. Doğubayazıt ovasının bittiği, Ağrı Dağı'nın başladığı yerde büyükçe bir bataklık/sazlık olduğunu dağa tırmanmaya başladığımız ilk dakikalarda fark ettim. Arabalarla Eli Köyü'ne doğru hareket edeceğimizi beklerken Çevrili Köyü'ne gittik. Rehberimiz Çevrili Köyü’ndenmiş. Bu köy Ağrı Dağı eteklerinde kurulmuş son köy (2.200m.). Bu köyden sonra yaylalar başlıyor.

Aracımızdan indik. Hedefimiz 3.200 metredeki ana kamp alanı.

Başımı gökyüzüne kaldırıp Ağrı Dağı’na baktığımda, içimden ‘"Allah’ım yardımcımız ol’’ demekten başka bir şey gelmedi. İlk 100 metre öyle bir yoruldum öyle bir terledim ki bir an ilk kampa bile çıkamayacağımı düşünmeye başladım. Meğer grubumuzdaki 10 kişinin tamamının dili dışarıya çıkmış da kimse birbirine bir şey söyleyemiyormuş.

500 metre sonra ilk molamızı verdiğimizde rehberimiz başlangıcın zor etaplardan olduğunu söylüyor da içimiz rahatlıyor. İlerledikçe daha rahat hareket etmeye başlıyoruz. Ancak 1 km kadar gittikten sonra grubumuz ilk firesini veriyor. Antalya’dan Atilla bey tansiyon rahatsızlığı nedeniyle atlardan birine bindiriliyor. Atların sırtında çadırlarımız, uyku tulumlarımız, battaniyeler, ekmek, erzak ve Atilla abi. Yol kenarlarında eriyen kar sularının oluşturduğu dereciklerin sularından içiyoruz; buz gibi. Çobanlık yapan çocuklar yalın ayak, yarı çıplak. Garibanlık diz boyu. Çok ilginç gelen bir şey de Ağrı Dağı’nda tek bir ağaç ve hatta çalı bile olmaması.

Kan ter içinde kaldık. 08:00’de başladığımız yürüyüşümüz 13:00’te sona erdiğinde artık 1. kamptaydık. Çadırlarımızı kurup biraz rahatladıktan sonra dinlenmeye başladık.

Birinci kamp alanının çok rahat olduğunu söylüyor rehberimiz. 4.200 metrede bulunan 2. kampta hareket alanı çok sınırlı ve sıkıntılı imiş. Bütün grup üyeleri aklimatizasyon (dağa uyum) için yarın 4.200 metreye çıkıp tekrar 3.200 metreye inilip inilmeyeceğini ya da doğrudan zirve için 4.200 metre yapılabilip yapılamayacağını tartışıyor. Grubumuzda 3 tane de yabancı dağcı bulunmakta. Gruba kolay adapte oldular. Onların ısrarı ile programa sadık kalındı ve önce 4.200 metreye çıkıp tekrar 3.200 metreye inmeye karar verildi. Bunun ne kadar gerekli ve doğru bir karar olduğunu yarın anlayacağız. Uyum gerçekten büyük problem ve en ufak hareketinizde dahi oksijen azlığından dolayı yoruluyorsunuz… Yarın zor gün olacak, ondan sonra daha da zor!!!

Hava karardığında saat 20:00 gibi çadıra giriyoruz. Gündüz neredeyse 40 dereceye varan sıcaklık yerini titreten soğuğa bıraktı. Dışarısı hem çok soğuk hem de çiğ yağıyor. Gece uyku tulumunun içinde uyumak ne mümkün, 2 saat ya uyudum ya uyumadım. Saatlerce düşün düşün düşün...

Ertesi sabah 05:00’te uyandıktan sonra dağa uyum sağlama (aklimatizasyon) süreci için 4.200 metre kampına çıkmak amacı ile son hazırlıklarımızı yaptık. Kamp buradan görünüyor. Yol o kadar dik ki sanki gökyüzüne çıkıyoruz. 3200-4200 arasında kıvrılarak ilerleyen ve "Toprak yol" denilen bir yol var. Fakat enteresan, yolda hiç toprak yok, her yer taşlık, kayalık.

