İstanbul’dan 7 saat süren bir uçak yolculuğundan sonra Tanzanya’nın en büyük şehri Dar-es Selam’dayız. Uçağımız sabaha karşı indiği halde sıcak ve nem had safhada, Ekim ayındayız. Tanzanya güney yarım kürede bulunduğundan mevsim değişikliği yaşıyoruz. Orada ilkbahar.
Dinlenmek için yerleştiğimiz otelde kaygılanarak indiğimiz kahvaltı nefis. Gittiğimiz onlarca ülke bulunmasına rağmen Afrika’nın hemen hiçbir ülkesinde yemek problemi yaşamadık. Tanzanya da öyleydi. Yemekler tam bizim damak tadımızda. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için domuz eti kaygısı da yaşamıyoruz.
Kahvaltının hemen ardından bizi Zanzibar Adasına götürecek taksi uçakların havalandığı küçük havaalanına geçiyoruz. Tek motorlu bir pırpır uçakla gideceğiz Zanzibar’a, mesafe 20 dakika. Daha önce hiç pırpır uçağa binmemiş olmanın heyecanı da var içimizde.Uçak toplam 16 kişilik.
Kaptanın hemen yanına avukat arkadaşımız Banu Tabak oturdu. Buna o kadar çok sevindi ki, yaklaşık 5 dakika uçağı kullanma şansına sahip oldu. Gökyüzünden Zanzibar’ı gördüğümüzde hayran olmamak mümkün değil. Yaklaşık 1 km yükseklikten uçan uçağımızdan turkuaz sahilleri çok net görebiliyoruz.
Havaalanına inip bizi otelimize götürecek araca bindiğimizde bembeyaz kumsallara kendimizi atma hayali kuruyoruz. Fakat birden silahların, taşların, sopaların arasında bulduk kendimizi. Olayları bastırmaya çalışan askerlerin arasından sıyrılıp yüreğimiz yerinden fırlayacak şekilde vardık otelimize. “Allahım biz nereye geldik” sorusunu soruyor herkes!
Zanzibar, Tanzanya’nın Dar-es Selam şehrinden yaklaşık 10 mil açıkta bir ada. Anlamı zencilerin ülkesi. İç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Tanzanya’ya bağlı özerk bir bölge. Halkın tamamı Müslüman. Tanzanya’dan ayrılarak bağımsız bir devlet olmak istiyor. Bu konuda halkın liderliğini yapan kişi aynı zamanda halkın dini lideri. Tanzanya merkezi hükümeti de bu yöndeki isyanları bastırmak adına resmen halka zulmediyor.
Adaya vardığımızda Cuma günü olduğundan namazdan sonra toplanan halk tutuklanan dini liderlerinin serbest bırakılması için eylem yapmış ve sonrasına zaten bizzat yukarıda anlattığım şekilde şahit olduk.
Zanzibar, dünyada köleliğin başkenti ve hatta dünyada köle ticaretinin en son bittiği ülke olmuş. Öyle ki, Umman Krallığı buraya uzun zaman hükmetmiş ve köle ticaretinden dolayı öyle inanılmaz paralar kazanmış ki, Umman Krallığı başkentini Zanzibar Adasına taşımış. Düşünün Umman neresi, Zanzibar neresi…
Medina denilen eski şehrin merkezindeki kölelerin tutulduğu zindanları görünce kölelerin orada yaşadığı zulmü hissetmeye çalışıyorsunuz. Düşünmeye çalışıyoruz sadece. Onların yaşadığı trajediyi anlayabilmek, sırf tenleri kara olduğu için köle olmayı hak ettiği düşünülen insanların yaşadığı acıları hissedebilmek asla mümkün değil.
Umman Krallığının ardından İngilizler işgal etmişler adayı ve elli yıla yakın yönetmişler. Köleliği de büyük oranda yasaklamışlar. Fakat köle ticaretinin tamamen kalkması 1950’li yılları bulmuş.
Bir müddet bağımsız olarak kalan Zanzibar, o dönemdeki ismi Tanganika olan Tanzanya’nın Afrika kıtasındaki bölümü olan kara parçası ile birleşme kararı almış ve iki ülkenin birleşmesi ile kurulan ülkenin ismi de Tanzanya olarak kabul edilmiş.
