İtalya'nın Topuğundayız: Lecce Ve Otranto

Güneyin Floransası ismiyle de anılan, barok mimarisi ile ünlü Lecce’de uyanıyoruz sabah. Gece ara sokaklarında dolaştığımız şehri bir de gündüz gözüyle gezeceğiz. Antik Yunan etkisinde olan şehrin  hala bazı kısımlarında griko dili konuşuluyormuş.

Gece o kadar debelenerek bulduğumuz arabamızı bu sefer elimiz ile koymuş gibi bulup, otelin aslında arabadan hiç de uzakta olmadığını keşfediyoruz. Nedense bu sefer şehrin Old Town’unu ve yönlerini kafamızda oturtmakta zorlandık. Gerçi ben kendimi yön bulma konusunda hiç saymıyorum, bu konuda tescilli kötü bir namım var.

Gelelim Lecce’ye; MÖ 3. yy'da Romalılar tarafından zaptedildiğinde ismi Lupiae olarak değiştirilmiş ilk, sonrasında İmparator Hadrian’ın eline geçtiğinde şehir, 3 kilometre kadar kuzeydoğuya kayıp ismi de Licea ya da Litium olarak anılmış. Bugün San Cataldo Amfitiyatrosu İmparator Hadrian adına kurulmuş. Sonrasında şehir elden ele, fetihten fetihe dolaşmış 1630’larda şehrin bugünkü güzelliğini veren barok eserler yapılmaya başlanmış. 16 yy.'da Osmanlı akınlarından korunmak için şehrin etrafına duvarlar ve kaleler inşa edilmiş. Bugün de Old Town’un etrafı hala bu duvarlar ile sarılı.

Lecce Katedrali, bütün ihtişamı ve 70 metre yüksekliğindeki çan kulesi ile eski şehrin ortasında mağrur bir şekilde yükseliyor, öyle ki geceki hali bile o ışıklandırmaların altında nefes kesici. İlk 1144'de, sonra 1230 da tekrar inşa edilmiş, 1659-70 yılları arasında da restore edilmiş.

Seyahate gitmeden evvel Lecce ile ilgili çalışırken Ferzan Özpetek’in Serseri Mayınlar filminin burada çekildiğini görünce hemen seyretmeliyim bu filmi diyorum. Ama meğersem ben farkına varmadan ve ismini de anlamadan çok önceden seyretmişim filmi.

Bazen hali hazırda başlamış olsa da bir film sizi içine çeker ya, aynen bende öyle kapılıp seyretmişim filmi. Şimdi bile Sezen Aksu’nun final şarkısı aynı etkiyi bırakabiliyor üzerimde. Lecce sokakları aynı filmdeki gibi, her bir sokakta başka yaşanmışlıklar, başka hikayeler. Buluşmalar, kavuşmalar, kavgalar, ayrılıklar…

Lecce’nin en önemli görülmesi gereken yapılarından biri de Sant’Oronzo Meydanı yanına 2. yy'da yapılan Yunan Antik Tiyatrosu, gözden kaçırmanız imkansız çünkü tiyatro, şehrin hakikaten ortasında…

Etraf cıvıl cıvıl, aslen Senegalli güzel mi güzel Fatima’dan bilezikler satın alıp, takıyoruz kolumuza, biraz da yardımımız olsun gayesiyle, o da beni kırmadan poz veriyor kameraya.

Elimde kocaman bir yiyecekler listesi var; Lecce’nin ünlüleri, yemeden şuradan şuraya adımımı atmam valla diyorum, sokak arasında bulduğumuz dükkanda bir şeyler tatmak için giriyoruz. Catanota Leccese alıyoruz hem fıstıklı hem de vanilyalısını, bir de meşhur ayva tatlısı varmış, onu da.

Tam çıkarken dükkanın sahibi bir de acılı, domatesli bir ekmek gösteriyor, aman tanrım yeme de yanında yat. Hemen onu da alıp bir güzel mideye indiriyoruz. Birkaç sokak gittikten sonra dayanamayıp tekrardan geri dönüp, aynı ekmekten biraz daha satın alıyoruz. Bu arada bir yandan da ekmeğin içerisinde olabilecek malzemeleri biraraya getirirsek biz bunu evde pişirebilir miyiz tartışması gırla gidiyor.

