Zanzibar ve Merkez Stone Town

Arap kültürünün yoğun olarak hissedildiği Stone Town’un merkezi kaldığımız otele sadece 5 dakikalık mesafede. Sabah erken kahvaltı ardından Stone Town’daki ilk durağımız kentin kuzey kesiminde yer alan Balık hali ve Meyve Pazarı.

Balık halinin girişinde yerdeki dev vatoz bizi karşılayan ilk deniz canlısı oluyor. Tabii Pazar girişinde artık pek canlı bir hali kalmamış hayvanın.

Hal çevresinde ağır bir koku olduğundan grubumuzdan sadece birkaç kişi ile birlikte giriyoruz pazarın içine. Uzun bir koridorun her iki cephesindeki tezgahların üzeri çeşitli deniz ürünleri ile dolu. Eşit bölmeler halinde ayrılmış olan beton tezgahlar üzerinde vatozdan kingfish’e, karidesten ahtapota kadar envai çeşit deniz ürününü görmek mümkün.

Sabah erken saatlerde iskeleye yanaşan tekneler açık artırma ile mallarını satıyorlar. Bir kısım mal da balık haline getiriliyor ve burada satış yapılıyor. Bu nedenle etrafta çok sayıda balık taşıyan hamal ve hararetli bir şekilde pazarlık yapan insanlar var.

Balık pazarının hemen yanı başında ise açık alanda kurulmuş üzeri tenteler ile kapatılmış olan oldukça geniş bir meyve sebze pazarı var. Meyve sebze pazarında çeşitli baharatlar ile Hindistan cevizi kabuğundan yapılma ufak hediyelik eşyalar bulmak da mümkün. Turist olduğumuz için bize verilen fiyatlar yerel halka verilenden farklı haliyle. Bu nedenle sıkı pazarlık yapmak birincil kural.

Pazarda en sıklıkla rastladıklarımız ananas, karpuz, muz, mango, papaya, hindistan cevizi, tatlı patates ve kasava. Karpuz gibi dilimlenerek ortası alınan ve tadı ananas ile muz karışımına benzeyen Jackfruit, tadı amasya elmasını andıran pembe elma, kokusundan yanına yaklaşılmayan ve tadıda pek bir nahoş olan durian, çok sulu olmayan ama irice tanelere sahip leziz bir pembe greyfurt çeşidi Pomela da pazarın olmazsa olmazları arasında.

Daha kahvaltıyı yeni yapmış olmamıza rağmen bu tropik meyve cennetinin cazibesine kapılıp, çeşit çeşit meyve alarak aracımıza yükledik. Nasıl olsa yenir, gün uzun olacak…

Pazarın arka kısmında bir de kümes hayvanları bölümü var ama o kısma hiç uğramadan Kadınlar caddesinden Slave Market’a doğru yola koyulduk.

Eski kent merkezinde yer alan bu caddeye Kadınlar caddesi denmesinin nedeni, bu cadde boyunca yer alan ufak dükkanlarda daha çok kadınların yaptığı el ürünlerinin satılıyor olması.

Çok geçmeden Slave Market, yani dönemin en büyük Arap köle ticareti merkezi olan yere ulaşıyoruz.

Öncelikle o dönemde zenci kölelerin satılmadan önce dayanıklılık testine tabii tutulduğu ancak günümüzde müzeye çevrilmiş olan iki zindanı geziyoruz. Müzenin sadece girişinde bir panoda asılı birkaç resim ve doküman var. Bunun dışındaki o döneme ait kaynakların çoğu, buraya gelip köleliğe son veren İngilizler tarafından ortadan kaldırılmış. Panoya şöyle bir göz attıktan sonra zindan kısmına iniyoruz.

Her biri maksimum 8-10 metrekare ve yüksekliği 1,5 metre civarında olan zindanlarda 30’ar 40’ar kişi tutuluyormuş. Bu kişiler 3 gün aç susuz bırakılıyor ve üçüncü gün sonunda hayatta kalanlar dayanıklılık testini geçmiş kabul edilerek, Amerika’ya ve Avrupa’ya satılıyormuş. Zindanlarda o dönemden kalma kölelerin bağlandığı zincirler halen duruyor.

