Puglia, İtalya’nın güneyinde, daha doğrusu çizmenin topuğunda yer alan bölgesidir. Puglia; Bari, merkezi olmak üzere 5 ayrı ile ayrılmıştır. Tarım (fazlasıyla zeytincilik) ve balıkçılık dışında şarap üretimi yapan bu güzel bölgeyi Eylül ayının sonlarına doğru seyahat ettik. Öncelikle şunu söylemeliyim ki bu bölgeden alacağınız şaraplara kesinlikle bayılacaksınız. Bölgenin farklı yerlerinden aldığım şarapların hepsi de çok iyiydi. Sevdiklerinize almayı ihmal etmeyin derim : ) Hatta onlara eşlik edin : )
İstanbul'dan, Puglia bölgesine gelebilmek için Atatürk Havalimanı'ndan, Bari Havalimanı'na yaklaşık 2-2,5 saatte varmış oluyorsunuz.
Öğle saatlerinde bindiğimiz uçağımızla Bari Havalimanı'na vardıktan sonra. Bizi bekleyen tur otobüsümüzle otelimizle geçmeden önce yolumuzun üzerinde bulunan Ostuni bölgesini gezdik.
Bizi dar sokaklarındaki beyaz evleri karşıladı. Küçük bir şehir turu yaptıktan sonra yine Ostuni şehrinin içinde yer alan otelimize hareket ettik. (Masseria Caselli) Otelimizle ilgili genel bilgi verirsem, kesinlikle konumu, dekoru ve düzeni, temizliği, yemek ve kahvaltılarıyla sizleri fazlasıyla memnun edecek bir otel olduğunu söyleyebilirim.
Ertesi gün, sabah erkenden kahvaltı sonrası, tertemiz serin havada çıktık yollara.
Lecce şehrindeki bölgeler var rotamızda. Öncelikle Lecce şehrine giriş yapıyoruz. Lecce’e girer girmez kendinizi bir film platosunda hissedebilirsiniz. Dar kahve tonlarındaki taş sokakları ve binalar arasında gezinen tek tük siyah arabalar, sizi bir polisiye filmi içinde hissettirebilir.
Bildiğiniz gibi Türk yönetmen Ferzan Özpetek de Lecce’ de “Serseri Mayınlar” filmini çekmişti geçen senelerde. Lecce sokaklarını ve katedrallerini gezdikten sonra kıyı şehri olan Otranto’a doğru hareket ettik. Burası denize girebileceğiniz beyaz kumların olduğu kıyılara sahip. Ama siz yine de beklentinizi yükseltmeyin bir “beach” tarzı değil çünkü daha sade.
Ayrıca Otranto, Fatih Sultan Mehmet zamanında bir dönem Osmanlıların fethettiği bir sahil limanı ve kasabası. Bu güzel kasabayı gezerken yine kemerli sokaklarında kaybolacak, önünüze çıkan kiliseleri ziyaret etmeden geçmeyeceksiniz. Eylül ayın sonlarında olduğumuzdan burada sıkı bir yağmura yakalandık. Hemen kendimizi sokak üstü, deniz ürünlerini bulunduğu küçük bir restorana attık. Burada deniz ürünlerinden daha çok ahtapot avlanıyor. Dolayısıyla her yer de ahtapot yemekleri bulabilirsiniz. Biz de böyle tercih ettik. Tabi damak zevkinize de uygunsa deneyebilirsiniz.
Ertesi sabah yine erkenden ayrıldığımız otelimizden, rotalarımız Castellana Grotte'de bulunan mağara ve Alberobello da Trulli evleri. Her iki yer için de mükemmel kelimesi az kalabilir ve hatta büyüleyici demek belki en doğru tabir olur. Öncelikle Castellana Grotte'deki mağaraya ziyaret ettik. Burası Speleologist Franco Anelli tarafından 1938 yılında keşfedilmiş. Şehrin ismindeki Grotte ismi de İtalyanca da mağaralar anlamına gelir. Giriş 60 metre uzunluğunda muazzam bir dikey bir tünel ile temsil edilmektedir. Ana mağara (uçuruma gibi) "La Grave", olarak adlandırılır ve diğerleri Siyah Mağarası (Caverna Nera), Beyaz Mağarası (Grotta Bianca) ve Precipice Mağarası (Caverna del Precipizio) olarak adlandırılır.
