İçimdeki seyyah “Hadi” diyor, “Topla bavulunu, şöyle bir dolaş. Gitmişken sıcak bir yerlere git. Kış sert geçecek, güneş depola.”
Uydum içimdeki seyyahın sözlerine. Kısa bir araştırmadan sonra Filipinler'e gitmeye karar verdim. Arkadaşım da “tamam” deyince başladık hazırlıklara... İlk önceliğimiz güzergahımızı belirlemek oldu. 7100 adası bulunan ülkenin neresine gidecektik? Nerede ne kadar kalacaktık? İnternette yayınlanmış gezi yazılarını inceleyerek güzergahımızı şöyle belirledik.
- İstanbul’dan Manila’ya gidiş. 2 gece Manila’da konaklama. Uçakla Coron’a geçiş.
- Coron’da 4 gece konaklamanın ardından feribotla El Nido’ya geçiş.
- El Nido’da 4 gece konaklama.
- Uçakla Boracay’a geçiş.
- Boracay’da 3 gece konaklama.
- Uçakla Manila’ya geçiş, 1 gece Manila’ da konaklama.
- Ertesi gün İstanbul’a dönüş. Toplam 14 gece konaklama, 2 gece uçak yolculuğu.
Cidde’den 23.00’da kalkan uçağımız, 10 saat sonra Manila Havaalanı’na indi. Filipinler Türkiye’den 5 saat ileride. Uçakta dağıtılan “ARRIVAL CARD” larımızı pasaportla birlikte görevliye verdik (Pasaport kontrolüne girmeden önce sol taraftaki masalarda bu kartlardan ve kalem var. Orada da doldurabilirsiniz). Hiçbir şey sormadı, fotoğrafımızı çekip, parmak izi aldıktan sonra giriş damgasını vurdu. Gelmeden önce incelediğim bazı sitelerde (Hatta havaalanı sitesinde de) girişte yolcuların ateşinin ölçüldüğü, ayrıca gümrük formu da doldurulduğu yazıyordu. Biz böyle uygulamalarla karşılaşmadık.
Bir saati aşkın bekleyişten sonra valizlerimizi alıp gümrükten sorgusuz geçtik. İlk işimiz biraz para bozdurmak oldu. Havaalanından, Makati bölgesindeki otelimize gitmek için sarı taksileri tercih ettik. Alanın hemen çıkışında göreceğiniz bu taksilere binmeden önce görevliye nereye gideceğinizi söylüyorsunuz, sırayla sizi gelen araçlara bindiriyor. Taksimetre ne yazarsa onu ödüyorsunuz. “Kazıklandım mı acaba?” hissini yaşamıyorsunuz. Kalabalık olursa biraz beklemek gerekiyor. Bunun yanında bir de beyaz renkli taksiler var. Ellerinde standart bir fiyat listesi, size gideceğiniz bölgeye göre fiyatı gösteriyorlar. Tercih sizin.
Manila trafiğini görünce İstanbul cennet diyoruz. Öylesine kalabalık, karışık, kimin nereden geldiği belli olmayan bir trafik var. Üstüne üstlük yoğun bir egzoz dumanı. Gerek Manila’da gerek gezdiğimiz adalarda bu egzoz dumanı hep var oldu. Buralara gelirseniz öncelikle birer maske alın. Zaten insanların birçoğu da maske ile dolaşıyor.
Manila’da Red Planet Makati Otel'de kaldık. Kahvaltı dahil 2 kişi geceliği 36 dolar. Manila’nın eğlence bölgesi P. Burgos caddesinin yanında, temiz, konforlu, güvenli bir otel.
Manila
Odamıza yerleşip biraz dinlendikten sonra çevreyi dolaşmaya çıkıyoruz. Bulunduğumuz bölgede bar ve eğlence yerleri oldukça yoğun. P. Burgos Sokağı boyunca yürüyoruz. Türk lokantası da dahil çeşitli ulusların lokantaları var. Lokanta ve barlar, kaldırım kenarlarına masa, sandalye çıkarmışlar. Yoğun bir turist kalabalığı yok. Belli ki daha turist sezonu gelmemiş. Kaldırım kenarındaki masalardan birine oturup biralarımızı yudumlarken gelen geçeni seyrediyoruz.
Bugün Manila’da Rizal Park’ı ve eski şehri gezeceğiz. Sonrasında da deniz kenarına inip turlayacağız. Rizal Park’a gitmek için otel resepsiyonundan “uber” çağırttırdık. 372 peso ödedik. (Park otele 7.5 km.)
Ermita bölgesinde yer alan Rizal Park Manila’nın kalbi. Özgürlük savaşçısı, şair ve yazar olan Jose Rizal’ın İspanyollara karşı başlattığı özgürlük mücadelesinin merkezi.
Buranın hemen yanındaki “Japon Bahçesi” bakım nedeniyle kapalı olduğundan içeri giremedik. Parktan çıkıp sol taraftaki Intramuros Bölgesi’ne doğru yürüyoruz. “Intramuros bölgesi, beşgen şeklinde kurulu olan ve yaklaşık 4.5 km uzunluğunda surlar ile çevirili bir bölge. Manila’nın ilk kurulduğu yer ve şehrin en önemli turistik bölgesi. İspanyol Mimarisinin etkilerini hissediliyor. Giriş ücreti yok. Ayrıca çoğu gezilecek yer olan kiliseler, müzeler, hastaneler bu bölge içerisinde.”
“Lombardini!” adını verdiği 3 tekerlekli bisikletiyle Babi çıkıyor karşımıza. Sıkı bir pazarlıktan sonra saati 500 pesoya bizi gezdirmeye razı oluyor.