Sürekli 4.200 metreye giden ve 4.200 metreden gelen atlar geçiyor yanımızdan. Bu atların tamamı buralarda büyümüş. O nedenle yüksek irtifaya alışkınmışlar. Güneş o kadar yakıcı ki günde abartısız 10 litre su içiyorum. Yüksek irtifadan dolayı zaten iştahsızlık var. 3.800 metreye kadar sorunsuz devam eden yürüyüşümüzde bu irtifadan sonra uyuşma ve nefes darlığı problemleri yaşamaya başladım. Parmaklarım karıncalanıyor, zor nefes alıyorum. 4.000 metreye vardığımızda artık dizlerim hareket etmemekteydi.

4.200 metreye ikinci kampa vardığımızda baş dönmesi had safhada; hafif mide bulantısı da var. Burası inanılmaz güzel. 4.200 metrelik bir uçurumun başından Doğubayazıt ovasını seyrediyorsunuz. Çok uzakta olmasına rağmen Tendürek Dağı bile görünüyor. Gürbulak ilçesi ve İran sınırı şuracıkta… Ereğli’ye el sallıyorum. Yarım saat dinlendikten sonra 3.200 metre kampına inmeye başladık. 3 saat süren çıkışımızdan sonra 1,5 saat süren iniş çok daha rahat geliyor.

Öğlen 1'de kampa varıp çay molası verdikten sonra kamp yerinde koyu sohbet ve hepimiz dinleniyoruz. Terden kokmaya başladık, duş imkanı yok; fakat turistler umursamıyor, soyunuveriyorlar anadan doğma ve o buz gibi suyun altına atıyorlar kendilerini. Zaten dağdaki Türk bulunan tek grup bizimkisi, diğerlerinin tamamı yabancı. Dünyanın dört bir tarafından gelen insanlar var.

Ağrı Dağı bu yükseklikte aparatsız çıkılabilen dünyadaki iki dağdan bir tanesi, diğeri Tanzanya’daki Kilimanjaro. Ağrı Dağı’nın birçok özellikleri var: Dünyanın en yüksek 43. dağı, dünyanın en yüksek 2. volkanik dağı, Türkiye’nin ve Avrupa’nın en yüksek dağı, Dünyada 5.000 metrenin üzerinde çıkılan ilk dağ (Prof Parrot), Mısır – Babil ve Anadolu Medeniyetleri için (dünyanın diğer yerleri bilinmediğinden) dünyanın en yüksek dağı, irtifası en hızlı yükselen dağlardan, Marco Polo için “çıkılması imkansız olan dağ”.

Saat 6’da akşam yemeği. Yarınki 4.200 metreye tırmanış için son hazırlıklar… Zirve bizi bekliyor!

3.200 metrede bulunan ana kamptan 4.200 metredeki 2. kampa çıkan yol o kadar taşlık ve dik ki, yarın 4.200 metreye çıkmak beni korkutuyor. Fakat 3.200-4.200 metre yolunun, tabir yerindeyse, otoban olduğunu, 4.200 – 5.137 metre (zirve) arasındaki yola çıktığımızda anlayacağız.

Saat 20:00 gibi girdiğimiz çadırımızda saat 22:00 gibi uyuyakalmışım. Uykumu uzaklardan gelen birkaç silah sesi bölse de yorgunluktan gözümü bile açmadan yine uykuya daldım. Sabahleyin bu silah seslerinin yaylalara inen kurtlara ateş edilmesinden kaynaklandığını öğreniyoruz, içimiz rahatlıyor. Ne de olsa bölge geçmişte terörün en yoğun yaşandığı yerlerden birisi ve buradaki tüm köyler zamanında güvenlik gerekçesi ile boşaltılmış. İnsanlar yeni yeni evlerine dönmeye başlamış.