Müzenin çıkışında kilisenin bahçesinde bulunan ve köle ticaretini sembolize eden etkileyici bir heykel yer alıyor.

Kentte, bir dönem köle ticaretini elinde bulunduran İngilizlerin yaptırdığı kilisenin bahçesinde de Afrikalıların zincirlenmiş heykelleri sergileniyor. Yere açılmış bir çukur içerisinde birbirine zincirlerle boyunlarından bağlanmış 5 tane zenci köle heykeli yer alıyor. Bu heykelin hemen önünde ise “Kumbuktu Ya Historia Ya Watumwa Memory For The Slave” yazan bir tabela yer alıyor. Heykel Tanzanya sigara şirketinin de içinde bulunduğu bir takım şirketlerce finanse edilerek 1997 – 1998 yılları arasında İsveçli heykeltraş Clara Sornas’a yaptırtılmış. Oldukça etkileyici bir anıt.

Buradan sonra bahçe içerisindeki Zanzibar’ın en büyük kilisesine giriyoruz. Eskiden köle pazarı olan yerde Dr.Livingstone'un çabalarıyla köleliği yasaklayan İngilizler tarafından yaptırılmış bir Anglikan Kilisesi bulunuyor. 1873 senesinde İngilizler, Umman Sultanı Barghash'e köle ticaretine son noktayı koydurtan antlaşmayı zorla imzalatmış ve böylelikle köle ticareti son bulmuş.

Kilise, aynı zamanda Zanzibar’ın ilk kilisesi olma özelliğini taşıyor. Kilisenin içinde Dr. Livingston’un öldüğünde cenazesinin üzerinde taşındığı ağaçlardan yapılma bir haç bulunuyor. Aslen İskoçyalı olan Dr. Livingston, önemli misyonerlerden biri. Hristiyanlığı yaymak için buraya gelmiş. Londra misyonerler derneğine üyeymiş. Burada da Dr. Livinston’un evi var. Zambiya’daki Livingston şehri de bu Dr. Livingston’dan geliyor. Zambiya’nın güneyinde yer alan tarihi bir koloni şehri olan Livingstone, adını 1855’te buraya gelerek Victoria Şelaleleri’ni keşfeden İskoç kâşif Dr. David Livingstone’dan almış.

Kilisenin içinde bir de çok büyük bir kilise orgu var. Kilisenin bir bölümü oldukça hasarlı, duvarları çatlamış ancak UNESCO dünya mirası listesinde olduğu için, güçlendirme yapılamıyor. Daha doğrusu restorasyon için UNESCO’dan fon bekliyor.

%100’e yakını Müslüman olan bölgede kiliseler ağırlıkta. Bunda da sömürge döneminin büyük etkisi var tabii. Zanzibar’da 1925’te inşa edilen cami en önemli ve eski camilerinden birisi. Günümüzde Barış hatırası müzesi olarak hizmet veriyor.

Kilise çıkışında “Taş Şehir” Stone Town'un ara sokaklarında dolaşmaya başlıyoruz. UNESCO tarafından dünya mirası listesine alınan kent, günümüze kadar neredeyse hiç değişmeden gelmiş.

Labirenti andıran ve birbirine açılan dar sokaklar, boyaları dökülmüş ve birbirine yaslanmış taş evlerle süslü. Biraz Havana sokaklarını andıran sokaklardaki evlerin alt katlarında yer alan dükkanlar ve bu dükkanlardan dışarıya taşan hediyelik ürünler sokakları süslüyor.

Taştan evlerin vazgeçilmezi ahşap oyma kapılar. Kentin simgesi haline gelmiş olan kapılar iki çeşit. Arap tarzı ve Hint tarzı… Hint tarzı kapılarda metal mahmuzlar var. Bu metal mahmuzlar eve girme isteği duyan filleri uzak tutmak için güvenlik önlemi ile yapılıyormuş.

Arap kapıları ise oldukça gösterişli. Çünkü Arap kültüründe kapı ne kadar süslü ve gösterişliyse ev sahibi de o kadar zengin demek. Banka binasını kapısı bile ağaç oymalar ile süslü.

