İshakpaşa Sarayı ve Ağrı Dağı Efsanesi

İSHAKPAŞA SARAYI

İran topraklarından ülkemiz topraklarına Bazargan sınır kapısından girişimi yaptım ve saat 11.20. O kadar özlemişim ki canım ülkemi, topraklarımızı, halkımızı..Hemen sınır kapısında bekleyen minibüslere bindim ve Doğubeyazıt''a hareket ettim. 25 km'lik bir mesafe var ve yaklaşık 20 dk sonra Doğubeyazıt'a geldim. İlçe çok ufak ve sadece buraya geliş amacınız meşhur İshakpaşa Sarayı'nı görmek olmalı. Ağrı'da yaşayan arkadaşım Uğur'u aradım, geldiğimi haber verdim, akşama kadar sarayı gezeyim, akşam yanındayım dedim. Akşama meşhur Ağrı et yemekleri olacak soframızda… Bu arada bir kültür karmaşası yaşıyorum hala, bu kadar uzun süre İran'da kalınca benimsemişim Humeyni rejimini, off ne diyorum ben, bünye kaldırmaz

Bazargan Sınır kapısı, Türkiye toprakları, bayrağımız ve arkada muhteşem Ağrı Dağı tüm heybetiyle selamlıyor beni…

Lise yıllarımda ilk defa okumuştum büyük üstad Yaşar Kemal'den-Ağrı Dağı Efsanesi'ni. Mıhlanıp kalmıştım yerimde, öyle etkilenmiştim ki Ağrı'nın heybetinden, İshakpaşa Sarayından. Sonra yıllar geçti, Filmini izledim televizyonda, Fatma Girik ve Hayati Hamzaoğlu nefis bir oyunculuk sergilemişti, Gülbahar ve Mahmut Paşa rolünde. Ve son olarak Moğollardan Ağrı Dağı Efsanesi müziğini dinlediğimde benim için bitmişti artık, İshakpaşa Sarayı adım adım gezilecekti.

İshak Paşa Sarayı, saraydan öte bir külliye. İstanbul Topkapı Sarayı'ndan sonra son devirde yapılmış sarayların en ünlüsü. Doğubeyazıt İlçesi'nin 5 km. doğusunda, bir dağın yamacındaki tepe üzerine kurulan Saray, Osmanlı İmparatorluğu'nun Lale Devrindeki son büyük anıt yapısı. 18. yy. Osmanlı mimarisinin en belirgin ve seçkin örneklerinden olduğu kadar, sanat tarihi yönünden de değeri büyük. Sarayın Harem Dairesi Takkapı kitabesine göre yapılış tarihi 1784. Aslında sarayın yapımına 1685 yılında Doğubeyazıt sancak beyi Çolak Abdi Paşa başlamış, onun oğlu Çıldır valisi İshak Paşa ve torunu Mehmet Paşa tarafından 1784'te bitirilmiş.Yani tam 99 yıl sürmüş yapımı.

Saray binasının bulunduğu zemin vadi yakası olduğundan, kayalık ve sert bir yer. Eski Beyazıt şehrinin merkezinde olmasına rağmen, bu yapının üç tarafı (kuzey, batı, güney) dik ve meyilli. Sadece doğu tarafında müsait bir düzlük var. Sarayın giriş kapısı burada. Burası aynı zamanda en dar cephesi sarayın. İshakpaşa sarayının en önemli özelliği ise dünyanın ilk kalorifer tesisatı döşenen sarayı olması.

Saray Osmanlı, Fars ve Selçuklu uygarlığının mimari üslubunu taşıyor.

Saray iki avlu ve bu avluda bulunan yapılar topluluğundan meydana gelmiş. Birinci avludaki yapıların bazıları yıkılmış. Dört tarafı yapılarla çevrili ikinci avlu dikdörtgen planlı. Saray bölümü iki kattan oluşmakta ve tam 366 odası bulunmakta. Her odada taştan yapılmış ocaklar var. Taş duvarlardaki boşluklar bütün yapının merkezi bir ısıtma sistemine sahip olduğunu yani dünyanın ilk kalorifer tesisatına sahip olduğunu göstermekte.

Divan salonu 20x3 m. boyutlarında. Duvarları ve tabanı taştan. Duvarları Türk hat sanatının örnekleriyle, sülüsle yazılmış ayet ve beyitlerle süslü. Sarayın ikinci avlusundaki türbe, kesme taştan yapılmış. Bu sekizgen türbe, Selçuklu türbe mimarisi geleneğinin tipik örneği olan kümbet şeklinde ve iki katlı. Duvarları geometrik motiflerle süslü. Bu türbede Çolak Abdi Paşa, İshak Paşa ve yakınları yatmakta.