Sabah 05:00 gibi uyandığımda ortalıkta kimsenin olmadığını görüyorum. Güneş Iğdır tarafından doğmak üzere, birazdan Ağrı Dağı'nın yamaçlarını aşıp bize ulaşacak. Gece elinizi uzatsanız değecek gibi olduğunuz yıldızlar kayboldu kaybolacak; gökyüzüne öyle yakınız ki…

Kahvaltıdan sonra 4.200 metreye tırmanışımız başlıyor. Rehberimizi çok yavaş hareket etmesi konusunda uyarıyoruz. Nefes almak yüksek irtifada, oksijen azlığından dolayı gerçekten çok zor. Sabah 08:00’de başlayan yürüyüşümüz saat 12:00 gibi 4.200 metre kampında sona eriyor.

Sabahleyin bize çadırımızı sökmeyi öğreten rehberimiz Nursin, şimdi de çadır kurmayı öğretiyor. Ferhan Hoca da ben de bu konuda meraklıyız. Grubumuzun diğer üyeleri isteksiz, hatta kızanlar dahi var. Onların çadırlarını atçılar kuruyor. 4.200 metre kampında ne gezilecek bir yer ne de hareket edilecek bir alan var. 3.200 metrede çok ilkel koşullarda tuvaletler olsa da burada o da yok, her şey doğal… İnanın 4.200 metrelik bir uçurumun kenarında gibiyim. Her yer taşlık ve kayalık, ot bile yok.

Ancak çok enteresandır, bu irtifada yaşamayı başarabilen bir kelebek ve kuş türü var. Başka hiçbir canlı yok. Kampımızın hemen yanında zamanında buzul yatağı olduğu anlaşılan çok derin ve geniş bir vadi var. Zirvenin hemen altına kadar uzanıyor. Zirvenin yaklaşık 300 metre kadar altında eriyen kar ve buz sularının bu derin vadiye aktığı bir şelale var. Vadinin kenarındaki kaya parçaları zaman zaman kopup yuvarlanıyor. Ortalık toz duman içinde, yüreklerimizi korku sarıyor, can kıymetli…

Tüm öğleden sonrayı ister istemez çadırımızın içinde miskin miskin yatarak geçiriyoruz. Kaldığımız çadır 50 cm yüksekliğinde, 1.5 metreye 2 metre genişliğinde, badi çadırı tabir edilen, çok dar bir çadır. Bu çadırda Ferhan Hoca ile ikimiz kalıyoruz. İlk gece çatlayacak gibi olsak da uyku tulumlarını battaniye gibi üzerimize sererek bu soruna alıştık. 3.200 metrede bile zor uyurken 4200 metre gerçekten cehennem. Yer kayalık ve taşlık, eğri büğrü, yattığım yerden sürekli kayıyorum. Akşam yemeğinden sonra saat 20:00 gibi uyumaya çalışıyoruz. Gece 02:00’de zirve yapmak için tırmanışa geçeceğiz ama zaten 2 gündür devam eden grip rahatsızlığım daha da ilerlemiş durumda, nefes almakta güçlük çekiyorum. Hava o kadar soğuk ki karanlık basınca resmen titriyorum.

Ertesi gün saat 01:00’de uyandığımda ancak 15-20 dakika uyuyabilmiştim. Çadırımızdan çıkıp hazırlığımızı yapmaya başladık. Hedefimiz zirve: 5.137 metre; 16.000 feet…

Kafa lambası, buzda giyilecek kramponlar, eldivenler, diğer aparatlar tek tek kontrol ediliyor. En önemli şey su! Sık solunumdan dolayı vücut akciğerler yolu ile aşırı su kaybediyor. Saat 02:00’de tırmanışımıza başladık. Gündüz gördüğümüz %80 derecelik eğim neredeyse uçuruma yakın: 4.600 metre yolunu çıkıyoruz; 4200 metreden görünen son nokta burası.

