New Orleans Havaalanı’na indiğimde hemen “Turist Info” deskine gittim. Üzerine, hostelime gitmem için kullanacağım güzergâhın işaretlendiği bir harita aldım. Biraz otobüs, biraz da yürüyerek hostele vardım. Vardım ama yer yok. Beni yönlendirdikleri yer pahalı ama resepsiyondaki kilise mensubu yaşlı, New Orleans'ın eğlence hayatından nefret eden teyze beni başka bir yere yönlendirdi. Burası, şehirdeki en ucuz yerlerden biri olmasının yanında hapishaneden hallice bir yere benziyordu. Akşam olmuştu başka bir seçeneğim yoktu ve yerleştim. Hostelde kalan tipler bir garip. Ortam pek temiz değil, etrafta alkolik tipler ve sırtçantalılar bir arada.
Sabah uyandım; otobüs ve tramvay ile (tramvaya Street Car diyorlar) Canal Caddesi’ne ulaştım. Meşhur Bourbon Caddesi’nin hemen önü son duraktı zaten. Daldım caddeye. Gündüz olmasına rağmen canlı ve cıvıl cıvıldı. Hava güzel, enerji pozitifti. Barların, kulüplerin, restoranların bulunduğu evlerin mimarisi eski ve çok güzeldi. Caddenin bulunduğu “French Quarter” bölgesindeki tüm evler böyle. Ayrıca “Frenchman Street” isimli sokakta da gayet güzel barlar ve gruplar mevcut. Hatta bana herkes burayı tavsiye etti. New Orleans'ta neden bu kadar Fransız ismi mevcut diye merak edenlere açıklama: Bölgeyi önce 1718 yılında Fransa Krallığı işgal ediyor. Sonra 1763'te İspanyollara karşı kaybediyorlar. 1802 yılında Fransızlar, İspanyollardan geri alıyor. Kısa bir süre sonra ise Napolyon bölgeyi 2 milyon dolar karşılığı Birleşik Devletler’e satıyor. Kısa bir dönem bağımsızlıklarını ilan ediyorlar ama sonra Birleşik Devletle’re dâhil oluyorlar. Kısaca anlattım ama New Orleans'ın müthiş bir tarihi var.
Bourbon Street feci çılgın bir yer. Jazz’ın her çeşidi… Blues ve Rock müzik bulmak mümkün. Bir sürü müzik grubu, sokak müzisyenleri, turistler, siyahlar, beyazlar, dilenciler, hippiler, sokakta yaşayanlar, restoranlar, strip kulüpler, sokak performansları yani tam bir âlem! Sokak boyunca yürüdüm sonra Mississippi Nehri’ne indim. Görünüşte pek bir özelliği olmayan nehre ve nehirde giden çarklı gemiye bakarken aklımda geçmişte izlediğim pamuk toplayan kölelerin olduğu filmler, türlü Blues, Jazz müzisyenine verdiği ilham vardı. Decatur Caddesi’nde bir banka oturmuş yan taraftan gelen Blues melodilerini bedava dinlerken yanıma oturan yaşlı Kübalı siyah amcalarla muhabbet başlattım. Yıllar önce muhtemelen bir tekneye tıkılmış bir sürü diğer vatandaşı ile birlikte kaçak yolla Amerika'ya gelmişler. Sıcak bir Küba ve Amerika muhabbeti oldu.
Şehir birçok ünlü müzisyen yetiştirmiş. Bunların en ünlüsü havaalanına da ismini veren Louis Armstrong. Şehirde bir heykeli ve adını taşıyan bir park var. Mississippi'ye paralel Decatur Caddesi’nde yürümek de keyifli. Jackson Meydanı’nda sokak müzisyenleri ve falcılar devamlı mesaide : ) Şehirde dolanan ve türlü kostümlerle ilgi çekip 1 doları kapmaya çalışan insanlar da ortama renk katıyorlar. Şehir; mimarisi, eğlencesi, müziği, çılgınlığı, çılgınları ile müthiş bir yer. Amerika'yı gezmeyi planlayanlara şehvetle öneririm :D
Frenchmen Sokağı’na vardığımda saat 16.00 civarıydı. Maison Bar'da canlı müzik başlamak üzereydi. Biraz daha dolaşıp Maison'a oturdum. Bir “Smooth Jazz” grubu sahnedeydi. Biramı söyledim ve güzel müziğin tadını çıkardım. Bir süre sonra yan taburelere, orta yaşlı bir çift oturdu. Çakırkeyif fırlama bir adam ve ağır takılan eşi. Bir muhabbet başladı ki fecii komik. Adam kadından genç ve evliliği, kendisi, kızlar, grup, bardakiler hakkında yarıyor ortalığı. O grup bitirdi başka bir grup çıktı gayet başarılılardı. Onları da biraz dinleyip sonra başka bir bara gittik. Blues beklerken Country bir grup çıktı. Birer bira içtik sonra onlar ayrıldı ben de başka bir ton yere gidip bir ton ucuz bira içip, harika müzikler dinledim.
