Hollanda’nın güneydoğusunda, ülkenin en eski şehirlerinden biri olan Maastricht’i yemyeşil doğasına ilham veren şakır şakır yağmurlu bir günde geziyorum. Hollanda denince akla ilk gelen şehir Amsterdam olmasına rağmen hala eski çağlarda yaşarcasına kimliğini pek güzel korumuş sakin bir kenti seçmenin oldukça iyi bir karar olduğunu düşünüyorum.
Hollanda'nın Limburg ilinin merkezi olan Maastricht, şehri ikiye bölen Maas Nehri üzerinde yer alıyor. Hollanda’nın en eski şehirlerinden biri olan Maastricht’in bir özelliği ise Avrupa Topluluğu'nun, Avrupa Birliği adını alması için kriter anlaşmasının yapıldığı yer olması. Adını, ortasından geçen Maas Nehri'nden alan şehirde Orta Çağ kimliği ön planda.
Etrafı yemyeşil bitki örtüsüyle sarılı yollar, el değmemişçesine dimdik duran tarihi yapıların yer aldığı kente uzanıyor. Geziye Vrijthof adlı büyük meydandan başlıyorum. Festivallerin yapıldığı bu meydanda, Hollanda’nın leziz peynirlerinin, yöresel ürünlerinin satıldığı bir pazar yer alıyor. Meydanın hemen yanında ise iki büyük kilise var ve bu meydan sizi başka bir çağda hissedeceğiniz tarihi sokaklara ve Maas Nehri'ne yönlendiriyor.
Gezi sonrası nehir kıyısında dinlenirken bir şeyler yemek için pazar yerinden yöresel peynirler ile şarap alıyorum ve dalıyorum sokaklara. Tüneller üzerine kurulmuş eski kentte ilk dikkatimi çeken şey dükkanlarda, sokaklarda renkli büyük tabelaların olmaması. Her işletme, doğal dokuyu bozmayacak küçük levhalara yazmış ismini. Global marka tabelalarının bile ortamın dokusuna uygun bir şekilde yerleştirilmesi ve estetikliği, bu konuda ne kadar titiz olduklarını kanıtlıyor.
Küçük kafelerin, dükkanların, eski değirmenlerin, ekmek fırınlarının olduğu sokaklardan geçerken bir film platosu görüntüsünde ama yapaylıktan uzak bir güzelliğin içinde ilerliyorum. Yapılar benzer fakat her sokak, süslemeleri, tarzı ile bambaşka bir yüz olarak çıkıyor karşıma.
Sokaklar Maas meydanında birleşiyor ve meydanın hemen arkasında Maas Nehri uzanıyor. Yemyeşil nehir kıyısı yürüyüş yapmak, parklarda zaman geçirmek ve çimlere uzanıp dinlenmek için harika bir yer. Burada yapılacak başka aktiviteler ise kentin iki yakasını birbirine bağlayan köprüden geçip diğer yakayı keşfetmek ya da tekne turlarına katılmak.
Saatler süren gezinin yorgunluğunu atmak ve keyifli anları sindirmek için pazardan aldığım peynirler eşliğinde şarabımı içiyorum ve yağmurun altında doğanın güzelliğini yaşıyorum.
Maastricht’e arabayla giderseniz en büyük sorun araç parkı. Sokaklarda araç park etmek kesinlikle yasak, park edenlere hemen ceza kesiliyor. Otoparklar ise çok pahalı. En güzeli arabayla gitmemek ya da arabayı şehir merkezinden uzak bir alana park etmek.
Hollanda’ya giden turistlerin çoğu ‘gitmişken mutlaka deneyeyim’ diyerek kendilerini mantar, kek gibi hafif uyuşturuculu ürünlerin satıldığı coffeeshop’lara atabiliyor. Fakat Maastricht ve diğer şehirlerde turistlerin coffeeshop’lardan alışveriş yapması yasak. Turistler sadeceAmsterdam’da coffeeshop’lara girebiliyor. Yasağın nedeni ise çevre ülkelerden günübirlik gelen gençlerin bunu alışkanlık haline getirmesiymiş. Maastricht’te böyle deneyim fırsatım olmadı ama yeme içme konusunda tarihi fırınlardaki tazecik ürünleri, kendi biralarını ve leziz peynirleri kesinlikle tavsiye ederim.