Dünyanın denizlerinde yüzdüm...İspanya'da Valencia, Barselona, Malaga, Marbella ve okyanus kıyıları...
Fransa'da Marsilya, Nice, Deauville, Cote d'Azur kıyıları
İtalya'da Marina di Varenna,
Miami,
Bahama Adaları,
Hawaii Adaları (hımmm Maui'yi ayrı tutalım yine de)
Bali...
Ama hiçbirisi vatanımın denizi, güneşi, plajı gibi değil...
Türkiye'min her köşesi cennet. Ama...
Görür görmez vurulduğum son diyar Marmaris...
Deniz ile dağın nadiren bütünleştiği, ender bulunan bir belde: Marmaris İçmeler...
Marmaris merkez, o çarşılar, pazarlar aklın kalır; o kadar cafcaflı, renkli, hareketli. İstanbul'daki Kapalıçarşı’nın kopyasını yapmışlar.
Çok güzel olmuş.
Marina'daki yemek yerleri, barlar, kafeler, hele hele barlar sokağı...
Benim gibi dans etmek için çıldıran birisi için biçilmiş kaftan... Kardeşim öyle diyor, seni bırakayım barlar sokağına sabah 4.30’ta gelip alayım diyor.
Bazen evde kalıp kafa dinlemelik, bazen sokaklara kendini bırakıp sabahlara kadar eğlenmelik... Bayıldım.
Son iki yıldır Marmaris'e bir başka kaptırdım gönlümü.
Tabii ki bir tanecik kardeşimin sayesinde tanıştım bu güzelliklerle...
Aynı rutinle bütün yaz yaşayabilirim...
Her sabah herkesten önce uyan, sporunu yap, ev halkı uyanıncaya kadar terasta üstsüz güneşlen, hala uyuyorlarsa biraz gürültü yap, kahvaltıyı kur, balkonda püfür püfür çayını yudumla, sonra Delmar Cafe'nin plajının yolunu tut, Volkan'ın bize ayırdığı çadır gibi şemsiyenin altına kurul, hemen Volkan'a 2 kahve siparişi ver, siparişi verdikten sonra denize atla, deniz kızı ol, bol bol yüz.
Canan Karatay'ın dediği gibi bir ıslanıp çıkma, 3 saat yüzmeye çalış becerebilirsen, denizden sonra duşunu al, yukarıya Delmar Cafe'ye kahve içmeye çık, saat 15.00'e kadar güneşe çıkma, plajda çadırda otur, kitap oku, gazete oku, anneyle sohbet et, İnanç'ın tayfasından bizimle sohbete gelen herkesle iki çift laf et, durup durup denize gir, yüz, deniz jimnastiği yap, voleybol oyna ama denizden çıkma...
Gün batımına kadar plajda kal...
Bazen bir kadeh beyaz şarap, kokteyl eşliğinde plajda günü tamamla...
Eve dön, akşam yemeğini hazırla ve gece programlarına doğru yol al...
Bazen de evde kal, erken yat... Bir gün de çok uyu...
Rutin denen şey de değişik bir haz var.
İnsanı rahatlatıcı, hayatı kolaylaştırıcı, huzur ve güven verici bir haz...
Düşünmeden, planlamadan, her gün aynı zevki alarak aynı şeyleri tekrar yapmak ve hayatı basite indirgemek. Rutin budur bence zevklidir...
Elbette ki bazen rutini bozmak da gerekir ki rutindeki zevk sürsün...
Kralın kızı suyu yürüyerek geçebilseymiş iyiymiş...
Evin bulunduğu Marmaris İçmeler'den 30 km uzaklıktaki Selimiye'yi tanımak ve akşam da ünlü Sardunya Restaurant'ta yemek yemek üzere yola çıktık.
Selimiye, Marmaris'in en rafine, en elit semti.
Minicik bir kasaba burası, güzel koylar, cici bici evler...
“Kizkumu” adındaki koyuyla ünlü…
Neymiş, kasabanın zamanındaki kralı öldürülmüş, kızı da karşı kıyıya kaçmak istemiş.