Ertesi gün tavsiye üzerine Magazine Caddesi’ne gittim. Uzun, huzurlu, üzerinde mağaza, bar, restoran ve kafelerin bulunduğu bir cadde. Bayağı bir yürüdüm. Bir Etiyopya restoranında yemek yedim. Polis karakolunun yan tarafındaki basketbol sahasında basketbol oynayanları izledim. Meyve alıp hostele döndüm. O gün yer değiştirmeyi düşünüyordum ama internette araştırıp uygun fiyatlı yerlerde yer olmadığını görünce, gardiyana gidip kalış süremi uzattım : )
Akşam daldım Bourbon Caddesi’ne. Cuma akşamıydı ve Bourbon Caddesi deli gibi kalabalıktı. Tam bir karnaval hali… Bu kadar kalabalık bir süre sonra daraltabiliyor doğrusu. Sonra Frenchmen Sokağa yöneldim. Yolda Antalya The Bar'ın New Orleans şubesini gördüm, daldım içeri. Eski, salaş, hafif pis, aynı The Bar : ) Burgeri güzel, kocaman ve ucuzmuş; “tamam” dedim “getirin”. Burgeri ve en ucuz birayı yerken bir kadın grubu çıktı sahneye. Sesleri ayarladılar önce, sonra başladılar çalamaya. Ses düzeni kötü, grup daha kötü. Ama feci havalılar solistin önündeki vantilatör saçlarını havalandırıyor falan : ) Punk çalıyorlar, belli ki kendi besteleri. Biraz dinleyip Frenchmen'e devam ettim. Burada da birkaç bar dolaşıp gruplar dinledim. Cumartesi çok daha feci kalabalıktı. Bourbon tam bir insan salatası. Aklınıza gelebilecek her türlü insan… Her yerden müzik sesleri… Genelde siyahların kullandığı abartılı, modifiye edilmiş rengârenk arabalar, geçmeye çalışan ambulanslar, ortam dehşet. Burada hiç durmadan Frenchmen'e gittim ve geceye orada devam ettim.
Pazar sabah yapmayı en çok istediğim aktivitelerden birisi yapmaya; Gospel dinlemeye, Baptist Kilisesi'ne gittim. Müthiş ses ve enerjileri ile genelde siyah Amerikalıların şarkılarla dua ettikleri bu kiliselerde Pazar sabahları tam bir müzikal ziyafet var. Kiliseye girdim, insanlarla nazikçe selamlaştık. Gayet sıcak karşılandım. Sonra ziyafet başladı. Arkada 20 civarı geri vokalist ve önde müthiş sesi ile solist. Sabahın 10.00'unda bir şarkılar, bir vokaller, danslar inanılmaz! Sonra solist değişti başka bir güzel ses. Ortam gerçekten görülmeli. Film sahnesi gibiydi. Hostele döndüm. Hosteldeki birkaç insan, “Biz mezarlığa gidiyoruz geliyor musun?” dediler. “Mezarlık? Tabii canım çok eğlenceli : )” tepkisini verdim. “Yok yav New Orleans tarzı tarihi mezarlık, ilginç bir yer” dediler. Ben de katıldım onlara. Mezarlıkta ölüleri gömmeyip taştan ev-lahit tarzı yapılara defnediyorlar. İlginç birkaç mezar vardı. Sonra Magazine Caddesi’ne devam ettik. Biraları ve bol çeşitliliğiyle ünlü bir bara oturduk. Harika biralar içtim. Barmene ne çeşit biradan hoşlandığını söylüyorsun, tadımlık küçük bardakta birayı tattırıyor, beğenirsen istediğin boy bardakta alabiliyorsun : ) Sonra tabii French Quarter'a akışş!
New Orleans da uçuk bir yer. Eski bir havası ve kokusu da var. Hala ırkçılığın olduğu söyleniyor. Amerika'da siyah nüfusun en çok olduğu yerlerden… Tehlikeli mahalleleri ve insanları da mevcut. Ziyaretinizde nerelere girmemeniz gerektiğini, kaldığınız yerdeki resepsiyondan veya tanıştığınız insanlardan öğrenebilirsiniz. En ünlü yemekleri Gumbo ve Jambalaya...
Emre SÖNMEZCAN - New Orleans - 2014