Ama uzun tartışmalar sonucunda bu ekmeği evde pişirebiliyor olmanın bize yol, su ve elektrik olarak geri dönecek olması, kilolardan korktuğumuz için bir başka bahara kalıyor. Ama tadı hala damağımda…

Lecce, aynı zamanda kağıttan yapılma bibloları ile de ünlü. Gerçi bazılarının boyu biblo boyunu çoktan aşmış, devasa boyutlara ulaşmış ama gerçekten görülesi bir sanat. Katedralin önündeki dükkanlardan tutun da ara sokaklara kadar birçok bu kağıt heykellerden satan yer var, eğer şanslıysanız ya da önceden ayarlarsanız bir yapım workshopuna da katılabilirsiniz.

Ben giderken Riso kardeşlerin yerine, Cartapesta’ya gideriz diye düşünmüştüm ama bu kadar serseri mayın dolaşınca ona vaktimiz kalmadı, sizin olursa bence deneyin.

Lecce’nin etrafı surlar ile kaplı, 4 farklı kapıdan girebiliyorsunuz ki, bence hepsi görülmeye değer. Triumphal Arch (Arco di Trionfo) ya da en bilinen ismi ile Porta Napoli, 1548 de V.Charles onuruna yapılmış. Porta S Giusto, Porta Rudiae ve Porta San Biagio ise diğerleri. Şehrin dikilitaşı ise, 1822’de I.Ferdinand onuruna dikilmiş.

Lecce’de uzun kalmayı planlıyorsanız o kadar çok kilise ve tarihi yapı var ki, hepsini gezebilecek zamanınız olur ama biz yavaş yavaş buradan ayrılıp bir sonraki kasabaya; Otranto’ya yollanıyoruz.

Otranto, İtalya’nın topuğunun en uç kısmına yaklaştığımız bir yerde küçük bir sahil kasabası. Bakalım bu sefer bizi nasıl bir macera bekliyor, önceden kestiremiyoruz.  İlkönce sakin bir sahil kasabası görünümünde olan kasaba, Old Town’un içine doğru bizi çektikçe artık alıştığımız bir huşu haline geçiyoruz, çünkü burası da bir ayrı güzel.

Old Town ara sokaklardan hafif tepeye kıvrılan yollarla tepedeki Otranto kalesine varıyoruz. Otranto Old Town’u UNESCO’nun koruması altında olan yerlerden biri. Kasaba, İyon ile Adriyatik denizinin buluştuğu yerde, Faro della Palascia deniz feneri yaklaşık 5 kilometre uzunluğunda bu iki denizin sahilini aydınlatıyor.

Bu kasabanın bizim tarihimize geçişi ise biraz hüzünlü, çünkü 1480 yılında Fatih Sultan Mehmet, Gedik Ahmet Paşa’yı Roma’yı ele geçirmesi için İtalya’ya bu kasaba üzerinden yolluyor. Kasabayı iki hafta gibi bir sürede ele geçiren Gedik Ahmet Paşa, kendilerine karşı gelip İslama geçmeyi reddeden 800 kişiyi öldürtüyor.

Bu kişiler sonrasında Papa Francis tarafında; Otranto Şehitleri olarak isimlendirilmiş. Türkler, kasabayı 13 ay ellerinde tutmuşlar ama tahta geçen II.Beyazıd’ın Gedik Ahmet Paşa’nın asılmasına karar vermesiyle, kasaba Türklerin elinden düşmüş. 1537’de tekrar Barbaros Hayrettin Paşa tarafından ele geçirilmiş ama bu kez de püskürtülmüşler. Çok uğraşmışız ama almayı bir türlü becerememişiz. Bugün Otranto katedralinde hala Osmanlılar tarafından katledilen insanların iskeletleri varmış.

Otranto’da hediyelik eşya dükkanlarında şişman eski İtalyan kadınlarını simgeleyen çok şirin biblolar buluyoruz, bunları şimdiye kadarki diğer kasabalarda görmediğimiz için hemen ayrı ayrı renklerde alıyoruz. Gallipoli’ye yollanacağız ama ilkönce İtalyan usulü birer espresso içip güneşli havanın ve deniz kokusunun tadını çıkarıyoruz.

Yol bizi bekler bu kez Korsika, Sardunya, Sicilya ve İtalya arasında kalan Tireniyen Denizi tarafına geçiyoruz. Gallipoli o tarafta…

Bir sonraki yazı; Gallipoli

Yazı ve fotoğraflar: Banu Demir instagram; Banuyollarda

BANU DEMİR

Yazar Hakkında

BANU DEMİR

İstanbul Üniversitesi Radyo-TV bölümü ve Marmara Üniversitesi Contemporary Business Management’tan (gece bölümü) mezun olduktan sonra İngiltere Nescot College’da okudum.