Birkaç yıl öncesine kadar özel izinlerle girilebilen, sınırları turizme kapalı Myanmar'a gireceğim için çok heyecanlıydım. Uçağım akşam saatlerinde alana indi. Yangon Uluslararası Havaalanı beklediğimden daha moderndi. Turizm info standına gidip bir harita aldım ve konaklama için yardım istedim. Güler yüzlü ve ilgili davrandılar. Otellerin isim ve telefonlarının bulunduğu bir broşür verip uygun fiyatlı olanları işaretlediler. Myanmar'da konaklama seçenekleri zengin değil. Ülke turizmi işin çok başında. Var olan otel ve pansiyonlarda yer bulmak güç ve fiyatları diğer Güneydoğu Asya ülkelerine göre biraz yüksek. Merkezde, sadece 12 kişilik yatakhanede boş yatak bulunan pansiyonuma yerleştim. Bir şeyler atıştırıp dışarı çıktım. Etrafta biraz dolaşıp restoran-bira evi karışımı bir lokal mekân buldum. Myanmar isimli biranın tadına baktım ve çok beğendim : )
Myanmar, askeri rejimle yönetiliyor. Ülkede parlemento başkanı vs. var ama son söz askerin. Ülke bir zamanlar Güneydoğu Asya'nın en zengin ülkesiyken şu an dünyanın en fakir ülkelerinden. Petrol, doğalgaz, altın ve diğer değerli taşlar vs. bakımından son derece zengin kaynakları olduğu söyleniyor. Ama halkın cebine giren bir şey yok. Eski bir İngiliz sömürgesi. Bağımsızlıklarına kadar Hindistan'ın bir eyaletiymiş. Ülkenin ismi bir zamanlar "Birmanya" sonra "Burma" iken şimdi Myanmar.
Turizme yeni açıldığını hemen hissediyorsunuz. Şu ana kadar ziyaret ettiğim ülkeler arasında en sıcak kanlı insanlardı. Ülke çok temiz değil, hatta pis : ) Bakımsız binalar, toz duman içinde yollar... Budizmin yoğunluğunu en çok hissettiğim ülke burası oldu. Her yerde pagodalar, tapınaklar, manastırlar, rahipler, rahibeler... İnsanlar birbirlerine bir şey verirken nezaketlerini gösterip iki ellerini kullanıyorlar. Örneğin parayı direkt olarak uzatmayıp ikinci elleriyle para uzattıkları kollarını tutuyorlar.
Sabah kahvaltı sonrası otelden aldığım haritanın üzerinde belirlenmiş, görülmesi gereken yerleri ziyaret etmeye başladım. Otelden adımımı atıp, 10 metre yürüyünce bir müzik dükkânı gördüm. Baktım içeride bir sürü elektro gitar. Daldım içeri bir tanesini denemek istediğimi söyledim. Orta seviye bir Ibanez alıp yaklaşık 10 dakika çaldım. Ohh ne kadar özlemişim : ) Sonunda fiyatı sordum, "Ben bir düşüneyim" deyip çıktım. E alacak halim yok herhalde : )
Önce kapalı pazara gittim. Kumaş dükkânları, anneannemden kalma dikiş makineleri kullanan terziler, el sanatları resim atölyeleri, mücevher atölyeleri vs. birçok dükkân mevcut. 40 yıl öncesinegitmiş gibi hissetim kendimi. İnsanlar çok güler yüzlü ve ilgili. Azıcık gülümsediniz mi hemen gülümseyip bir şeyler ikram etmek istiyorlar. Sonra tren istasyonuna devam ettim. Burada 1 dolar karşılığında satın aldığınız biletle şehrin etrafında bir tur atıp aynı yere geri dönüyorsunuz. Hemen bir bilet aldım. 40 dakika sonraki trenimi beklerken onlarca fotoğraf çektim; etraf çok fotojenik : )