Zanzibar Adasının ismi sadece köle ticareti ile anılmıyor elbette. Turkuaz renkli denizi, bembeyaz kumsalları, yemyeşil doğası, binbir çeşit tropikal meyveleri, candan içten samimi insanları ve en önemlisi dünyanın baharat başkenti olması ile de ünlü Zanzibar.
Bir de dünyaca ünlü sabunları. Her türlü baharattan üretilen sabunların paketleri bile bir şaheser. Bütün bunlar bir tarafa da Zanzibar’ı Zanzibar yapan bir isim var. Dünyanın belki de gelmiş geçmiş en ünlü şarkıcılarından birisi olan Queen grubunun solisti Freddie Mercury Zanzibarlı. Başkent Stone Town’da doğmuş. Gerçek ismi Farrokh Bulsara olan Freddie Mercury. Zanzibarlılar adeta aşık ona. Burada çok sevilen bir diğer şarkıcı da Bob Marley. Saçlarını Bob Marley gibi örmüş olan onlarca genç görüyoruz Stone Town’da.
Şehirde bir çok cami ve İngilizler tarafından yaptırılmış bir kilise mevcut. Adada Türk müteşebbisler tarafından yaptırılmış ve önünde Türk Bayrağının dalgalandığı bir Türk Koleji de bulunmakta. Gururlanmamak elde değil. Yüreğimiz kabarıyor. Adadaki olaylardan dolayı okulu ve orada görev yapan Türk öğretmenleri ziyaret etme imkanımız ne yazık ki olmadı.
Kendimizi bembeyaz kumsallara ve turkuaz denize bıraktığımızda akşam olmak üzereydi. Bir rüyada gibiyiz sanki. Televizyonlarda gördüğümüz ve acaba cennet böyle bir yer mi diye sorduğumuz yerlerden birisindeyiz.
Akşam yemeği nefis, buraya özgü çorbalar, et yemekleri ve baharatlı yiyecekler inanılmaz lezzette. Tabiî ki tropikal meyveler. Adını duymadığımız meyveleri tatma imkanımız oluyor burada.
Bir gün sonra bir baharat bahçesini ziyaret etme imkanımız oldu. Mutfaklarımızda her gün kullandığımız baharatların ağaçlarını görünce her defasında aaa demekten kendimizi alıkoyamıyoruz.
Baharat bahçesi gezimizin ardından rehberimiz bizi ceza evi adasına götüreceğini söylüyor. Ne işimiz var ceza evinde diye düşünürken sandalla geçtiğimiz, kıyının yaklaşık 1 mil açığındaki bu adanın isminin neden cennet adası değil de ceza evi adasını düşünüyoruz.
Zamanında cüzzamlılar için ayrılan bu adanın sonradan ceza evi olarak kullanılmasına karar verilmiş ama ceza evi olarak da hiç kullanılmamış.
Adanın şu andaki daimi misafirleri dev kaplumbağalar. Her biri en az 100 yaşında olan kaplumbağaların ağırlığı ortalama 150 kilogrammış. Yaşlı ve yürümekte güçlük çeken bu ev sahipleri ile fotoğraf çektirdikten sonra mercanlar arasında şnorkelle dalış yapmaya gidiyoruz.
O büyülü dünyaya daldığımızda, adeta bir akvaryumda hissediyoruz kendimizi. Mercanlara basmak yasak. Yasak olduğu kadar da tehlikeli, zira, adeta bıçak gibi keskinler. Unutulmaz anlar yaşadığımız ceza evi adasından da ayrıldıktan sonra kalacağımız diğer otele geçtik.
Akşam otele ulaştığımızda deniz hemen otelin önündeydi fakat, serinlemek için sabahleyin kumsala koştuğumuzda şoka girdik: DENİZ YOK!
Gel-gitten dolayı deniz yaklaşık 500 metre çekilmiş. Denize girmemiz için birkaç saat beklememiz gerekecek. Bu zamanı denizin çekildiği kumsalda gezinti yaparak geçiyoruz. Bir sürü rengarenk sünger toplama imkanımız oluyor bu sırada . Tropikal iklimden dolayı birden kararan hava tam sağanak yağmur yağacak derken 10 dakika sonra yerini pırıl pırıl güneşe bırakıyor. Balıkların her çeşidi mevcut bu denizde. Denizden adeta bereket fışkırıyor.