Saray, Erzurum Atatürk Üniversitesi tarafından, tüm itirazlara rağmen berbat bir şekilde restore edilmiş. Yan avlu olduğu gibi kurşun plakalar ile kapatılmış ve bu muhteşem tarihi eserin ağzına sıçmışlar. Allahım aklım, vicdanım almıyor; bu saray ki tepeden baktığınızda sanki bir Bağdat masalı yaşıyormuş hissine kapılırsınız, o devrin ihtişamı ve ince detay hesaplamalarına hayran kalırsınız, tarihe imza atmak sözüne şahit olursunuz, ama nasıl böyle basit, iğrenç bir kıyıma, restoreye izin verirsiniz.

İshakpaşa Sarayını gezdikçe masal ve gerçek birbirine karışıyor bende, anlatılanlara göre dağlardan, tepelerden Yörük ve köylülerin sağdığı süt inanılması güç bir tesisat ve yer altı sistemi ile saraydaki çeşmeye gelir ve çeşmeden süt akarmış.

Sarayda yer alan zindan ise ayrı bir ayrıntı sunmakta, içeriye girdiğinizde ışık oyunu ile karşılaşıyorsunuz, rivayetlere göre yatan suçlunun, suçunun oranına göre az ışıklı ya da çok ışıklı bir hücrede cezasını çektiriyorlarmış. Şimdi gelelim 2013 yılına ve bu satırların yazıldığı haziran ayına; zindan zifiri karanlık, içerde yer alan 3 lambanın 2'si kırık, biri ise Allaha emanet duruyor, buraya gelen turistler resmen gülüyor, turizme ihanet ediliyor burada, ya arkadaş o kadar yer dolaştım yurtdışında, müzeye yada turistlik bir yere geldiğinizde adamlar pırıl pırıl aydınlatmalı yerler yaptıklarından doya doya zevkle gezersiniz ama bu kadar muhteşem güzellikte ve tarihte eşi bulunmayan sarayın lambaları kırık, ve o kırık lambalarda olduğu gibi duruyor yerde…

Kesme taşlarla yapılan binanın görkemli yerlerinden birisi de som çelik altın kaplama kapısı. Bu kapı, 1917 Rus ihtilali'nde Moskova'ya taşınmış ve halen Moskova Müzesi'nde bulunmakta. Her yıl yapılan uluslararası Ağrı Dağı Efsanesi Festivali burada yapılıyor. Son olarak, ölmeden önce kesinlikle görülmesi, adım adım gezilmesi gereken ve lale devri'nin son yapılan, ihtişamını yansıtan son saray olması açısından İshakpaşa Sarayı'na gidin, Ağrı Dağı Efsanesi'ni gitmeden önce bir kez daha okuyun ve Gülbahar ile Ahmet'i selamlayın, onlar sizi sarayın koridorlarından el ele izliyorlardır çünkü.

AĞRI DAĞI EFSANESİ

Yaşar Kemal'in usta kaleminden bir aşk masalı…

Hikaye Mahmut paşanın atının, Ahmet adlı bir dağlının evinin önüne gelmesiyle başlar. Ahmet töre gereği atı üç defa evinden uzağa götürüp bırakır. Ancak at her defasında tekrar Ahmet'in evine döner. Artık at Ahmet'in olmuştur. Hiç kimse atı sahiplenme hakkına sahip değildir. Canlar pahasına da olsa at geri verilmeyecektir.

Ancak atın sahibi Mahmut paşa töre möre dinlemez. Atını geri almak için Ahmet'e haber gönderir. Ağrı dağı eteğinde yaşayan dağlılar bu teklifi geri çevirirler. Ahmet'in sözüne güvendiği yaşlı Sofi de bunun doğru olmadığını yiğit bir yürekle haykırır.

Paşa o yörede yetişmiş bir insan olarak bu geleneği bilmesine rağmen, hırsına yenilerek atı geri almak için gerekirse savaşacağını söyler. Bu tehdit ağrı dağı gibi yüce ruhlu olan dağlıları sözlerinden döndürecek gibi değildir. Bunun gerçekleşmesinin asla mümkün olmayacağını söylerler.Paşa ordusunu hazırlar ve dağlıların üstüne yürür. Kürt beyleri de ona eşlik ederler. Sultanın yanında olanlar doğruyu söyleyecek kadar yürekli değilse, ona kul köle olacak kadar alçalırlar. Bu masalda bunu çok iyi görmekteyiz. Kürt beyleri paşanın yaptığının doğru olmadığını bildikleri halde bunu ona söyleme cesareti gösteremezler. Onunla beraber Ahmet'i ve dağlıları bulmak için yola çıkarlar.

