Işid’in Avrupa’nın kalbi Brüksel’de canlı bomba zamanlaması, halk tipi pasaportla Schengen vizesi için Ankara’ya giden ben ve yeni yol arkadaşım Özlem’in hayallerini de sarsıyor. üzerime kayıtlı, elçiliklerin görmek istediği mal kayıtları ve de para ibrazı yapamadığım için ümitsizim. Schengensiz de Avrupa’ya girmek mümkün. Az değil bir milyon Suriyeli vizesiz gitmiş. Şimdilik Şeytan’a ‘öte git’ deyip başvuruya Ankara’ya gidiyoruz.
Bireysel başvurularımızı değerlendiren elçilik, Özlem’in başvurusunu, devlet memuru olduğu için kısa zamanda sonuçlandırıp iki yıllık Schengen’le onure ediyor! Bana elçilikten gelen telefonla, neyin hatırına olduğunu bilemediğim sebepten, sadece üç aylığına vize verildiğini öğreniyorum.
Mart ayı sonu itibarıyla yakın bir hedef seçip tur almadan, hafta sonu geçireceğimiz Fransa'nın 4. Büyük şehri Tolulouse’u planlıyoruz.
Booking’den bize uygun otel arayıp, Pullman Hotel'de karar kılıyoruz. Üç defa rezervasyon deniyorum .Başarılı olmadı mesajını alınca, direkt oteli arayıp üç başarısız rezervasyon yaptığımı söylüyorum. Başıma neler geleceğini tahmin edemeden kredi kart bilgilerimi Avrupa’nın ortasındakilerin dürüstlüğüne güvenip okuyorum.
31 Mart sabahı Atatürk havaalanından 3.5 saat süren yolculukla sorunsuz şekilde Toulouse’ın Blagnac Havaalanı'na ulaşıyoruz. Yol arkadaşım sarı saçları ve beyaz teniyle pasaportuna değil de yüzüne bakılarak ‘geç’ damgasını alıp Fransız vatandaş hızında geçiyor. Benim pasaportuma bakan tahmini Cezayir ya da Fas asıllı Fransız polis, Ergenekon savcılarını hatırlatacak titizlikle ‘neden geldin, kaç paran var, nerde kalacaksın, ne zaman döneceksin, kredi kartın var mı gibi sorularla beni sinirlendirirken aniden ikna oluyor ve bana git gevşe der gibi ‘geç’ damgası vuruyor.
Şehirde sessizlik ve hafif trafik gözüme çarpıyor ve trafik lambası olmayan döner kavşaklardan araçların geçişleri trafiği akıcı kılıyor. Korna sesi olmamasını zaten bir Avrupa geleneği olduğunu görmüştük, fakat sürücülerin yaya saygısı gözümüzün içine sokuluyor adeta.
İlkbahar yağmuru ile karşıladı bizi Toulouse, birazda üşüttü. Bu pembe şehir üniversite ,sanat şehri. Ben kendi adıma için için Fransızca bilmediğime üzülerek dolaşıyorum. Anladığım Toulouse'a bir ay sonra gidilmesi gerektiği. Daha renklenmiş, müzik festivallerinin başlayacağı zaman.
Şehir günün her saati pembe, bazı yerlerde menekşeler göze çarpıyor. Isparta’ da gül, Malatya’da kaysı neyse Tolulouse'da menekşe aynı anlamda. Menekşenin parfümü, sabunu envayi çeşit mamülü yapılıyor.
Şehrin içinde tarihi bir köprü mevcut.Başka isim yokmuş gibi Paris’teki köprü ismi ile aynı. Pont Neuf, içinden geçen nehirde su kayağı etkinliği yapılıyor. Şehirde yüksek katlı bina sayısı ‘Capitol ‘denen merkez hariç görmek mümkün değil. Özellikle Airbus fabrikasının etrafında evler 3 katı geçmiyor.
Şehir çok iç ısıtıcı, National kanalını izler gibi seyrediyoruz. Sanki el değmesin diye, seyretmelik yapılmış. Tablo gibi dekore edilmiş.
Akşam yemeğini bekar öğrenci evleri ya da tembel ev kadını geçiştirmesi şeklinde odada akşam kahvaltısı ile yapıyoruz. Peynir düşkünü ben için Fransa gibi peynir zengini bir ülkede envayi çeşidini yerken, ne kadar isabetli karar verdiğimizi düşünüyoruz. Ülkeye dönerken bu tatlardan almayı alış-veriş listemize ekliyoruz.
