1970 senesinden beri Belize’ye başkentlik yapan Belmopan’ın nüfusu yaklaşık 22.500 kişi. 31 Ekim 1961 senesinde saatte 300 km hızla esen Hatie kasırgasında eskiden başkent olan Belize City’nin sahil bölgesindeki evlerin % 70’i yıkılıp, kent çok fazla harap olunca, başkent Belmopan’a taşınmış. Bu özelliği ile Belmopan’a, felaketin ardından doğan başkent de diyebiliriz.
Belmopan; deniz kenarından uzakta, daha iç bölgede ve deniz seviyesinden 76 metre yükseklikte kurulduğu için daha korunaklı bir konumda. Belmopan, Pine Ridge Dağı eteklerinde Belize Nehri vadisinde kurulmuştur.
1961’de özellikle Belize City’de etkin olan bu kasırganın yaşattığı olumsuzluklar, başkentin değişmesi gerekliliğini ortaya koymuştur. Belmopan o zamanlar çok küçük bir yerleşimken 1967 senesinde başkent olacak şekilde imara başlanmış ve 1970’te bitirilmiştir. O zamanın parasıyla Belmopan’ı bir başkent olarak inşa etmek 40 milyon Belize dolarına yani 20 milyon Amerikan dolarına mal olmuştur.
Bu kente ulaştığımızda bana bir terk edilmiş duygusu yaşattı. Neredeyse etrafta kimse yok. Ulusal meclislerini Maya tapınaklarına benzetmeye çalışmışlar. Oldukça sade ve gösterişten uzak bir yapı idi. Parlamento binasının kapısı Belize’nin ulusal ağacı olan Mahagoni ağacından yapılmış. Renk olarak genelde gri renk ağırlıkta.
Ulusal meclis, yani parlamento binasının önünde geniş bir park alanı var.
Bu park alanına yine gri renkteki bakanlık binaları bakıyor. Tüm bu binalara soluk ve eski görüntüsü vermek için özellikle böyle gri ve bakımsız yapılmış.
İlginç düşünce ama bana çok soğuk geldi.
Buradan sonra yine devlete ait bir takım binaları görüyoruz.
Bu kent, yönetimin merkezi olduğu için yöneticilere ait oldukça bakımlı ve lüks evler de var.
Bunun yanı sıra burada kiliselerin fazlalığı dikkatimi çekti. Her biri oldukça sade ve modern olarak inşa edilmişler. Yanı başlarında ise okullar inşa edilmiş. Ülke genelinde zaten kilise ve okullar çok iç içe.
Belize’de 6-14 yaş arası öğrenim mecburi. Herkes zorunlu olarak 6-14 yaş arası okuyor ama orta öğretim yapan oldukça az. Yükseköğrenim yapmak isteyenler için Belize City ve Corozal en ideal seçenekler.
Okuma yazma oranının % 93 olduğu ülkede birkaç tane haftalık gazete var. Günlük gazete basılmıyor. Ayrıca ülkede sadece tek bir televizyon kanalı var. Ama diğer ülkelerden yayın alıyorlar.
Belmopan, lokasyon olarak çok orta noktada. Her yere yakın konumda. Belize City, Belmopan’ın 48 km güneybatısında yer alıyor. 22 km doğusunda San İnpacio ve 57 km kuzeybatısında ise Karayip kıyılarındaki Dangriga yer alıyor.
Belmopan, doğal güzelliklere de oldukça yakın konumda. Mesela 50 dönüm araziye yayılmış olan Guanacaste Parkı görülmeye değer. Bu park adını dev Guanacaste ağacından alıyor. 1990 senesinde ulusal park ilan edilen bu alanda bölgeye has ağaçlar ve değişik kuş türleri görülebilir.
Belmopan’da beni şehirden çok, kaldığımız otel ve çevresi etkiledi. Banana Bank Lodge, içerisinde büyük bir at çiftliği de bulunan bir aile işletmesi. Zaten otele yaklaşırken sağdan soldan atlar çıkmaya başlıyor karşınıza.