Ağrı Dağı yücedir. Sır saklar. Dostluğa ihanet etmez. Kendisine sığınan dağlıları yüreğinin en mahrem yerinde saklar.

Paşa ve beraberindekiler günlerce Ağrı Dağı'nda onları ararlar ama bulamazlar. Yenilmiş bir şekilde geri dönerler. Kürt beyleri paşaya Ahmet'i ve atı getirecekleri sözünü vererek paşadan ayrılırlar.
Kendi aralarında istişare ederler. Yaptıklarının doğru olmadığına karar verirler vermesine ama bir türlü bunu paşaya söyleme cesareti bulamazlar.

Ahmet ve dağlılar köylerini terk ederken, yaşlı Sofi onurlu bir yürekle orada paşayı ve ordusunu bekler. Paşa ve yarenleri sadece Sofi'yi bulurlar. Sofi sözünün eridir. Ağrı dağı kadar engindir yüreği ve sözünü hiç sakınmaz. Paşaya yaptığının doğru olmadığını haykırır. Kaybedecek bir şeyi olmayan insan, paşa da olsa zalime hakkı söylemekten geri durmaz.

Doğru söz paşanın kara vicdanına çarpar. Zulüm karanlık bulutlar gibi ruhunu sarmıştır. Hiç acımadan ve utanmadan yaşlı Sofi'yi zindana attırır. Sofi zindanda kavalıyla Ağrı dağının öfkesini çalar.
Ağrı dağı zalime meydan okuyan bir yiğittir. Ağrı dağı iyi bir dosttur. Kavalın içli yankısı, Mahmut paşanın güzel kalpli kızı Gülbahar'ın kalbinde yankı bulur.

Gülbahar bir ince ruhtur. Tertemizdir. Babasının zulmüne karşı koyan bir delikanlı bir kızdır.
Gizliden gizliye Sofi'yi dinlemeye gider. Onunla hasbıhal eder. Gerçek sultanlığın ne olduğunu gözler önüne serer. Sonu ölümde olsa, tahtın, tacın sonu da olsa doğrunun yanında olmanın adıdır Gülbahar.
Paşanın öfkesi bir kurt gibi kemirir tüm güzel insani duygularını. Kan ister, can ister, at ister. Hırsının kölesi insanlar küçük şeyler için insanlığını kaybeder.

Sonunda bir haber gelir. Ahmet ile atı getireceklerine dair. Milan Beyinin oğlu Musa Bey, Ahmet'i bulur. Ona paşanın kendisini merak ettiğini, böyle yiğit bir gençle tanışmak istediğini söyleyerek, Ahmet'i dağdan indirir. Paşanın huzuruna çıkarır.
Paşa öfkesini gizlemeden atını istediğini söyler. Ahmet ise dik duruşunu bozmadan atın kendisine yadigar olduğunu ve asla geri vermeyeceğini dile getirir. Bunun üzerine paşa Ahmet'in zindana atılmasını emreder. Musa Bey buna karşı çıkar. Kendisine ihanet edildiğini ve kandırıldığını belirterek paşaya karşı çıkar. Paşa, Musa Beyinde zindana atılmasını emreder.

Zulüm sarayda katlanarak artar. Zindana atılan Ahmet, yanık yüreğiyle kavalını çalar. Ağrı dağının öfkesini nefesinden sarayın her zerresine yayar. Bu yanık ses Gülbahar'ı etkiler. Zindana giderek bu türküyü kimin söylediğine bakar. Ahmet'i görünce ona aşık olur. Gizlice sarayın mutfağından onlara yemekler götürür. Gülbahar'a içten içe tutkun olan zindancı başı Memo, Gülbahar'ın her isteğini yerine getirir. Aşk derin bir yaradır Memo'nun yüreğinde. Ama bunu açıklama cesareti gösteremez.
Paşa at getirilmediği takdirde zindandaki üç kişinin de idam edileceği fermanını verir.

Gülbahar bunu önlemek için arayışlara girer. İlk önce derdini kardeşi Yusuf'a açar. Yusuf korkağın tekidir. Çocukluğunda babasının öfkesine çok defalar şahit olmuştur. Bunun için Gülbahar'a yardım edemeyeceğini söyler. Gülbahar, demirci Hüso'ya gider. Demirci Hüso korku nedir bilmez bir yiğittir. Gülbahar'ı Kervan Şeyhi'ne gönderir.
Kervan Şeyhi bir elçiyi dağa salar. Bir müddet sonra at sarayın kapısı önündedir.
Paşa idamı aklına koymuştur. Kızını bir dağlıya vermek istememektedir. Bunun için gelen atın kendisinin olmadığını söyler. Üç gün sonra zindandakileri idam ettireceğini bildirir. Gülbahar şaşkındır. Ruhunda fırtınalar esmektedir. Aşık olduğu adamı kurtarmak için her türlü yola başvurur. Bir gece zindanda Ahmet'le birlikte olur. Memo buna isyan eder. Ama eli varmaz Gülbahar'ı öldürmeye. Öfkesini içine akıtır. Aşkını bağrına basar.