Tüm bölgeyi toplam 2 saatte gezdiriyor bize Babi. Nerede ne olduğunu anlatıyor, poz verdirip fotoğraflarımızı çekiyor.
San Agustin Kilisesi’ni, Manila Katedrali’ni, Santiago Kalesi’ni (Fort Santiago) ve diğer yerleri görüyoruz. “Bu kadar tarih yeter, bizi deniz kenarına götür Babi!” diyoruz. Deniz kenarında Harbor View Restaurant’ta denizle kucak kucağa oturup karnımızı doyuruyor, biralarımızı içiyoruz.
Önce faytona sonra da taksiye binerek ulaştığımız, Manila’ nın en büyük alışveriş merkezi olan “Mall of Asia” yı da şöyle bir dolaştıktan sonra otelimize dönüyoruz. Gece erken yatıyoruz. Yarı sabah Coron’a uçacağız.
Coron
Kahvaltıdan sonra otelin transfer servisinden yararlanarak Manila Havaalanı 4. terminale 500 pesoya gittik. 4. terminal yurtiçi uçuşlara ayrılmış. Havaalanına girmeden önce görevliler biletinizi ve kimliğinizi kontrol ediyor. X ray cihazından geçerek terminale giriyorsunuz. Havaalanları ve uçaklarda klimalar çok çalıştığı için aşırı serin oluyor. Mutlaka yanınızda üzerinize giyebileceğiniz bir şeyler olsun. 4. terminalde biniş kuyruğu çok uzundu. Bir saate yakın sıra bekledik. Havaalanına erken gelmekte yarar var.
Manila’dan Coron Busanga Havaalanı'na Cebu Pacific’in pervaneli uçağı ile bir saatlik yolculuktan sonra vardık. Çok küçük bir havaalanı. Uçaktan inip 100 metre kadar yürüyüp terminale geliyorsunuz. Uçaktan indiğiniz merdivenin yanında şemsiyeler var. İsterseniz bu şemsiyelerden birini alıp, güneşten korunarak terminale gidiyor, oradaki kutuya şemsiyeyi bırakıyorsunuz. Bu şemsiye uygulaması diğer ada havaalanlarında da var.
Alandan merkeze transferler van tipi minibüslerle yapılıyor. Hemen çıkışta ellerinde otel adları olan şoförler karşılıyor. Eğer bizim gibi otelden transfer almadıysanız, şoförlerin herhangi birine gideceğiniz otelin adını söyleyin. O sizi binmeniz gereken minibüse götürür. Merkezdeki bir otel için kişi başı 150 peso ödeniyor. Bunun dışında başka ulaşım aracı yok.
Araçlar konforlu. Klimalar çalışıyor. Yol dar ve çok bozuktu. Bindiğimiz minibüs diğer uçağın gelmesini de bekledi. Başka yolcu çıkmayınca hareket ederek otelimizin önünde bizi bıraktı. Havaalanı merkeze 17 km.
Biz Coron’da “Coron Visitors Hotel” de kaldık. Merkeze yakın, temiz, görevliler güler yüzlü ve yardımcı oluyorlar. Kahvaltı hariç 2 kişi geceliği 1800 peso. Tur masası var. Tüm tekne turlarını ve El Nido feribot biletini otelden aldık. (Feribot biletini gitmeden bir gün önce mutlaka alın.) Lobide her zaman ücretsiz sallama çay ve kahve bulunuyor. Ana cadde üzerinde değil. Ara sokakta. Merkeze de 750 m. Yürümek istemezseniz kişi başı 10 pesoya tricycle ile gidebilirsiniz. Otelde masaj hizmeti de veriliyor. 1 saatlik masaj 700 peso.
Bu otelde kahvaltı fiyata dahil değildi. İki yumurtadan omlet ve kızartılıp tereyağ sürülmüş 2 dilim tost ekmeğinden oluşan kahvaltıya 120 peso ödedik.
Coron’da ilk gecemizde bazı internet sitelerinde de tavsiye edilen Sinugbasa Balay adlı lokantaya gittik. Merkezde San Agustin Caddesi üzerinde. Etrafı açık bir mekan. Girişte tabelalara bakarak siparişinizi veriyorsunuz. Size verilen numarayla boş masaların birine oturuyorsunuz. Siparişiniz hazırlanınca masadaki numaranıza bakarak garson getiriyor. Çatal, bıçak ve suyunuzu kendiniz alıyorsunuz. İlk akşam kocaman bir balık (1 kg.) deniz ürünleri pilavı ve 3 biraya 1100, ikinci akşam deniz ürünleri pilavı ve iki “fresh buka suyu” na 460 peso ödedik. Yemekler lezzetli ve doyurucuydu.
Otele dönerken açık bulduğumuz bir tezgahtan teknede kullanmak için su geçirmez çantalardan aldık. 20 litrelik çanta 400 peso. (10-15-20-30 litrelikler var.) Her yerde satılıyor. Her rengi var. Biz yapmadık ama (450 dedi 400 verdik. Biraz uğraşsaydık daha ucuz da alabilirdik.) siz pazarlık yapmayı unutmayın.
Ertesi gün tur A’ ya çıktık. Sabah otelden aldılar. Tur bitiminde otele bıraktılar. Tur 900 peso. Sabah 8.30’ dan 16.30’a kadar sürdü. Kayangan Gölü ve isimlerini not almadığım 4 yer gezdik. İlk durağımız Kayangan gölüydü. Motorun yanaştığı yerden 164 basamak tırmanarak Filipinler’in tanıtımında kullanılan manzara fotolarının çekildiği tepeye çıktık.