Yol o kadar dik, o kadar kayalık ki yol demek yanlış aslında. Zira çıkarken belirli bir yol yok. Rehberin belirlediği bir güzergah var. Grubun çıkış bakımından en zayıfı benim ve grubun en arkasından geliyorum. Çoğu yeri zifiri karanlıkta soluk soluğa dört bacaklı çıktım, sürekli öksürüyorum. 4.600 metreye vardığımızda saat 04:00 oldu. Dizlerimiz titremeye başlamıştı. 300 metrelik yolu 2 saatte inanılmaz zorluklarla geçmiştik. En büyük sıkıntı nefes almak. Yüksek irtifadan dolayı oksijen o kadar az ki. Sanki can vereceğim de; Azrail'ini gören bir insan gibi sık ve derinden nefes alıyorum. Karnımız ve göğsümüz bir iniyor, bir çıkıyor. Buna rağmen vücut oksijene doymuyor. Herkes bir kırıntı halinde bile olsa ölüm korkusu içinde. Neticede, 50’ye yakın, ki bu sayı Everest’ten daha fazla, can almış bir dağa çıkıyoruz. Güneş doğmaya başladı, manzara nefis, dağın gölgesi ovaya düştü: tam bir üçgen!

4.600 metreden sonraki hedef 4.900 metre. Burası buzulun başladığı yer. 4.800 metreye kadar dört bacaklı ve zar zor nefes alarak çıkmayı başarabilmiş olmama rağmen 4.800 metreden sonra dizlerim beni taşımıyor. Ruhum vücudumu terk ediyor. Ben artık ölüyüm!!! İçimde inanılmaz bir uyuma isteği… 5 adım atıp 1 dakika dinleniyorum. Akciğerlerim artık göğsümde değil, küçük dilimin yanında… Buzula nasıl vardığımı hala hatırlamıyorum. Yarım saattir hiç kimse ile hiç bir şey konuşmadım. 4.900 metrede buzulun başına geldiğimde kendimi yere attım ve söylediğim ilk cümle Ferhan Topçu’ya ‘"Ferhan Hocam ben artık devam edemeyeceğim’" oldu. Bu sözüme aldırış etmeyen Ferhan Hoca 36 yıllık öğretmenliğinin verdiği tecrübe ile ve “seni döverim çocuk” edalı bakışıyla kramponlarımı takmama yardım etti. Hayır diyordu gözleri, buraya kadar geldikten sonra dönmek olmaz.

Krampon denilen şey bota takılan bir aparat, bildiğimiz futbol kramponları ile alakası yok. Altında 4-5 cm uzunluğunda 4 adet sivri demir var ve buzda yürümeye yarıyor. Kramponlar olmadan buzda ilerlemek imkansız. Buzulun 300 metre derinliğinde olduğunu öğreniyoruz, kapladığı alan 10 kilometrekare.

Her birimizin yorgunluktan, soğuktan, basınç azlığından, rüzgardan yüzümüzün şekli değişmiş durumda. Zirve o kadar yakın ki elimi uzatsam takkesine dokunacağım…

KENDİMDEN GEÇİYORUM.  ANNE BENİ DİZİNDE SALLA… BAYILDIM BAYILACAĞIM… EN SON NE ZAMAN AĞLADIĞIMI UNUTTUM… KARIM… BENİM NE İŞİM VAR AĞRI’DA? DÖNSEM, HATTA DÖNMEYİP ŞURACIKTA UYUSAM, KAYALARIN ARASINDA… SICACIK: -10 DERECE!!! 100 KM HIZLA ESEN RÜZGAR NİNNİ GİBİ GELİYOR. 30 SANİYEDİR KAPALI OLAN GÖZLERİMİ AÇTIĞIMDA FERHAN HOCAMIN GRUPTAKİ DİĞERLERİNE KRAMPONLARINI TAKMALARI İÇİN YARDIM ETTİĞİNİ GÖRÜYORUM. ZİRVE ARKAMDA… BUNU BAŞARAMAZSAM BUNDAN SONRA HİÇBİR ŞEYİ BAŞARAMAYACAĞIM!!!