Ziyaretiniz sırasında size İtalyan bir rehber ayrıca eşlik ediyor. Sadece girişte fotoğraf çekebiliyorsunuz. Sonrasında bu büyüleyici mağaranın derinliklerine dalıyorsunuz. Yaklaşık olarak mağara içerisinde 1 saat dolaştıktan sonra rotamızı bu sefer Alberobella da Trulli evlerine doğru çeviriyoruz. Burası 1995 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girmiştir. Kasabaya girdiğinizde bir masalın içinde hissedebilirsiniz kendinizi. Beyaz badanalı evlerin, göz kamaştırıcı gri renkli koni şeklindeki çatıları, spiral plan üzerinde, yine bu bölgeden çıkan küçük kireç taşlarının harç koymadan üst üste yerleştirilmesiyle yapılmış.
Evlerin üzerindeki işaretler ise Hristiyan ve Şaman sembolleri, halkı kötülüklerden koruduğu için yapılmış. Bazıları hala ev olarak kullanılırken, bazıları ise turistler için hediyelik eşya dükkanlarına ve şarap evlerine dönüştürülmüş. Bu evlerin tarihi ise halkın vergi ödememek adına, evlerin çatılarını yığma kireç taşından yapması ile başlamış ve gelenekselleşmiştir.
Bu iki büyüleyici kasabayı gezdikten sonra gözlerimizi doyurmuş bir şekilde otelimize dönüyoruz.
Yeni gün, yeni bir heyecanla rotalarımız bu sefer Matera ve Brindisi.
Öncelikli olarak Brindisi'e vardığımızda, yine beyaz ve denize bir kale şeklinde uzanan yüksek binaların arasından gezintimize başladık. Deniz seviyesinden yüksekten bakıldığında sahil girintileri harika bir manzara olarak karşımızda duruyordu. Havanın hafif serinliğine inat hala yaz sezonunu inatla kapatmak istemeyenler, hemen aşağımızda denizin keyfini çıkarıyorlardı. Buralara yazında gelmek için şimdiden plan yaptım : ) Ara sokakların birinde küçük bir bar da oturup bira keyfinden sonra Matera’a doğru yol aldık.
Matera, Türkiye’deki Kapdokya ve Mardin şehrinin karma haliydi adeta. Karşıda durup şehre baktığınızda kahve tonlarındaki Tuf kayalık bölgesinde, kayaya kazılarak inşa edilen kiliseler ve evler oluşturulan bu tarihsel yerleşke 1993 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiştir.
Ayrıca Mel Gibson'ın “İsa’nın Çilesi” filminin çekimleri bu şehirde gerçekleşmiştir.
Burada elbette San Pietro Caveoso Kilisesi'ni ziyaret etmeden dönmüyoruz. Vadi üzerinde kalan “Vista dei Sassi” de mağaraların içinde bulunan eski yerleşimleri de ziyaret ediyoruz.
Son gün Bari’deyiz. Buradan şehri gezip havaalanına geçeceğiz. Bari şehri bölgenin merkezi konumunda. Bizim gideceğimiz gün Pazar günüydü ve oldukça kalabalıktı. Bari de kapı önlerinde meşhur Puglia'ya özgü makarnaları yapan teyzelerimizden makarna satın almayı ihmal etmiyoruz. Söylenene göre bu makarna şeklini yapmak oldukça zormuş. Şehirde kısa bir tur yaptıktan sonra havaalanına doğru yol alıyoruz.
5 gün süren PUGLIA seyahatimizden oldukça memnun bir şekilde ayrılıyoruz. Bu güzel bölgeyi kendiniz de elbette gezebilirsiniz. Fakat aracınız olması şart. İster kendiniz gezin, ister tur ile gezin ama bu güzel bölgeyi muhakkak görün, gezin, bilin.