Arizona’nın kafamdaki izdüşümü aynı filmlerde gördüğüm gibi...Böyle kovboylu, Kızılderili ve atlı, çizmeli insanların bölgesi…
Navajo Kızılderilileri… Upuzun dümdüz saçlı, örgülü, kendine has yüz hatları olan insanlar… Genetik olarak yok olmamışlar.
Navajo dili de kaybolmamış, hala konuşuluyor. Amerikalılar tarafından, II. Dünya Savaşı sırasında Japonlara karşı kodlama yaptıkları dil olarak kullanılmış. Bu bölgedeki marketlerde, restoranlarda, kendi kabile topraklarındaki ulusal parklarda hep yerliler çalışıyor ve aralarında hep kendi dillerini konuşuyorlar.
Tom Page’den Monument Valley’e gitmek üzere yola çıkıyoruz…
Kayenta Bölgesi’ne doğru dönüyorduk ki yol kenarında iki yerli kadın görüyoruz. Barbekü ekmek arası pirzola yapıyor. Kuş uçmaz kervan geçmez bir yer burası… Açsan hiç düşünme, al. Bir sonraki medeniyet çok çok uzakta olabilir.
BEN BU KAYAYI TANIYORUM
İnsanın beynine kazınmış bazı resimler, bazı kareler, imajlar vardır. National Geographic Dergisi’nin kapağındaki o yeşil gözlü kız çocuğu mesela… Dünyanın hafızasına kazınmış bir fotoğraftır, değil mi?
Kayenta’dan 163 numaralı yola sapıyoruz ve işte tam bu tarz bir kare görüyorum tüm ihtişamıyla karşımda; aniden arabadan iniyorum.
Diyorum:
Yahu ben bu kayayı bir yerden tanıyorum; bu o kaya değil mi?
Evet, o…
Siz hiç küçükken Pazar sabahları televizyonunuzun karşısında, kahvaltı masasında; sıcak, kakaolu sütünüzü yudumlarken o bir zamanların “Pazar sabahı sineması”nı izlemediniz mi hiç? Film başlamadan önce bir aslan vardır, başını şöyle bir o yana bir bu yana sallarken kükrer ya da bir kaya çıkar karşınıza, bir anda üstü yıldızlarla dolar…
Hatırladınız mı?
Lütfen dikkatli bakın aşağıdaki fotoğrafa…Bu o kayaya benzemiyor mu? Yıldızlı kaya…
Bütün görkemiyle orada duruyor. Heyecanlanıyorum. Bir film yıldızı görmüş gibiyim. Ama daha çok çocukluğuma gitmiş gibiyim. Beynime bu kadar güçlü kazınan bu kayanın görüntüsü o kadar olağanüstüydü ki hatta belki de gerçek bile değildi. Gözlerine inanamamak böyle bir şey olmalı… Gerçekten var olduğunu düşünmediğiniz bir şeyi kendi gözlerinizle görmek...
Monument Valley; yeryüzünün erozyon veya volkanik, 600 yıllık hareketleri sonucu, devasa kaya parçalarından oluşan bir vadi… Vadi bir çöl… Bomboş ve kocaman bir arazi, kırmızı toprağın üzerinde birbirinden değişik ve güzel kaya parçaları…
KOVBOY FİLMERİNDEN KARELER
1930 yıllarında Hollywood film endüstrisi tarafından keşfedilmiş bu arazi ve bu eşsiz kaya görüntüleri özellikle Western kovboy filmlerinde önemli bir öğe olarak kullanılmaya başlanmış.
Bu gezinin en zor yanı; çamurlu, tepecikli, düz olmayan ve 17 mil yani 30 km uzunluğundaki bu zor yoldan arabayla geçmekti…
Yol boyunca arabayla aralarında dolaşarak, tabiatın mükemmel bir şekilde sihirli değneğini değdirdiği bu kaya parçaları müzesini gezmek mükemmel bir şeydi.
Ancak biz vardığımızda, yağmur henüz durmuş olduğu için ve o kırmızı toprak yol bayağı çamurlu olduğu için ve eğer cip kullanmıyorsanız hiç de tavsiye edilmeyen, küçük Chevrolet arabamızda bir hayli zorlandık.
Özellikle bir derin su birikintisi vardı ki oradan geçemedik bir müddet ve hiç geçemeyeceğimizi sandık, biraz panik olduk. Araba çamura battı, inanılmaz kirlendi ve hatta biraz yıprandı. Özellikle kiralık araba şirketlerinin geçmeye izin vermediği bir arazi burası… Her şeye rağmen söz dinlemedik. Değdi mi? Kesinlikle evet...
Las Vegas’a döndüğümüzde arabayı yıkatmaya vereceğiz. Umuyoruz ciddi bir hasar yoktur.