Sabah, geceden başlayan yağmurun hala devam ettiği ıslak bir güne uyanıyoruz. Kanyon turlarının tamamı iptal edilmiş. Kayenta’da kaldığımız otelden ayrılıp, ilk önce kasabanın içindeki Navajoların eski yaşadıkları evleri, yani hoganları görmeye gidiyoruz. Hoganlar ağaçtan yapılıp sonrasında da kızıl toprak ile sıvanıyor. Hogan, Navajolar için çok kutsal; öyle ki kainat ile uyumlu yaşayıp etraflarındaki her canlıya aynı önemi verdiklerinde yaşadıkları eve de kötülük gelmeyeceğine inanıyorlar. Bu yüzden çatı gökyüzü, duvarlar Navajoları kuşatan dağlar, yer ise toprak anayı temsil ediyor. Hoganın içinde yanan ateş ise güneşi...
Navajolarda iki tip hogan varmış: Bunlardan male, yani erkek olanı sadece dini ya da özel seremoniler için kullanılanlar, koni şeklinde ve dar olanlarmış. Diğeri ise ‘female hogan (tsé bee hooghan)’ yani dişi olan ise ailelerin içerisinde yaşayacağı kadar büyük olanlarmış. Tarz olarak daha basık ve geniş görünenler yani. Hoganlar genelde tek bir odadan oluşup geleneksel olarak kadınlar kuzeye ya da sağ tarafa, erkekler ise güneye ya da sol tarafa yerleşirmiş. Hogan da, yönlere göre bu şekilde inşa edilirmiş. Bizim gezdiğimiz hoganların içerisinde o zamanki yaşayışın bir kısmını gözünüzde canlandırabilmeniz için bazı eşyalar bırakılmış ama yine de esas müzeye gidince yaşayış biçimlerini, örf ve adetlerini daha kolay öğrenmek mümkün oluyor.Kayenta’daki müze ufacık bir yer ama yine de mutlaka tavsiye ederim. Navajolar, 2. Dünya Savaş'ında ‘Codetalker’ olarak yani telsizde Navajo dilinde konuşarak Amerika adına savaşmışlar.
Bir sonraki rotamız benim için çok anlamlı: Yá’at’tééh, Tanrının Ruhu. Colorado Platosu üzerindeki bu doğaüstü güzellikteki yerin adı Monument Valley.
John Wayne, vadiyi ilk gördüğünde ‘Tanrının Hazinesi’ olarak değerlendirmiş. Aslında resimleri gördüğünüzde "ee ben de biliyorum bu kayaları" diyebilirsiniz.
John Ford’un kayası olarak bilinen ve John Wayne’in meşhur olduğu filmlerin The Searchers, Cheyenne Autumn ve Stagecoach, hepsi burada çekilmiş. Burası öyle bir yer ki sanki zaman havada asılı.
Vardığımız ilk giriş noktasından vadinin görünen tarafının resimlerini çekiyoruz. Zevkten çılgına dönmüş vaziyetteyiz ama asıl vadinin içerisine arabayla girip diğer kayaları gezmeye başladığımızda kendimizi bambaşka bir dünyada gibi hissediyoruz. Monument Valley’de birbirinden farklı kayalar milyonlarca yıllık erozyonlarla bugünkü inanılmaz şekilleri almışlar. Üç farklı erozyon tarzı var:
1) Mesa, İspanyolca "masa" kelimesinden geliyor, bu üstü düz olan kayalara deniyor. (Örneğin: Rain God Mesa)
2) Butte (bee-ute şeklinde telaffuz ediliyor), Mesa kayaların daha küçük olanları (Örneğin: West Mitten Butte)
3) Spire, bu da Butte kayaların zaman içinde iyice erozyona uğrayıp diğerlerinden bağımsız tek başına ayakta kalanları (Örneğin Totem Pole ve Three Sisters)
Tortudan oluşmuş kayalarda kendi aralarında dörde ayrılıyormuş:
a) Organ Rock: Erozyona en dayanıksız olan gevşek çakıltaşları
b) De Chelly Sandstones: Orta kademeyi oluşturan katılaşmış kumlar
c) Navajo Sandstones: Kemerleri, oyukların oluştuğu en ince yumuşak katman
d) Conglomerates: Vadinin ve kayaların tepesini saran ve aslında onları bir yumurtanın kabuğu gibi koruyan katmana da bu isim verilmiş.
Dolaşırken ‘Allahım bu nasıl oluşmuş, hadi canım bu nasıl böyle kalmış?’ nidaları dilimizden düşmüyor. Her bir nokta, bizi şaşkına uğratıyor. Milyonlarca yıldır şekillenen vadi, şu anda içinde bulunduğumuz anda da şekillleniyor aslında. Bundan yüzlerce yıl sonra belki de bambaşka şekillerde olacak, kim bilir? Bunu düşününce insanın tüyleri ürperiyor, aslında insan hayatı ne kadar da kısa...
Tsé Biiʼ Ndzisgaii (Valley of the Rocks): kayalar vadisi anlamına gelen bu alan günümüzde Navajo National Park sınırları içerisinde. Deniz seviyesinden 1800 metre yukarıda ve benzetilen şekilleriyle birçoğu da inanılmaz ünlü. Örneğin:
Camel Butte
John Ford’s Point: Burada ata binip atla fotoğraf çektirmeniz mümkün ;)
Totem Pole:
East and West Mittens:
Ve daha bir sürüsü….
Parkın içerisinde The View Hotel, Goulding’s Lodge, restoran, Trading Post ve müze de var. Önceden ayarlayabilirseniz aslında The View Hotel’de ya da Goulding’s Lodge’da kalmak, hakikaten hayatta bir kez yaşanacak tecrübelerden biri olabilir. Dilerseniz vadinin içerisinde kamp yapmak ya da karavan ile kalmak ta mümkün (Gerçi karavanların park içinde gezmesine izin verilmiyor) ama önceden mutlaka rezervasyon yapmanız gerekiyor: [email protected] .
Goulding’s Lodge’un hikayesine de değinmeden edemeyeceğim. Harry ve Leone Goulding’in Monument Valley’in bu kadar tanınmasında inanılmaz etkisi var. 1920’lerde evlerini Monument Valley’de inşa edip bir süre sonrada Navajolar ile ticarete başlamışlar. Navajolar gümüş takı eşyaları ve işledikleri halı ve battaniyeleri getirip karşılığında yemek ve ihtiyaçlarını Goulding’lerden alıyorlarmış. 1938’deki kriz ile birlikte işler çok kötüye gidince Harry Goulding, Hollywood’a gitmiş ve şansına John Ford ile tanışıp onun Monument Valley’de bugün bile klasikler arasında sayılan filmlerini çekmesine ikna edip Monument Valley’in dünya çapında tanınmasına katkıda bulunmuş.
Araba ile belirlenen yoldan ayrılmadan parkı gezmek mümkün. İsterseniz tur ve onların jeepleri ya da at ile dolaşmakta mümkün. Yolun tamamı 27 km.
Dikkat etmeniz gerekenler mutlaka belirli olan yolda kalmanız. Yolun dışına çıkmanız vadide yaşayan bitkilere ve hayvanlara zarar vereceğiniz için yasak. Alkol, kayalara tırmanmak, çöp atmak kesinlikle yasak.
Daha fazla bilgi isterseniz şu adreste bulabilirsiniz, gerisi sizin keşfinize kalmış ☺
Bir sonraki yazı: Canyon de Chelly instagram: banuyollarda