Otelin tek özelliği elbette ki içinde at çiftliği olması değil. Otelin bir bölümü sanki hayvanat bahçesi… Genişçe bir kafes içinde bir leopar, bir başka kafes içinde ise Tukan kuşu yer alıyor.
Hem leopar hem de Tukan kuşu aynı zamanda Belize’nin de sembollerinden.
Yine çevrede pek çok papağan da görülebiliyor.
Otelimiz çok güzel, doğa içinde çok şık bir şatoya benziyor. Bu bina da tabii ki zamanında İspanyollardan kalmış. Akşam yemeği öncesi burada kuş sesleri arasında havuza girmek çok keyifliydi.
Bu keyifli otelde birkaç gün daha kalmak isterdim.
Ama artık bir sonraki durağımıza hareket etme vakti geldi. Otelden çıktıktan sonra Belize’den ayrılmadan önce biraz hediyelik eşya almak için bir mağazada durduk.
Alabileceğiniz hediyelikler arasında, el yapımı tablolar ya da yöresel ağaçlardan işlenmiş dekoratif malzemeler büyük yer tutuyor.
Blue Hole Ulusal Parkı & St. Herman Mağarası
Dangriga’dan ayrıldıktan yaklaşık bir saat kadar sonra Magnet Hill yani Mıknatıs Tepe dedikleri bir noktaya geliyoruz. Burada Laselle arabanın kontağını kapatıyor ama araba hala yokuş yukarı çıkmaya devam ediyor. Oldukça ilginçti. Buna benzer bir yer de yine Karayipler’de varmış.
Yol boyunca sağlı sollu muz, portakal ve greyfurt bahçeleri arasından geçtik. Bu üç ürün de Belize’nin en fazla üretilen tarım ürünleri ve ekonomisinde önemli bir yere sahip.
Keyifli bir yolculuk sonrasında Blue Hole Ulusal Parkı’na ulaştık. Bu park her gün sabah saat 08.00’de açılıyor ve 16.30’da kapanıyor.
Burası ormanlık bir alan içerisinde geniş bir park. Parkın içinde mağaraları ziyaret edebiliyor, ormanda yürüyüş yapabiliyor, kuş gözlem aktivitelerine katılabiliyorsunuz.
Biz orman yürüyüşü ile parktaki turumuza başlıyoruz. Şansımıza arabadan inmeden önceki 10 dakika bardaktan boşanırcasına yağmur yağdı. Şu an yağış yok ama yerler toprak olduğundan, yağmurun etkisiyle her yer çamur olmuş. Biz de yürüyüşümüze çamura bata çıka devam ediyoruz.
Bu arada Laselle sürekli bize yolda önemli bitkileri de açıklıyor. En ilginci Manilkara Zapota ağacı idi. Bu ağacın zamkı, sakız imalatında kullanılıyormuş. Bir diğer ilginç ağaç ise tekstil boyacılığında da kullanılan Bakkam ağacı. Bu iki ağaç aynı zamanda Belize’nin ihraç ürünleri arasında önemli yere sahip; diğer ihraç ürünleri kereste, şeker kamışı ve şeker.
Yağmur ormanları içinde yürümeye devam ediyoruz. Rehberimizin söylediğine göre yağmur ormanlarının oluşmasında yarasaların büyük rolü varmış.
Yürüyüşümüzün sonunda St. Herman’s Mağarası’na ulaşıyoruz. Bu mağaraya girmeden hemen önce Laselle çantasını açıp hepimize birer tepe feneri veriyor. Bu fenerleri kafamıza takıyoruz.
Bu mağara günümüzden yıllar öncesine kadar tamamen okyanus altındaymış. Mağaranın içinde hiçbir yapay unsur, ışıklandırma, turistler için aydınlatılmış yürüme yolu falan yok. Tamamen doğal ortamdasınız. Sadece yürürken tutunmak için gerilmiş bir ip var. O da mağaranın derinliklerine inince bitiyor.