Burada fotoğraf çektirdikten sonra 204 basamak inerek Kayangan gölüne ulaştık. Can yelekleri olmadan girmenin yasak olduğu göl, gerçekten bir doğa harikası. Fotoğraflar çektikten sonra doyasıya yüzdük.
Bu sefer 204 basamak tırmanıp 164 basamak inerek teknenin yanına geldik. Teknelerin yanaştığı bu yerde su, kola, bira satılmakta. Ayrıca kızarmış muz ve bir çeşit dondurma da satılıyor. Fiyatlar biraz pahalı. (Şehirde 35 peso olan 1 litre su burada 80 peso).
Gezdiğimiz yerlerde doğa ve deniz çok güzeldi ama denizin altı çok daha güzeldi. Deniz gözlüğünüzü yanınıza almadan tekne turuna çıkmayın (İsteyenler teknede de kiralayabiliyor). Teknelerde kanolar da var. Gezmek isteyen kiralayabiliyor.
Öğlen yemeğini teknede veya yanaştığınız bir plajda veriyorlar. Balık, tavuk, karides, midye, patlıcan biber kızartması, ananas, karpuz vb. servis ediliyor. Ekmek niyetine de iki tencere haşlanmış pirinç. Sade olarak yenince pek bir şeye benzemeyen bu pirincin üzerine, masaya bol miktarda koyulan soslardan dökünce lezzetleniyor. Yemek molası sırasında teknelere yanaşan sandallardan su, cips, kola ve bira da alabilirsiniz.
Tekne turu sonrası otelde biraz dinlendikten sonra tuzlu su kaplıcası olan Maquinit Hot Spring’e gitmeye karar verdik. Resepsiyondan çağırttırdığımız bir tricycle ile 500 pesoya anlaştık. Şehir dışındaki bu kaplıcaya bizi götürüp 2 saat bekleyecek ve geri getirecek.
Şehir dışına çıktıktan sonra bozuk yollardan epey ilerledikten sonra vardık kaplıcalara. Kaplıcalara giriş adam başı 200 peso. Temiz, tuvaleti, soyunma kabinleri olan düzenli bir yer. Etrafında dolaşıp, isterseniz oturabileceğiniz yerleri olan büyükçe bir havuz. Suyun sıcaklığı 40 derece. Hemen yanı başında deniz var. Sıcacık sulara kendimizi bırakıyoruz. Yorgunluğumuzun bu tuzlu, sıcak sulara karışarak gittiğini hissediyoruz.
İyice dinlendikten sonra giyinip kapıda bizi bekleyen aracımızla otele dönüyoruz.
Kaplıca hakkında son not: Güneşin tepede olduğu saatlerde buraya gelmeyin. Sıcak havuz ve kızgın güneş sizi canınızdan bezdirebilir.
Coron’da 2. gün tur A’ yı, 3. gün tur B’yi yaptık. 4. gün turlara katılmadık, otelden ayarladığımız tricycle ile Cebu Beach’e gittik. 40 dakikalık gayet bozuk bir yoldan geçerek ulaştığımız bu plaj turistlere görmeleri için öneriliyor. Araç sizi oraya götürüyor, bekliyor ve geri getiriyor. 700 peso. Alana giriş adam başı 50 peso. Güzel, ağaçlıklı, piknik yapılacak yerler var. Kum güzel ancak deniz hiç de güzel değil. Sığ bir deniz. Git git diz boyunu geçmiyor. Hafif derinleşmeye başladığı yerler ise otlarla kaplı. Otların içinde yürümek zorundasınız. Yeterince derin olmadığı için yüzüp geçemiyorsunuz. Gidip görmeseniz hiçbir şey kaybetmiş olmazsınız. Denize giremediğimiz için Cebu Beach’te fazla oyalanmadık. İlk gün gidip çok beğendiğimiz kaplıcalara bir kez daha gittik.
Coron’da sokak lambası yok. Sokaklar dükkan ve vitrin ışıkları ile aydınlanıyor. Dükkanlar kapanınca her yer karalık. Kaldırım yok. Yollar bozuk ve oldukça dar. Motorlar, tricyclelar, mini vanlar üst üste. Yoğun bir egzoz dumanı var. Yanımızda maske getirmediğimize pişman olduk. Gözle görülebilen bir yoksulluk var. Evler derme çatma. Ama ne hikmetse insanların yüzü gülüyor. Herkesin halinden memnun ve mutlu bir havası var. İçinde bulundukları (bizce) olumsuz koşullara aldırmadan mutlu ve huzurlu yaşıyorlar.
Burada kuaförler kadın erkek karışık. Kadınlarla beraber erkeklerde saçını kestirip, manikür, pedikür yaptırabiliyorlar. “Biz kimin kızından aşağı kalırız?” diyerek girdik ilk gördüğümüz kuaföre. Manikür ve pedikür yaptırdık. Ardından da ayak bakımı ve masajı. 65 yıllık ayaklarım böyle bakım görmemişti. Hepsi toplam 600 peso (60 Lira) tuttu. Ellerimiz, ayaklarımız, tırnaklarımız, topuklarımız tertemiz oldu. Sevdim ben bu işi.
Akşamları yemekten sonra ana caddeyi şöyle bir turlayıp, her hangi bir bara oturuyoruz. Gelen geçeni izleyerek bir iki bira içip otele dönüyoruz. Fazla gürültülü, cıstak cıstak müzik çalınan barlara giremiyoruz. Hemen başımız ağrımaya başlıyor. İhtiyarlıyor muyuz acaba?!!
