Urartular Halads, Kürtler Xelat, Ermeniler Şaleat, Süryaniler Kelath, Araplar Hil’at, Türkler ve İranlılar ise Ahlat derlermiş bu şehrin ismine.
Rivayet odur ki bir zamanlar Anadolu’da Daryona diye babasına çok düşkün bir Urartu prensesi yaşarmış. Prensesin babası Kral Lat’ın hüküm sürdüğü şehre bir gün Medler saldırmış, hükümdar dirense de saldırıya karşı koyamamış ve ağır yara almış. Daryona yaralı babasının yanına koşarak babasının başına dizlerine koymuş, bir yandan ağlayıp bir yandan da “Ah Lat! Ah Lat!” diye feryat etmiş. Kral Lat, Medler’e kaybettiği çok sevdiği şehrine böylece adını vererek ölmüş. Urartular Halads, Kürtler Xelat, Ermeniler Şaleat, Süryaniler Kelath, Araplar Hil’at, Türkler ve İranlılar ise Ahlat derlermiş bu şehrin ismine. Şehrin birden fazla adı gibi, isminin kökeninin de aslında birden fazla hikayesi var; Prenses Daryona bu hikayelerden yalnızca bir tanesinin kahramanı. Tahminen ilk Asurlular, sonra Van’ı Tuşba adıyla başkent yapan Urartular, sonra Medler, Persler, Büyük İskender’in Makedon Krallığı, Partlar, Doğu Roma İmparatorluğu, Osmanlılar ve en son da Türkiye Cumhuriyeti hakimiyetine geçen şehrin daha adından başlayarak konu olduğu birçok hikayesi, bu zengin kültürel miras ve görmüş geçirmişliğin bir sonucu.
Ahlat’a yolumuzun düşmesi kendi kendimize planladığımız Van Gölü turu sayesinde oldu. 2 gün boyunca Van, Adilcevaz, Ahlat, Tatvan, Ahtamar Adası ve Muradiye Şelalesi’ni kapsayacak yoğun bir program ayarladık kendimize. Çeşme, Bodrum, Kaş’ta deniz tatilleri, Kapadokya’da kültür turizmi yerine Türkiye’nin görmediğimiz, çok da bahsedilmeyen başka bir köşesine gitmek istedik bu sefer. Van Gölü çevresi turu, bizi gerçekten çok güzel bir dünyayla tanıştırdı; bu dünyanın en güzel durağı ise o küçücük yüz ölçümüne rağmen tahmin edilebileceğinizden çok daha fazla kültürü ve tarihi eseri içinde barındıran Ahlat oldu.
Ahlat’a giderken güzellikler yol üstünde başladı; Adilcevaz’dan çıkar çıkmaz Ahlat’a giden yolun kenarında Tuğrulbey (Zalpaşa) Camii’yi görüp bir mola veriyorsunuz. Mimar Sinan’ın eseri olan bu küçük cami, 16. yüzyılda inşaa edilmiş ve en son 1968’de restorasyon geçirmiş. Ulu Camii planında yapılan Tuğrulbey (Zalpaşa) Camii, hem iç hem dış mimarisi ile etkileyici bir yapı. Camiden çıkıp devam ettiğiniz yol boyunca Ahlat’ın bağlı olduğu Bitlis’in tarihi taş evleri de size eşlik ediyor. Sonunda Ahlat’a vardığınızda sade, küçük bir kasaba ile karşılacaksınız fakat Ahlat’ın hazineleri kasabanın çevresindeki Selçuklu Mezarlığı ve Kümbetleri, Emir Bayındır Köprüsü ve Harabeşehir’de tarih severleri bekliyor.
Ahlat Selçuklu Mezarlığı
UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne 2000’de başvurusu yapılan Ahlat Selçuklu Mezarlığı, göz alabildiğine yemyeşil, 210 dönümlük bir alana yayılmış. 12-15. yüzyıllar arasında yaşamış, dönemlerinin ünlü kadı, sanatkar, devlet büyüklerinin mezar taşlarının bulunduğu alanın içinde ayrıca Ahlat’a yayılmış 13. yüzyıldan kalma 14 kümbetin birkaç tanesi bu alanda bulunuyor. Bu mezar taşları ve kümbetler, hem Anadolu türbe/mezar mimarisinin önemli örneklerini hem de dönemin duvar ustalığı ve zanaatkarlığını yansıtan yapılar.