Biraz daha yürüdüğümüzde Laselle bize bir tür örümcek gösteriyor. Kan emici bir tür olan bu örümcekler mağara içinde yaşamlarını sürdürüyorlarmış. Isırdığı zaman kana zehirli bir madde karışıyor ve sizi 7 sene içinde yavaş yavaş zehirleyerek ölüme sürüklüyormuş.
O yüzden mağara duvarlarına falan pek dokunmadan yürüyoruz. Mağaranın uzunluğu yaklaşık 1,3 kilometre. İyice içeriye doğru yürüdüğümüzde artık hiç dışarıdan gelen aydınlık görünmüyor.
Hatta bir noktada duruyoruz ve Laselle aynı anda fenerlerimizi kapatmamızı söylüyor. İşte fenerleri kapattığımız o bir dakika tamamen zifiri karanlıktı. Dolayısıyla ürkütücü. Gerçekten bir kişi feneri başında buraya girse ve içeride pili bitse mümkün değil dışarı çıkamaz.
Mağaranın içinde çok sayıda sarkıt ve dikitler de var. En sonuna ilerlediğimizde bir yeraltı nehrine geliyoruz. Bu nehir belli bir süre yeraltında ilerledikten sonra Blue Hole tarafında yeniden yeryüzüne çıkıyor. Mağaranın içinden nehrin geçmesi de bir hayli etkileyici idi. Hatta hatıra olarak babam da oradan birkaç taş aldı : )
Ardından geri dönüş yoluna geçtik ve bu mağarayı yarasalara bırakarak buradan ayrıldık.
Laselle’in söylediğine gün batımında bu mağaradan dışarıya binlerce yarasa aynı anda uçuyormuş. Ancak vaktimiz sınırlı olduğu için bu anı bekleyemedik.
Öğle saatinde yemek yemek için bu bölgedeki portakal ağaçları içinde yer alan küçük bir aile işletmesine gittik.
İşin ilginci bu kadar portakal ağacı varken restoranda portakal suyu yok. Ama isterseniz bahçeye gidip topluyorsunuz ve size kendi topladığınız portakalları sıkıyorlar. Tabii ki hemen bahçeye koştuk. Bu yediğim portakallar kesinlikle hayatımda yediğim en lezzetli portakallardı. Daha tatlı ve daha az asidik.
Yemekte fasulyeli pilav, lahana salatası ve tavuk yedik; yanında da bolca Marie Sharp’s marka acılı sos.
Acı biber (Habanero) ile havuç ve soğan karışımı olan Marie Sharp adındaki bu sos mutfağın olmazsa olmazı.
Buradan sonra Blue Hole’a doğru devam ediyoruz. Bu bölge aynı zamanda kuş gözlemcileri için tam bir cennet. Özellikle Hummingbird cinsi kuş bu bölgede çok yoğun görülebiliyor.
Yine orman içindeki kısa bir yürüyüş sonrası Blue Hole denilen bölgeye geliyoruz.
Burası tepeden bakınca masmavi bir delik olarak görünüyor. En derin yeri 75 fit. Depremler sonucu bölgede büyük bir çöküntü olmuş ve bu çöküntünü üzeri zaman içinde su ile dolunca buraya Blue Hole adı verilmiş.
Bu delikte tüplü dalışlar da yapılıyormuş. Ama biz denemedik.
Aslında “Blue Hole (Mavi Delik)” denildiği zaman insanların aklına ilk gelen Atlas Okyanusu’nda Karayip Denizi ortasındaki ve de Belize City’ye 60 km mesafede yer alan nokta geliyor. Burası derinliği 125 metre, genişliği (çapı) 305 metre olan deniz içindeki dikine bir mağaradır. Bu mavi delikte sarkıt halinde mercanlar varmış ve bu bölgede dalış yaptığınızda köpekbalığı ve çekiç başlı balıkları görme olasılığınız da çok yüksekmiş. Ancak bizim grupta tüplü dalış yapan kimse olmadığı için buraya gitmedik. Gitmeyi düşünenler dalış izni için 40$ ödüyorlarmış.
Buradaki yüzme saatleri sonrasında yine orman içindeki yürüyüş ile aracımızın bulunduğu yere gidiyoruz.