El Nido feribot biletlerini otelden aldık. Kişi başı 1700 peso. Feribot 12 de hareket edecek. Buradan El Nido’ya sefer yapan 2 ayrı şirket var. İnternette Montenegro feribotlarının diğerinden daha iyi olduklarını okuduğumdan biletleri ondan aldırdık. Öbür şirket nasıl bilmiyorum ama Montenegro feribotu pek külüstürdü.
Sabah kahvaltı yaparken yan masadaki çift “merhaba” dedi. Şaşkınlıkla “Acaba yanlış mı duyduk?” diyerek döndük. Köşedeki masada, aylardır Amerika’da karavanla yaptıkları gezileri internet üzerinden izlediğim Özkan ve Yeşim oturuyorlar. Kendi çocuklarımı görmüş gibi oldum. “Gezi gezi ve” başlığı altında Youtube'da videoları yayınlanan bu güler yüzlü, konuşkan, sevimli çiftle masaları birleştirip ayrılış saatine kadar tatlı tatlı sohbet ettik. Kış mevsimi nedeniyle karavanı Amerika’da bırakmışlar. Önce Tayvan’ı gezmişler. Sonra Filipinler’e gelmişler. Onlar tekne turuna çıktı. Biz de El Nido’ya doğru yola koyulduk.
El Nido
Otele çağırdığımız Tricycle ile 100 peso ödeyerek Coron Limanı’na geldik. Kapıdaki görevli biletimize baktı. Burayı geçtikten sonra hemen solda bir gişe var. Oraya Coron’dan çıkış için 20 peso “ada çıkış parası” ödeniyormuş. Biz gişeyi gördük ama kimse bir şey demeyince direk yolcu salonuna geçtik. Feribota binerken biletleri tekrar kontrol eden görevli geri çevirdi. Gidip çıkış parasını ödeyip makbuzları getirdim. Feribotta yerler numaralı. Girişte bavulları dışarıda bırakıyorsunuz. Görevliler feribota yüklüyorlar. Oldukça eski bir gemiydi bizim bindiğimiz. Sigara içmek yasak ama koltuk arkalarında kül tablaları vardı. Feribot tam zamanında kalktı. Klimalar aşırı çalışıyor. İçerisi buzhane gibi oluyor. Mutlaka giymek için bir şeyler alınmalı. Televizyonda oynayan filmin bangır bangır bağıran sesini duymamak için de kulak tıkaçlarınız yanınızda olsun. Daha iyi denilen şirketin feribotu böyleyse öbürü kim bilir nasıl!
4 saat süren yolculuktan sonra El Nido’ya ulaştık. İlk bakışta Coron’dan da küçük bir yer izlenimi uyandırdı. Gerçekten de öyleymiş. Küçük ama şirin bir ada.
El Nido’da otelemiz (Vali Joe Travel Lodge) merkezden biraz uzakta. Tricycel ile 50 pesoya gidip geliyoruz. Güzel, temiz bir otel. Ancak yürüme mesafesinde değil. Kahvaltı dahil 2 kişi geceliği 1700 Peso. Otele yerleştikten sonra merkeze indik. Sahilde balık ve/veya deniz ürünlerini seçip pişirttirip yiyebileceğiniz lokantalar var. Birinin tezgahından balıkları seçtik (toplam 500 peso) ikinci katta denize karşı bir masaya kurulup bira eşliğinde nefis bir sunumla getirilen balıklarımızı yedik.
Yemekten sonra sahil boyunda turladık. Ertesi gün için tekne turu biletlerimizi aldık. Duvarında Türk Bayrağı gördüğümüz bir bara girdik. Sahibi Almanmış. Bayrağı bir Türk arkadaşı hediye etmiş. Deniz kenarında, ortamı güzel, servisi hızlı bu bara her akşam takıldık. Bahşişi de bol bırakınca garsonlar kapıda karşılayıp en güzel masaya buyur ettiler her gece bizi.
El Nido’da 2. günümüzde bir gece önce cadde üzerindeki bir bürodan aldığımız C turuna çıktık. Kişi başı 1400 peso. Coron’da olduğu gibi burada da otelden alıp dönüşte otele bırakıyorlar. Sabah 9.00 da başlayan tekne turu saat 16.00’a kadar sürdü. Birbirinden güzel koyları ziyaret ettik. Turkuaz denizde yüzdük. Deniz altı güzelliklerini seyrettik. Öğlen yemeğimizi de teknede yedik. Menü aşağı yukarı hep aynı. Pirinç, balık, tavuk veya et, midye, karides, salata, çeşitli meyve. Dikkatimizi çekti. Islak mendil kullanma alışkanlıkları yok. Teknelerde balığı, karidesi, pirinci elle yiyiyoruz. El yıkanacak yer de yok. Peçete ve ıslak mendil de yok. Hiç kimsede elini, ağzını silmiyor, yıkamıyor. Denizde temizleniyoruz. Bu gün bindiğimiz teknede Japon turistler de vardı. Benim gibi onlar da yemeğe başlamadan önce ıslak mendillerini çıkardılar. Yemekten önce ve sonra ellerini sildiler. Lokantalarda da ıslak mendil kullanılmıyor.