Bir gece Gülbahar bütün hazinesini toplar, Memo'ya gider. Ahmet'i ve arkadaşlarını bırakması için hepsini ona verir. Memo sessizdir. Bir volkan gibidir. Yiğittir. Gülbahar, onları serbest bırakmasına karşılık ne isterse yapacağını fısıldar.
Memo; "ne istersem verecek misin?" der. "Evet canımı iste vereyim"cevabını alınca, "Sadece saçından bir tel istiyorum" der. Gülbahar saçından bir tel koparır Memo'ya verir.
Zindanın anahtarları Gülbahar'dadır. Ahmet ve arkadaşları serbesttir. Dağa çıkarlar.
Cellâtlar esirleri almak için gelirler. Memo; "Bu gece onları ben bıraktım" der.

Bir kıvılcım, bir ateş düşer. Paşanın öfkesi bir yıldırım gibi Memo'nun yüzünde yankılanır. Kılıçlar çekilir. Ve Memo askerlerle vuruşur. Sonra da dünyadan alacağını aldığını (sevdiğinin bir saç telini) söyleyerek kendisini uçurumdan aşağıya atar.
Aşk derin bir kuyudur. Sonsuz bir sevda yanar âşıkların yüreklerinde.
Gülbahar zindana atılır. Bunu duyan dağlılar, Ahmet ve yarenleri her taraftan akın ederler saraya. Sarayın önü bir müddet sonra insan kaynar. Paşa ve İsmail ağa ne yapacaklarını bilmezler. Kalabalık zindan girer, Gülbahar'ı alır ve çıkarlar.
Kervan Şeyhi, aşıkları Hoşap Kalesi beyine gönderir. Bey misafirleri ağırlar, onlara gerekli izzet ve ikramı gösterir. Yatacakları yeri ayarlarlar. Ancak Ahmet kendileri için hazırlanan yatağın ortasına kılıcını koyarak Gülbahar'a yaklaşmayacağını gösterir. Gülbahar bundan çok etkilenir. Neden böyle yaptığını sorar. Ahmet sessizdir.

Paşa Hoşap beyinin misafirleri vermeyeceğini iyi bilir. Ama yine de elçiler gönderir. Cevap olumsuzdur. Canları pahasına da olsa kendilerine sığınanı teslim etmeyecekleri haberi gelir. Sonunda İsmail ağa bir çözüm bulur. Ahmet'in Ağrı Dağı'nın tepesine çıkması durumunda kızı ona vereceğini açıklamasını ister. Bu düşünce paşanın aklına yatar. Durum Hoşap beyine iletilir. Bunu duyan Ahmet teklifi hemen kabul eder. Doğruca paşanın huzuruna çıkarlar. Destur ister. Üç gün içinde dağın tepesinde bir ateşin yanacağını belirterek saraydan ayrılır. Ahmet dağa tırmanmaya başlar. Bu haber kulaktan kulağa, bölgeden bölgeye yayılır. Akın akın insanlar toplanır sarayın önünde. Kalabalık arttıkça paşayı ve İsmail ağayı bir korku alır.

Sonunda kızı Ahmet'e verdiğini açıklar. Kalabalığın içindeki erlerden bir grup Ağrı dağına giderler. Ahmet'i bulur getirirler. Ahmet, Gülbahar'ı alır ve Ağrı Dağı'nın eteğindeki Küp Gölünün yanına gider. Orada Gülbahar'a karşı hissizdir. Duyguları körelmiştir. Gülbahar ne yapacağını bilmez.Ahmet, Memo'nun kendilerini nasıl ve niçin bıraktığını sorar. Gülbahar cevap verir. Kendilerini serbest bırakması için ne isterse vereceğini söyleyerek serbest bıraktığı itirafında bulunur. Ahmet; Ne isterse verecek miydin? Der. Gülbahar; Canımı isteseydi yine verirdim. Ama o sadece bir tel saçımı istedi, diye yanıtlar.

Ahmet bunun üzerine oradan ayrılır. Bir daha Ahmet'i gören olmaz. Gülbahar orada Ahmet'i bekler günlerce. Bunun anısına Ağrı dağının çobanları Küp Gölünün etrafına toplanır gün boyu kavallarını çalarlar.