Kaldığımız otel merkezi yerde, beş yıldız ama hizmet yerlerde. Bütün insanlar için özellikle, erkek için kahvaltı terapidir. İyi ki yumurta var, kızart, haşla o kurtardı üç günümüzü. Marketlerde gördüğümü leziz peynirler neden burada yok anlayamadık. İngilizce bilmeyen, tahmini Rus garsona dert anlatmak için bir daha Fransızca bilmediğime hayıflanıyorum. Sıcak niyetine konan kaplarda, çocukluğumda annem, babamın evde olmadığı bir gün abimin –annemden biliyorum, pilav yapayım deyip annemler eve gelip bir kazan lapayı görünce babamın –bir daha tüple oynamayın- diye atarlandığı yemeği hatırlattı. Otel, emekli babanın okumayan, haylaz oğluna açtığı dükkan tadında.
Ama Allah var çok kibarlar, sanki Afrika'daki gergedan soyunu, bu hayvanların uzun cinsel birleşmelerinin şifresini boynuzlarında zannedip kurutan bunlar değil ya da 54 Afrika ülkesinin 23 ünde Fransızca konuşulma sebebi oraları sömürgeleştiren kendileri değil. Biz müze ve sanat insanıyız imajı verilen bu kentle, tarihte yaptıkları tezat bilene garip gelir!
Yaşam pahalı, ekonomik sorunu olmayan çiftlere balayı için tavsiye edilebilir. İzlerken, dolaşırken, hayat toz pembe algısı oluşuyor. Hep sonu mutlu bitecek olaylar yaşanıyor hissi oluşuyor. Yapılardan kilise merkezli yoğun bir tarih yaşamına ev sahipliği yaptığı belli ama terör örgütleri, gizli cemiyetler, suikastlar olmadığı için ötekine nefret oluşmuyor, huzur sokaklarda adeta kokuyor.
Akşam yemekleri yemek için ‘Capitol’ semtinde ki et lokantaları, tabii ki kaliteli Fransız şarapları külli parayla denenebilir. Şarap milli içecek, her keseye uygun bulmak mümkün. İki Euro’dan başlayan şaraplar dahi çok çok leziz!
Fransa’nın güneyinde ki bu şehirle, İspanya arasında, Pirene dağlarınnın eteğinde dünyanın ikinci küçük ülkesi Andorra prensliği yer almakta .AB üyesi olmayan bu ülkede, Katalanlar büyük çoğunlukta, İspanyolca, Fransızca ve Portekizce den oluşan üç dili insanlar konuşuyor. İstihdamın 100% olduğunu öğrenince şaşırıyoruz. Ülke de vergi yok ve ülkenin tamamı koca bir market gibi işlemekte, Avrupa ülkelerinden sıfır vergiyle alış-veriş için araçlar erkenden konvoy oluşturduğuna şahit oluyoruz.Özlem’in planı Fransa’da üretilen parfümleri ve makyaj ürünlerini üretim yerinden daha ucuza almak.(İnanın free shoplardan daha ucuz).Benim önceliğim ise İspanyol ‘tadı’ olan Tapas’ı test etmek. Tapas: tatmak için küçük tabaklarda, ekmek üstü gelen soğuk mezeler. Bazıları çok lezizdi .Ama inanın Türk mutfağının zenginliği yok.
Toulous’a çok yakın olan bu ülkede alış-veriş yapıp ,Tapas tadıp, dağ havası aldıktan sonra geri konakladığımız otele dönerken, dağ arasında ki bu Ülke için ‘beni buraya prens tayin etseler, kalmam ‘diye düşünüyorum.
Ertesi gün şehirden, yanlış planlama yüzünden Airbus müzesini gezemediğimize hayıflanarak ayrılıyoruz.
Kısaca yıldız sayısına aldanıp kaldığımız oteli saymazsak, Toulouse,İstanbul içindeki ev projesi tanıtım reklamlarında ayrıcalıklıymış gibi anlatılan, bahçeli ev konseptinin burada standart olduğunu da gördükten sonra, kendimizi bir başka ülkenin, yeni tanıdığımız bu şehrinde, vatandaşlarını layıkıyla ’insan’ yerine koyduğunun tespitiyle dönüyoruz.
Booking’den yaptığım yanlış rezervasyonları neden yazdın sorusunu sorarsanız da cevap şu: Web ortamında rezervasyonlarımın kabul edilmeme sebebi kart numaralarının yanlışlığı, sonuç ise: otele direkt söylediğim kart numaramın ‘başvuru hatası ‘alan her rezervasyona sonradan eklenip 3 defa otelde kalmışım muamelesi görüp, üç kat fazla ücret ödememe sebep olduğu Booking bu konuda çok koruyucu değil. Sadece üstün nezaketle konuşuyorlar. Spiker ses tonuyla, sizinle yapılan konuşmalara mutlu olduysanız ne ala! Zaten sonuca yönelik bir hizmeti yok.