Akşam yemeği için otelden çarşıya indik. El Nido'da sahile paralel cadde üzerinde, (Calle Hama) Rovic’s Oteli geçince sağdaki sokağın içinde bir pizzacı var (Gerçi az ilerde yol üstünde aynı tarzda bir başka pizzacı daha var). Altrove adlı bu yere, ayakkabıları çıkarıp giriyorsunuz. İki kişi koca bir pizza ve iki biraya 440 peso ödedik. Peçete yine yoktu. Yalaya yalaya parmaklarımızı temizledik!!! Yol boyunca turladıktan sonra deniz kenarındaki barda geceyi sonlandırdık.
El Nido’da sahil kenarında iki üç katlı binalar var. Bu binaların giriş katları genellikle bar. Bu binaların arka tarafındaki sokak da (Calle Hama) akşamları trafiğe kapatılıyor. Burada her çeşit dükkan, yeme içme mekanları, oteller var. Barların bu sokağa da kapısı var.
Ertesi gün tur A’yı yaptık. Teknelerde bir bidondan bardak bardak su veriliyor. Ancak suyun kaynağı ve temizliğinden emin olmadığımız için biz kendi suyumuzu alıp çantamıza koyuyoruz. Su şişeleri elimizde tekneye bindik. Hava sıcak. Şişeyi dikip su içiyoruz. Kıyıdan 20 m. Kadar açıktaki teknedeyiz. Son yolcuları bekliyoruz. Resmi kıyafetli biri bizim tekneye doğru bakıp megafonla bir şeyler söylüyor. Bize ne. Hiç üzerimize almadık. Ta ki tekne görevlisi yanımıza gelip pet şişeyle tekneye binilmeyeceğini, su bittikten sonra şişeyi denize atma ihtimalimiz olduğu için yasak olduğunu, suları liman görevlisine vermemiz gerektiğini, teknede içme suyu olduğunu bir şekilde anlattı. Plastik su şişelerini verdik. O da kıyıdaki görevliye götürdü. Benim zengin ve kalkınmış ülkem geldi gözümün önüne!.. Yorum yok!!!
Katıldığımız her iki turda da çok güzel koylar gördük. Turkuaz renkli sularda yüzdük. Yeşilin ve mavinin her tonuyla gözlerimizi dinlendirdik.
El Nido’daki son günümüzde tekne turuna çıkmadık. “Kendi turumuzu kendimiz yapalım” diyerek motor kiraladık.
Nacpan Plajı, El Nido merkezden kuzeye doğru 21 km. Ana yol üzerindeki tabelanın gösterdiği sapaktan sola dönüp oldukça bozuk bir yolu aşarak ulaşılıyor. Giriş ücreti 25 peso. Muhteşem bir plaj. Hindistan cevizi ağaçları, palmiyeler, göz alabildiğine uzanan beyaz bir kumsal… Sigara içmek yasak. Sigara içenler için uzaktaki iki ağacın arasında bir bölüm ayrılmış. Her türlü ihtiyacın giderilebileceği tesisler var. Şemsiye ve şezlong kiralanabiliyor. (400 peso) İstenirse ağaçların gölgelerinden de yararlanılıyor. Şezlonglara uzanıp masaj yaptırabiliyorsunuz. Mutlaka zaman ayrılması gerekli bir yer.
Biz bu plaja 24 saati 600 pesodan kiraladığımız motosikletlerle geldik. Ana yol asfalt. Ana yoldan ayrıldıktan sonra 3 km. kadar toprak yolda toz duman içinde ilerleniyor. Motorsikletin deposu boş olarak veriliyor. Hemen yakındaki benzinlikten depoyu doldurduk. 3 litre benzin 180 peso tuttu. Gün boyunca benzinin ancak yarım deposunu harcayabildik.
Günün bir kısmını burada geçirdikten sonra bu kez adanın güneyindeki Venilla plajına gittik. Yol üzerindeki yeni yapılmakta olan alışveriş merkezinin içinden geçilerek ulaşılan Venilla Plajı da çok güzel. Napcan’a göre küçük olan kumsalında cafe - barlar da var. Tertemiz bir deniz sizi kucaklıyor. Heyecan arayanlar için “zipline” bile var. (Kabloya bağlanarak yukarıdan aşağıya doğru kayıyorsunuz.) Patates kızartması ve bira ile güneşi bu plajda batırdıktan sonra geri dönüp motorları teslim ettik.
Gece otelin olduğu bölgedeki bir barda bir şeyler içtik, pizza yedik.(Otel merkeze 2.5 km.) Otele dönüp yarınki yolculuk için bavulu hazırlayıp balkonda rum and coke içerek geceyi sonlandırdık.
El Nido’da 4 gece konakladık. Artık Boracay’a geçme zamanı geldi. Tur satışı yapan bir acenteye havaalanına transfer ücretini sormuştuk. 800-1000 peso arası dedi. Biz çok pahalı deyince en uygununun tricycle olduğunu söylemişti.
Boracay
Ertesi gün otelin önünden 350 pesoya anlaştığımız tricycle ile havaalanına geldik. Havaalanı merkeze 7 km. Verdiğimiz 1000 peso bir türlü bozdurulamadı. Kimse bozuk para taşımıyor. Cüzdanımın köşesine sıkışmış 10 doları vererek, bunun 520 peso ettiğini anlattık. İnanın, “Ben bunu nerede bozduracağım?” deyip nazlanarak aldı. (Bu arada gezdiğimiz tüm adalarda döviz bozan yerler vardı.) El Nido havaalanı oldukça küçük. Air Swift adlı bir şirketin pervaneli uçakları çalışıyor. Ayakkabıları bile çıkarttıran bir güvenlikten geçerek terminale giriyorsunuz. 4 banko var. Biniş kartlarını aldık. Bu uçuşta bagaj hakkımız 10 kg. 7 kg. da el bagajı taşıyabiliyorsunuz. Bagajınız 1 kg. bile fazla olsa para istiyorlar. Bagajları teslim ettikten sonra küçük bir bekleme salonuna geçiyoruz. Klimalar son ayarda çalışıyor. Arka taraftaki düzenlenmiş alanda çay, kahve, su, soğuk çay bedava. İsteyen istediğini alıp içiyor. Bu alandan Cebu’ya, Manila’ya ve Boracay’a uçuş var.