Selçuklu Mezarlığı ören yeri çok güzel ama, bu etkileyici alanda gezerken hayıflanmamak elde değil. İngiltere’ye gidenler, ya da oralarda ne varmış diye bakanlar bilir, Wiltshire bölgesinde yine yemyeşil bir alan üzerinde Neolitik zamanlardan kalma taşlar vardır. İngiltere Mirasları listesinde Stonehenge, çok fazla tanıtımı, reklamı yapılan bir yapıdır. Dünyanın her yerinden her yıl akın akın gelen meraklı turistler, yapılma amacı bilinmeyen bu taş yapıları görmeye giderler. Stonehenge gibi yeşillikler üzerine uzanan Selçuklu Mezarlığı’nı gördüğümde tanıtım konusundaki derin uçurumu düşünüp üzülmeden edemedim. En azından açıklamaların ve (bazı ziyaretçiler fotoğraf derdinde üzerinden atlasa da) koruma kordonlarının yerleştirilmesi ve genel olarak alanın bakımlı olması, olumlu bir durum. Keşke ören yeri girişinde bu kadar güzel bir alanı anlatan rehber kitaplar satılan bir dükkan olsa, dinlenilebilinecek bir kafe olsa derken Harabeşehir ile karşılaştırıldığında Selçuklu Mezarlığı’nın bu haline de şükrediyorsunuz.
Harabeşehir (Ahlat Mağara Evleri)
Selçuklu Mezarları’na çok yakın ve en az bu alan kadar etkileyici başka bir yer de Harabeşehir veya diğer adıyla Ahlat Mağara Evleri. Yaklaşık 500 mağara evden oluştuğu söylenen, Kapadokya’daki peri bacalarına oyulmuş evleri andıran mağara evlere biraz tırmanıp oyukların içine girerek ulaşabiliyorsunuz. Yöre tanıtımlarında şöyle bir bahsedilip geçilerek hakkı verilmeyen Harabeşehir, şu an sadece Anadolu’nun tanıdık 8-15 yaşları arasındaki rehber çocuklarının turizm eforlarına kalmış durumda.
Neolitik Çağ’dan beri kullanılan ve bölgenin ilk yerleşim yerlerinden biri olan Harabeşehir’deki tek ve iki katlı mağaralar, yan yana ve arka arkaya sıralanmış ikili üçlü odalardan oluşuyorlar. Mağaralardan birinin içinde Budizm’e göre kutsal sayılan 2 tavuskuşu ve lotus çiçeği olduğu söylenmekte. İçinde nişler, sunaklar, kaya mezarları bulunan mağaraların görülmesi gereken kısımları için neyseki orada bulunan ve geri alamayacağınız bir kayıt cihazı gibi konuşan küçük rehberlerin bilgileriyle yetinmek durumunda kalıyorsunuz. Bilgi bakımdan oldukça kısıtlı olsalar da yetişkin rehberlere göre espirileriyle çok daha neşeli bir tur sunan küçük rehberlerin bir kusuru, sizi el fenerleriyle soktukları mağaralarda duvar oymalarına taş atarak oymaları göstermeleri. Öyle ki oymaların üzerlerinde “turizm kaynaklı” nokta nokta beyaz taş lekeleri yer etmiş!
Mükemmel bir manzara: Kümbet-Köprü-Mağara Ev
Harabeşehir’de içlere doğru ilerlediğinizde, çok güzel bir köprünün olduğu bir dere kenarına varıyorsunuz. (Emir) Bayındır Köprüsü’ne karşıdan durup baktığınızda, güzelim köprünün solunda bir mağara ev ve ikisinin üzerinden uzanan bir kümbeti aynı çerçevede görüyorsunuz. Dünyanın başka bir yerinde göremeyeceğiniz bu farklı tarihlerin buluştuğu manzara, tekrardan ve çok emin bir şekilde "Ahlat’a iyi ki gelmişim!" dediğiniz nokta oluyor!
Son can alıcı soru: Ahlat’ta ne yenir?
Peki bu kadar açık havada uzun uzun gezdikten sonra ne yiyebilirsiniz? Genel olarak Van Gölü yöresinde sokaklarda demet demet satılan bir bitki görüyorsunuz. Halkın ışkın, ışgın, ıçkın gibi birbirine benzeyen farklı isimlerle tanıttığı bitki, aslında bir meyve. Soyarak yediğiniz, ekşimtırak, diğer yörelerde görmeye alışık olmadığımız bu meyvenin genelde yemeklerden sonra yendiğini ve mideye çok yararlı olduğu söyleniyor. Işgın otunun ayrıca farmakolojik araştırmalarda kullanıldığını da ekleyelim. Işgın dışında yine ışgına benzeyen gulen ve kenger de tezgahlarda görebileceğiniz diğer demetler.
Bu sağlıklı bitkilerin yanında bölgede sık sık rastladığınız yiyecek kavurma. Bol bol kavurma lokantası bulacağınız yörede anlaşılan önce kavurma yiyip sonra ışgınla mideyi dinledirmek gerekiyor. Afiyet olsun!