Cehennem Vadisi uçurumu (Atlas dergisi muhabiri İskender’in düşerek öldüğü yer) 50 metre ilerimde. Topu topu 10 metrelik bir sırt, orayı geçti mi işte zirve yolu… BİLDİĞİM BÜTÜN DUALARI OKUDUM. OKUDUĞUM DUALARI TEKRAR OKUYACAĞIM, YORGUNLUKTAN HATIRLAYAMIYORUM. AYAĞA KALKTIM, BUZULA ÇIKTIM, EĞİM ÇOK DİK… 1, 2, 3, 4 ADIM… ARTIK BUZULDAYIM…

HER NEFES ALIŞIMIN BAŞINDA BİR (HIII) HER NEFES VERİŞİMİN SONUNDA BİR (HAAA) SESİ VAR… ÖLÜYORUM, SON DEMLERİM BUNLAR… CEHENNEM VADİSİNİ DE GEÇTİM, BAŞARACAĞIM… ZİRVENİN ARDINDAN GÜNEŞ BİRAZDAN GÖRÜNECEK… ZİRVEDEN ÖNCE SON TIRMANIŞ CEHENNEM VADİSİ UÇURUMUNU GEÇTİKTEN SONRA: SON 50 METRE, EN DİK YER. "Z" YAPARAK ÇIKIYORUM, BUNDAN SONRA DÖNMEK OLMAZ… İŞTE SON 10 ADIM… SANKİ ÇOCUĞUM ARTIK; SANKİ O 10 ADIM 10 BİN MİLYON KİLOMETRE… SON 3 ADIM… ARTIK TÜM ALKIŞLAR BANA… MÜBAREK BİR YERE GİRİLİRKEN ATILAN ADIM: SAĞ AYAK.

ARTIK ZİRVEDEYİM, ARTIK TÜRKİYE’NİN EN YÜKSEĞİNDEYİM, ARTIK BAŞARAMAYACAĞIM HİÇBİR ŞEY YOK, ARTIK BEN BİR SÜPERMENİM!!! ARTIK BEN AĞRI DAĞI’NIN ZİRVESİ’NE ÇIKMIŞ YILMAZ EFE’YİM!

SAAT 06:50. KENDİMLE GURUR DUYUYORUM.

Aşırı rüzgardan dolayı 5-6 dakika durabildik zirvede; her şey o 5-6 dakika içindi.

Artık inişe geçiyoruz. ‘’Kanımın çekildiğini hissediyorum, artık ölüyorum’’ dediğim buzulu koşarak iniyorum. Buzuldan sonraki yoldan inmek, çıkmaktan daha tehlikeli. Ayağının kayması durumunda insanın yaralanması, ölmesi işten bile değil. Ağrı Dağı’ndaki tüm ölümler dönüş esnasında olmuş, o yüzden çok yavaş ve dikkatli davranıyoruz, savaşı kazanan muzaffer komutan edasındayız, zirveye ilerleyenlere havamızı atıyoruz… 3 saatlik zorlu ve çok tehlikeli bir inişten sonra 4.200 metredeyiz. Çadırımıza girer giremez uyumuşum, yarım saat sonra Ferhan hoca artık 3.200 metreye iniyoruz diye uyandırdı. Burnum yerinde yok. Aşırı soğuk ve rüzgar burnumun derisini almış götürmüş burnumu hissetmiyorum. Ensem zımparalanmış gibi ense derim kulağıma kadar kabarmış durumda.

3.200 metreye inerken günahlarımdan arınmış gibiyim. 2 saatlik bir inişten sonra 3.200 metre ana kampındayız. Programa göre burada bir gece daha kalmamız lazım ama grip rahatsızlığımın ilerlemesinden korkuyorum. O gün Doğubayazıt’a inecek olan iki kişi ile birlikte aşağıya inmeye karar verdim. Ferhan Hoca da benimle gelmeyi kabul etti. 3.200-2.200 metre arası iniş ortalama 2 saat.

Çantalarımızı topladık, eşyalar atlara yükleniyor. Yine yola çıkıyoruz, dudağımda bir ıslık: “Ağrı Dağı’nın eteğinde, uçan güvercin olsam, türkü olsam dillerde, diyar diyar dolansam.”