Saat 13.00 da kalkan uçağımız yaklaşık bir saatlik uçuştan sonra Panay Adası’nın Catalican Havaalanı’na indi. Gerçi kapıda Boracay Havaalanı yazıyor ama biletlerde Catalican diyor.
Uçaktan inip 150 m. kadar yürüyerek geliş terminaline girdik. Bu alanlarda uçaktan inen veya uçağa giden yolcuların güneşten korunması için şemsiyeler var. Uçaktan iniş merdiveninin hemen yanında bulunan kutudan şemsiyeyi alıp, terminale kadar olan mesafede güneşten korunuyorlar. Terminal gelince, girişe konulmuş kutuya bırakılıyor. Uçağa giderken de terminalden alınıp uçak girişinde bırakılıyor. Bizim gezimiz yağmur mevsiminin yeni bittiği günlerde olduğu için fazla sıcak yoktu. Şemsiyeleri pek kullanan olmadı.
Havaalanı içinde Boracay’a transfer pazarlayan insanlar, ayrıca bir de büro var. “Bus+Bot+Car” transferi 700 peso. Hemen çıkışta aynı transferi 600 pesoya satmak istediler. Etrafta sadece van tipi minibüsler var. Karşıda da yol ve deniz. Başka bir şey görünmüyor. Bir an “Herhalde başka ulaşım araçları yok.” diye düşünsek de sol taraftaki patikadan denize doğru ilerledik. Veee bingo. Tricycle lar orada. Görevliden kişi başı 50 pesoya biletlerimizi alıp feribot iskelesine gittik. Bilet almak için gişeye yöneldiğinizde ilk kontrolü polis yapıyor. Kimliğinize bakıldıktan sonra ikinci kontrol noktasına geliyorsunuz. Burada pasaportunuzu ve kalacağınız otelin rezervasyonunu gösterip kayıt oluyorsunuz. Görevliler kalabalık, hızlı çalışıyorlar. Kuyruk olmuyor. Elimizin üzerine bir damga basıyorlar. Artık bilet alabiliriz. Feribot bileti kişi başı 200 peso. Toplam 250 pesoya Boracay’a geçmiş olacağız. Elimizdeki mührü koridorlardaki görevlilere gösterip, işaret ettikleri yöne yürüyerek iskeleye çıkıyoruz. Feribot denildiği için büyük bir şey bekliyorduk ama iskeleye daha önceki adalarda tura çıktığımız teknelerin aynıları bağlı. Feribot dedikleri ufacık bir tekneymiş! Herkesle birlikte biniyoruz. Bol rüzgarlı ve sallamalı 10 dakikalık yolculuktan sonra Boracay’ın plastik iskelesine yanaşıyoruz.
Kalabalığı izleyip ağaçlıklı alana doğru yürüyoruz. (Eğer ağır bir bagajınız varsa bu kumluk alanda zorlanırsınız.) İlerde araç bekleyenlerin oluşturduğu kuyruğu göreceksiniz. Kuyruğu yöneten adama hangi otele gideceğinizi söyleyip bekleyin. O sizi bir tricycle ile otelinize gönderecektir. (150 peso, 2 kişi) Böylece 325 pesoya otelinize kadar gideceksiniz. İki kişi toplam 650 peso. Havaalanı içinden transfer alsaydık 700+700= 1400, havaalanı çıkışından 600+600= 1200 peso ödeyecektik. Tercih sizin.
Biz Boracay’da Lazy Dog adlı otelde kaldık. 2 kişilik oda kahvaltı dahil gecelik 1899 peso idi. Adanın doğusundaki Bulabog plajına yakın, ortamı neşeli, temiz bir oteldi. Adanın merkezine 800 m. Merkezde deniz gören bir otelde kalmak çok daha iyi olabilir.
Otel kaydımızı yaptırıp, bavulları odaya bıraktıktan sonra önce doğu tarafındaki her zaman rüzgarlı olmasından dolayı rüzgar sörfünün önemli merkezlerinden biri olan Bulabog Plajı’na gittik. Kısa bir turdan sonra adanın batısına, dünyanın en güzel 4. plajı olduğu söylenen “White Beach” gittik. Ününü hak eden bu plajı günbatımını izlemek isteyenler doldurmuştu. Muhteşem bir gün batımını hep birlikte izledik.
Sahil kenarındaki lokantalardan birinde, akşam yemeğimizi biralarımız eşliğinde yedik. Gördüğümüz diğer adalara göre burası daha kalabalık, daha canlı ve daha pahalıydı. Uzun sahil boyunca yürüyerek etrafa bakındık. Cafe, bar, masaj salonu, hediyelik eşya satış yerleri, mini marketler, seçtiğin balıkları pişiren lokantalar, seyyar ızgaracılar… Ne ararsanız var. Davul, trampet, zil ve birkaç başka alet çalan 10-12 kişilik orkestralar sahil boyunca hem çalıp hem yürüyerek bahşiş topluyorlar. İlk akşam ilginç gelmişti ama topluluk sayısı 3’e çıkıp geçişler uzayınca, hep aynı tempodaki müzik kafa şişirmeye başladı.