Hint Okyanusu Atlas Okyanusu’na göre daha tuzlu. İki yıl önce de Fas ve Ekvator Ginesi’nde Atlas Okyanusu’na girmek nasip olmuştu. Hint Okyanusu Atlas Okyanusu’na göre gerçekten daha güzel.
Rüzgar akımından dolayı dünyada en yüksek parasailing’in Zanzibar’da yapıldığını öğreniyoruz. Parasailing bir motor yatın arkasına takılan paraşütle yapılıyor. Bu adrenalini yaşasak mı diye düşünürken en azından gidip yapanlara bakalım diye karar verdik ve oraya vardığımızda apayrı bir şok yaşadık. Bu işi yapan şahıs Alp Bey isminde Marmarisli bir Türk. Yatı kullanan kaptan ve yardımcı personel de Türk.
Alp Bey bunu mutlaka denememiz gerektiğini, Dünyanın hiçbir yerinde bu şansı yakalayamayacağımızı söylüyor. Dile kolay tam 400 metre yükseğe çıkacağız. Denemeye karar veriyoruz. En cesurumuz her zamanki gibi Banu Tabak. İlk o bindi parasailinge. Sanki bir evin birinci katına çıkmış gibi hiçbir korku ve heyecan yok!
Sıra bana geldiğinde yüreğim adeta yerinden fırlayacak, paraşüt beni 400 metreye çıkardığında hava akımları sebebi ile aşırı sallandığında adeta korkudan bayılacak gibi oldum. Paraşütü çeken tekne aşağıda bir nokta gibi görünüyor. Yarım saat süren bu heyecandan sonra tekneye indiğimde kendime olan güvenimin bir kat arttığını, inanılmaz şekilde yükseklik korkusu olan bir insan olmama rağmen insanın başaramayacağı hiçbir şey, yenemeyeceği hiçbir korku olmadığını yeniden anladım. İyi ki denemişim, iyi ki aklımdan keşke denese miydim sorusunu çıkarmışım diyorum. Ağrı Dağı’nın zirvesine çıktıktan sonra, yaşadığım en müthiş tecrübelerden birisiydi dünyanın en yükseğe çıkan parasailingine binmek.
Alp Bey bize müthiş bir jest yaparak botun arkasına takılan muz ile bize adanın etrafını gezdiriyor.
Zanzibar Adası, Türkiye’ye çok uzak olduğu için senede ancak 15-20 Türk turist geliyormuş. Zanzibar’a gelinir de, Masai Kabilesinin müthiş şovu kaçırılır mı… Kırmızı yerel elbiseleri ile boyları nerede ise 2 metreye varan Masai erkekleri sıçrayarak yaptıkları danslarında dini ve yerel bir ritüeli yerine getirmekten ziyade neredeyse kendilerinden geçiyorlar. Bu da mutlaka görülmesi gereken bir şey.
Zanzibar Adasında, Zencilerin Ülkesinde 4 muhteşem gün geçirdikten sonra gözümüz arkada kalarak ayrılıyoruz buradan. Yarın Tanzanya’ya dönmüş olacağız. Dar-es Selam’dan , tüm Afrika’da kutsal sayılan ve Afrika Kıtası’nda olup tepesinde bir buzul bulunan tek dağ olan Kilimanjaro’ya uçacağız bu kez. Tanzanya’daki Serengeti ve Kenya topraklarındaki Masai Mara’da safari bizi bekliyor.
Dünyanın bir çok ülkesinde kendi dünyalarında yaşayan insanlar… Her birinin hayalleri, düşleri, beklentileri, aşkları, sevdaları, aileleri, işleri güçleri, mutlulukları, mutsuzlukları var. Kimileri Zanzibar gibi cennetten bir köşede garibanlık içinde yaşıyor, kimileri de Zanzibar’ı sömürgeleştiren İngiltere gibi topraklarında patates bile yetişmeyen, yiyecek bakımından tamamen dışa bağımlı ülkelerde refah içinde yüzüyorlar. Hayat ne garip!
Bir dahaki yazımda Tanzanya/Serengeti ve Kenya/Masai Mara’da aslanların, fillerin, zürafaların ve ismini burada belirtemeyeceğim kadar çok vahşi hayvanın arasında safari maceramızda buluşmak dileği ile mutlulukla kalın.