Trene atladım; penceresinden dışarıyı seyretmek, içindeki insanlarla göz göze gelmek... Değişik ve çok keyifli hissettim kendimi. Yarı yolda trenden inip hiç bilmediğim sokaklara daldım. Meyve satın aldım. Ortalıktaki tek yabancı bendim. Beni inceleyen gözlere gülümseyince onlar da karşılık verdi. Bır kısmıyla ayaküstü sohbet ettim ve ilerledim. Karnım acıkınca bir sokak satıcısının masasına oturdum. Sipariş verdim. Benimle yaklaşık 5 kişi ilgilendi. Tek kelime İngilizce yok. Anlatmaya çalışma, el kol hareketleri ve bolca kahkaha ile anlaştım. İzzet-i ikram karşısında şaşırdım. Bunu da tat, şunu da ye... Ödediğim sadece 1,5 dolar. Şenlik gibi yemeğimden sonra yola devam. Önce "Peoples Park", sonra ünlü "Swe Dagon Pagoda"ya ulaştım. 99 metre yüksekliğinde 60 ton saf altın kullanılarak yapılmış; yapılış tarihi tam bilinmese de 2500 yıl öncesine dayandığı düşünülen, etrafında irili ufaklı birçok başka pagoda ve tapınak bulunuan budist kule. Etrafta dolaşmak, oturup izlemek keyif ve huzur verici. Oldukça kalabalık ve turistik tabii... Beklediğimden daha güzel bir yer buldum karşımda. Hava kararmaya yöneldiğinde yönümü Inya Gölü'ne çevirdim. Oraya da yürüdüm tabii. Göle vardığımda hava kararmak üzereydi ve çok güzel bir gün batımı vardı. Sonrasında pansiyonuma döndüm. Akşam yerel bir restoran-bara gittim. Yangon'da gece hayatı pek renkli değil. Burada tanıştığım, burada çalışan Finli bir arkadaş, burada çalışan batılılara hitap eden birkaç bar-kulüp olduğundan ama fiyatların yüksek olduğundan bahsetti.
Yongon'daki bir başka durağım "Mya Thein Tam" budist manastırı oldu. Manastırdan içeri adım atar atmaz başrahip olduğunu öğrendiğim "Ukthra" ile göz göze geldim. Yere oturmuş karşısındaki birkaç kadınla sohbet ediyordu. Yanlarına davet ettiler. Kadınlardan birisi çat pat İngilizce biliyordu ve Ukthra ile sohbet etmeme yardımcı oldu. Güler yüzlü çok şeker ton ton bir adamdı. Ukthra, 88 yaşında ve bölgedeki 30'dan fazla manastırın da lideri. Bir süre sohbetin ardından akşam duasına davet edildim. Onlar da öğle yemeğine geçtiler. Ben de şöyle bir göz attım. Baş rahip ve öğretmen rahiplerin yemek sofralarına davet edildim ama teşekkür ettim, yemek yemiştim çünkü. Oldukça zengim sofraları dikkatimi çekti doğrusu.
Akşam 6 gibi manastıra tekrar gittim. Ukthra beni görünce çok sevindi ve yanına oturttu. Varlığımdan dolayı mutlu olduğunu hissettirdi bana. Kısa süren sohbetten sonra ilk dua için, ilk uyarı ve ikinci uyarı yapılınca dua salonuna geçtik. Ukthra beni bir köşeye oturttu ve fotoğraf çekebileceğimi söyledi. Yarım saat süren duanın ardından beni çalışma odasına davet etti ve yıllar boyunca aldığı ödülleri gösterdi. 100'den fazla kitap yazmış ve birçok ödüle layık görülmüş. Bu sıcak karşılama ve kurulan dostluktan sonra manastırdan ayrılıp yemek yiyebileceğim bir yere oturup bir Myanmar birası ve yemek söyledim. Burada da ilginç insanlarla tanıştım. Boş masa olmayınca masama davet ettiğim bir Hollandalı bir de Belçikalı çift, yedi yıl önce Afrika'da tanışmışlar ve bir daha hiç görüşmemişler, ta ki Myanmar'da karşılaşana kadar. Çok hoş bir tesadüf bence. Sonra Myanmarlı arkadaşlarla Myanmar hakkında sohbet ettik. Tüm ısrarlarıma rağmen bana hesap ödetmediler. Bar sahibine kadar gittim, o da ödememe izin vermedi. Teşekkür edip oradan ayrıldım. Bir ton karışık duygularla otele dönmek üzereydim ki mp3 çalarımdan gelen Bon Jovi namelerinin de etkisiyle yerel bir bira evine gidip sarhoş olmaya karar verdim.