Ertesi gün için kişi başı 1000 pesoya tekne turu ayarladıktan sonra biralarımızı alıp otele döndük. Zemin kattaki odamızın bahçeye bakan balkonunda, otelde kalan gençlerin eğlenmesini izleyerek geceyi sonlandırdık.
Tur görevlisi sabah 9.00’da bizi otelden aldı. Sahilde tur tekneleri yan yana dizilmişti. Yarı belimize kadar suya girerek tekneye ulaştık. Hava kapalı, hafif de rüzgar var. Önce adanın kuzeyine doğru çıktık. Tekneye çarpan dalgalar dağılarak üzerimize geliyor, ne kadar korunmaya çalışsak da ıslatıyordu. Sırılsıklam halde zor yanaştığımız sahile çıktık. Nasıl olsa ıslandık diyerek daldık denize. Teknenin geldiğini gören seyyar satıcıların bir kısmı, bizden önce gelmiş tekneyi bırakarak yanımıza geldiler. Çakmak, boncuk, kolye, sigara, su geçirmez torbalar, deniz kabuklarından yapılmış çeşitli süs eşyaları… Sıkı bir pazarlıktan sonra 350 peso istenen deniz kabuklarını 100 pesoya aldık. 200 peso dedikleri mango suyunu da 50 pesoya indirdiler. Pazarlık şart… Sahilden ayrıldıktan sonra açıkta demirledi teknemiz. Herkese şnorkel dağıtıldı. Hevesle dip güzelliklerini izlemek için atladık denize. Coron’un, El Nido’nun o muhteşem deniz altı güzelliklerini seyrettiğimizden olsa gerek burayı hiç beğenmedik.
Panay Adası
Herkes tekneye çıkınca uçağımızın indiği ada olan Panay’a doğru yola çıktık. Dalga bir yandan, rüzgar bir yandan içimiz dışımıza çıkmıştı vardığımızda. Öğlen yemeği buradaki tesiste (!) hazırlanmıştı. Balık, midye, karides, tavuk şiş, pilav, salata ve çeşitli meyveler. Yanında içebildiğin kadar şişe suyu ve kola. Bu turun en güzel tarafı bu yemekti. Yemek sonrası biraz daha oyalanıp tekneye ilk bindiğimiz yere döndük. Toplam 4 saat süren bu tur yapılmasa da olurmuş. Veya daha güneşli ve sakin bir havada yapılmalı.
Otele dönüp, dinlendikten sonra güneşi yine “White Beach” de batırdık. Yol kenarındaki bir mekana oturup gelen geçene bakarak yemeğimizi yedik. Buraya gelmeden önce okuduğum yazılarda sineklere karşı sıkı önlem alınması gerektiği belirtilmişti. Kaldığımız 14 gece boyunca sinekten hiç rahatsız olmadık. Bekli de mevsim icabıdır, ne sivri, ne de kara sinek vardı. Sahil tenhalaşmaya başlayınca otele döndük.
Buradaki 3. günümüzü havanın kapalı olması nedeniyle Boracay’ı yayan gezmeye ayırdık. Sahile paralel 2. caddeyi, ara sokakları yürüyerek dolaştık. Yorulduğumuzda kahve, bira molaları verdik. İnsanlarla konuştuk. Kadını erkeği güler yüzlü, mutlu. Sizinle rahatlıkla konuşuyorlar, yardımcı oluyorlar. Balık pazarını sorduğumuz bir kadın, tezgahını bırakıp bizi götürdü. Herkes hayatından memnun, neşeli, cana yakın.
Boracay’da dönüş günü masaj yaptırmak için, otelin yakınındaki bir kuaföre gittik. Buralarda kuaförler kadın erkek karışık. Biz ayak masajı yaptırırken ( 1 saati 400 peso) karşı koltukta bir hanım saçlarını boyatıyor, yanında ki koltukta da bir erkek tıraş oluyordu. Yanımızdaki koltukta manikür, pedikür yaptıran hanımlar da vardı.
Dönüşte akülü bir araç kiralayarak Boracay İskelesi’ne geldik. Akülü araçlar benzinliye göre 100 peso daha pahalı. Pahalı ama hiç olmazsa gürültüsü yok, egzoz dumanı yok. Bilet gişelerinin önünde indik. Karşıya geçmek için 125 pesoya bilet aldık. Gelirken bindiğimiz gibi ufak bir tekneyle Panay Adası’na geçtik. Burada bulunan tricycle durağından iki kişilik 75 pesoya bilet alarak, otelden çıktıktan 45 dakika sonra havaalanına geldik. Burası indiğimizde gördüğümüz yer değil, şehre daha yakın bir yer. Geliş ve gidiş terminalleri ayrı yerdeler. İki saatte gideriz diye hesaplayıp otelden öyle çıkmıştık. Erken gelince terminale girmeyip hemen karşısındaki mekana oturduk. Bedava hızlı internetten sonuna kadar yararlanarak bir şeyler yedik.
Tam zamanında kalkan uçağımız 50 dakika sonra Manila Havaalanı 3. terminale indi. Havaalanından daha önce de kaldığımız Makati bölgesindeki Red Planet Otel’e gitmek için hemen alanın önünde bulunan beyaz taksilere fiyat sorduk. Hepsi 1800 peso istediler.