Eski evlerin bazıları mercan kayalıklarından yapılmış Ancak artık ev yapımında mercan hiç kullanılmıyor.

Sokaklarda dolaşırken kapıların önlerine atılmış tahta taburelerde oturup birbiri ile sohbetteki esnaf,  baş örtülü ve peçeli kadınlar dikkat çekiyor. Ancak halk fotoğraf çektirmekten hoşlanmıyor. Bu nedenle önce izin almak gerekli.

Sokaklar dolaşırken pek çok kişinin basamaklar üzerinde oynadığı oyun dikkatimizi çekiyor. Aynı zamanda bu oyun tablaları da alınabilecek en güzel hediyelik eşyalar içerisinde yerini almış.

Hediyelik eşya demişken Zanzibar’dan alınabilecek en güzel hediye baharat kokulu sabunları, ve de tabii çeşitli baharatlar. Tüm hediyelik eşyaları bir arada bulabileceğiniz bir merkez olan Memories ise Freddie Mercury’nin evinin hemen karşı çaprazında.

Queen grubunun solisti Freddie Mercury, ya da gerçek adı ile Faruk Bulsara, Zanzibar doğumlu. Freddie Mercury’nin evi ise Zanzibar’ın en fazla ziyaret edilen yerlerinden. Tabii günümüzde bu evin alt katı genişçe bir hediyelik eşya dükkanı olmuş. Üst katında birkaç odadan oluşan bir butik otel ve en üstte de bir restoran yer alıyor. Bu restoranda Queen’in şarkıları eşliğinde yemek yemek mümkün.

Freddie Mercury’nin de evini ziyaret ettikten sonra yönümüzü yeniden sahile çeviriyoruz. Hemen kıyıda yer alan Arap Kalesi, Araplar tarafından 18.yYüzyılda Portekiz saldırılarına karşı inşa edilmiş.

Arap kalesinden devam ettiğimizde Foradhani’ye ulaşıyoruz. Ancak Akşam saatlerinde kurulan sokak tezgahlarını gündüz saatlerinde göremiyoruz.

Bu sahildeki en etkileyici yapı ise Beyt-ül Acaip yani Acaip Ev. 1883 senesinde Umman sultanının kendisine yaptırdığı bu evin adını halk koymuş. Acaip ev demişler. Niye mi? Çünkü adada ilk kez elektrik ve asansör bu evde kullanılmış.

Her tarafı balkonlarla çevrili olan ev, yapıldığı dönemde adanın en yüksek binasıymış. İlk yapıldığında Umman Sultanlığı'nın resmi ikametgahı olan bu bina, sömürge döneminde İngiliz valisinin konutu haline gelmiş. Umman Sultanları burayı daha çok kabuller ve törenlerde kullanıyorlarmış. Günümüzde ise müze olarak hizmet veriyor.

Binanın en üst katından şehir manzarasını seyretmek mümkün. Müzede Umman sultanlarının kullandığı çeşitli eşyalar ve mobilyalar sergileniyor.

Bu evin yanında yer alan büyük beyaz renkli, bakımsız ve bina ise Saray müzesi. Yine 1800′lerin sonunda inşa edilmiş olan bina bağımsızlığa kadar Sultan’ların evi olarak hizmet vermiş.

Beyt-ül Acaip’in önünde gördüğümüz en acaip şey ise Masai kıyafetleri içindeki Masai topluluğuydu.

Bu sahilden kalkan ve Prison Island’da giden teknelere binerek Stone Town’dan ayrıldık.

Zanzibar'da mükemmel yemek hizmeti sunan ulaşımı kolay Mangrove Lodge ve House of Spices otelleri de konaklamak için tercih edilebilir. 

 

TUĞÇE YILMAZ

Yazar Hakkında

TUĞÇE YILMAZ

 Yaklaşık 15 sene Medya satın alma ve Planlama sektöründe çok uluslu şirketler ile çalıştıktan sonra kendi tutkusu olan gezi ve seyahate yönelerek Gezimanya.com’u kurmuştur.1997 - 1999 İstanbul Üni