Zamanla ilgili sıkıntımız olmadığından biz de sarı taksi kuyruğuna girdik. Burada 30 kadar demir, yere sabitlenmiş koltuk var. Görevli gelen taksiye ilk koltuktakileri bindiriyor. Boşalan yerler sırayla dolduruluyor. Bekleme uzun sürse bile oturduğunuz için sıkıntı olmuyor. Bir saat on beş dakika sıra bekleyerek gelen sarı taksiye bindik. Sarı taksiler, taksimetreyi açarak sizi istediğiniz yere götürüyorlar. Beyaz taksilerin 1800 istediği otelimize sarı taksi ile 1000 pesoya geldik.
İlk gelişimizde de kaldığımız bu otele eşyalarımızı bırakıp Manila’nın gece hayatının yoğun yaşandığı P. Burgos Sokağına gittik. Bu bölgede gece hayatı burada yaşanıyor. Ne isterseniz bulmanız mümkün. Sizin aramanıza gerek de yok. Onlar sizi buluyor.
Sokağı çaprazdan gören, daha önce de takıldığımız “Tekila Cafe” ye oturduk. Burası P. Burgos’la Durban sokağının kesiştiği yerde güzel bir Meksika barı. Birer buritos (et dürüm gibi bir şey) arkasından patates kızartması ve bira. Artık Filipinler’de son gecemiz. İki fazla bira içmekte sakınca yok. Saat 23’e kadar oturduk. Mekan sahibiyle, hemen önümüzdeki kaldırımda duran korumayla lafladık. Daha doğrusu arkadaşım konuştu, ben öylesine baktım. Burada tüm barlarda en az bir tane silahlı koruma var.
Sabah kahvaltısının ardından Makati Caddesi'nde dolaştık. Hafiften yağmur başlayınca otele döndük. Otelin transfer servisinden ayarlanan araçla (500 peso) Manila Havaalanı’na doğru yola çıktık. Trafik fazla olmadığı için otelden havaalanı terminal 1’e yarım saatte ulaştık. Terminale girmeden önce pasaport ve bilet kontrolü yapılıyor. Daha sonra X raydan geçiliyor. Havaalanı oldukça büyük. Pisti gören bir yere oturup uçağımızın kalkış saatini bekledik.
Uçağa binmeden önce Suudi görevliler tarafından el bagajlarımız tek tek arandı. Büyük bir ihtimalle alkollü içecek aradılar. Hani gümrüksüz satış mağazalarından alıp sırt çantamda götürürüm diye düşünüyorsanız, yapmayın.
Manila saatiyle saat tam 16.00’ da havalandık. Uçak epey boş. Ortadaki dörtlü koltuklara uzandık. 11 saat süren çok çok rahat bir yolculuktan sonra Türkiye saatiyle 23.00’da Cidde’ye indik. Otobüslerle terminal binasına getirilip transit yolcu salonuna geçtik. İstanbul uçağı sabah 6.30’ da. Kalabalık terminalde kah dolaşarak kah bulduğumuz koltuklarda kestirerek sabahı ettik. Tam zamanında kalkan uçağımız saat 10.30’ da İstanbul Atatürk Havaalanına indi.
Manila, Coron, El Nido, Boracay’ ı gezip 14 gece konakladığımız Filipinler gezisinde masrafımız ne oldu?
Filipinler’de 3 iç hat uçuşu + feribot geçişi için: 250 dolar, 14 gece otel konaklaması için de 251 dolar, Tekne turları, yeme - içme, gezme vs. için 420 dolar harcadık. Toplam maliyet: 921 dolar.
Notlar
İnsanlar hep güler yüzlü, mutlu, yardım sever. Şort tişört ve terlikle gün geçiyor.
Adalarda ulaşım, yemek ve içki ucuz. En lüks lokanta ile sokak tezgahları arasında 2-3 dolar fark var.
Egzoz dumanı hayli rahatsız edici. Maske kullanılmalı.
Her alışverişte pazarlık şart.
Ne kadar dikkat ederseniz edin mideniz bozuluyor. İlaç alınmalı.
Biz sinek görmedik ama tedbirli olunmalı.
Uçak biletleri havaalanlarına girişte soruluyor, çıktılar yanınızda olsun.
Her yerde klimalar en üst derecede çalıştırılıyor. Tedbirli olun.
Manila Havaalanı’nda sarı taksileri bekleyin, kazıklanmazsınız.
Manila’da trafiğin her zaman yoğun olduğunu unutmayın.
Bol bol masaj yaptırın (40-70 TL arası).
Tekne turlarına katılın. Muhteşem resiflere şnorkel ile dalın.
Bembeyaz kumlarda sere serpe uzanıp güneşin tadını çıkarın.(Güneş kremini unutmayın).
Tekne turlarında su geçirmez çantaya ihtiyacınız olacak. Yoksa merak etmeyin satıcılar sizi bulur. (Büyüklüğüne göre 20-50 TL arası).
Su altı güzelliklerini belgelemek için iyi bir kamera edinin.
Coron’da, tur ve El Nido feribot biletlerini gelir gelmez alın.
Gezdiğimiz üç adada da döviz bozan yerler vardı.
Elektrik prizlerinde hem normal, hem de yassı uçlu için olanlarına rastladık.
Adalar, tur pazarlayan acentelerle dolu. İstediğinizden tur alabilirsiniz pek fark etmiyor. Tekne çok kalabalık olmasın, otel transferi yapılsın yeter.
Eğer kullanabiliyorsanız El Nido’da motor kiralayıp çevredeki plajları da gezin (Ehliyet soran yok. Pasaportunuzu veriyorsunuz. Günlük 500 peso civarı).
İnternet genelde zayıf. Red Horse ve San Miguel biraları güzel.
Hoşça kalın, “seyahatte kalın.”