Ne var ki yüzme bilmiyormuş. İşte efsane bu ya, cebine kumları doldurmuş, denize döküp kendine yol yapa yapa ilerlemeye başlamış. Ama suyun ortasında cebindeki kumlar bitmis, kızcağız da boğularak ölmüş. 2 cep kum alıp yola çıkayım, nasıl olsa prensesim, “efsane” beni korur dedi herhalde...
İş adamı gibi köylüler ve “domatesin fiyatı” toplantıları
Marmaris'in köylüleri dillere destan… Bayağı bayağı “business men”…
Hele herkesin dilinde bir Manav Veli var ki anladığım kadarıyla London Business School'da ders vermelik bir adam. Domates satarak nasıl hanlar, hamamlar yapılır dersi... tutar mı? Bence tutar.
Bildiğiniz gibi verimli Ege toprakları burası. Muğla ve çevresi...
Dolayısıyla ürün bol ve kaliteli...
Ama beni en çok etkileyen köylülerin sezon başında yaptıkları toplantılar oldu.
Köylüler toplantı mı yapıyor? Bu bilinç hep mi vardı yoksa değişen dünyaya ayak mı uyduruyorlar?
Domatesin fiyatına karar verdikleri sezon başı toplantıları...
Böylece bazıları daha çok kazanmıyor. Hepsi kazanıyor.
Böylece aralarındaki rekabetten tüketici kazançlı çıkmıyor.
Dünyanın ekonomisi böyle dönüyor, bizim köylüler olaya çoktan hakim olmuşlar bile. Bravo.
Havva Hanımlar ve Mahmut Beyler
Yolu Del Mar'dan gecen herkesle bir gün bir saatte mutlaka karşılaşıyoruz. Havva Hanım ve Mahmut Beyler bunların başında geliyor. Çünkü kardeşimin çevresi onlar…
Eski güreşçi Mahmut Bey, maşallah söylemese de görünüyor zaten. Böyle haşmetli bir adam. Çok da esprili, eğlenceli, hoş sohbet. Eşi Havva Hanim da nasıl derler devlet gibi kadın. O da haşmetli, elinin tersiyle vurdu mu oturtacak gibi bir hali var ama alakası yok. Çok tatlı, sabahlara kadar güldürür adamı, öyle hoş sohbet.
25 sene İstanbul'da yaşadıktan sonra çat diye Marmaris'e aşık olup buraya yerleşmeye karar vermişler.
Mahmut Bey her gün gelir sahile. Mutlaka 15 dakika bizim yanımıza uğrar. Annemle biz devamlı muhabbet ya da kahkaha halinde olduğumuz için insanlar yanımıza uğrayıp neşemizden bir tutam almak isterler. Mahmut Bey hem alan hem verenlerden...
Havva Hanım her gün gelmez. Geldi mi de plaja inmez. Teknelerini çekerler plajın yakınlarına orda takılır.
Bir gün tekneleriyle koyları gezmeye bizi de davet ettiler.
Aman aman Marmaris'in koyları akıllara zarar bir güzellik, bayıldım.
Turunç aklımda kalan en güzel koy. Yüzüp yüzüp çıktık, tekneyi başka bir koya sürdük. Çok güzel bir gündü. Güzel bir şeyler yaşadın mı bitmiyor bu memlekette keyif, sürüyor sürebildiği kadar…
Hoop akşam çaya Havva Hanımlardayız.
Çayın ortamı bütünleştirici yapısını daha yeni fark ettim.
Çayı sadece kahvaltıda içerim, başka da sevmem.
Havva Hanım Karadenizli; öyle oldu mu, çay tartışılmaz oluyor.
O akşam fark ettim. Çaydanlıkta yapılan çayın çok farklı bir yapısı var.
Kahve gibi bireysel değil çay, bir takım oyunu gibi. Kahve gibi bir bardak içip bitmiyor. O bardaklar doluyor doluyor boşalıyor, sonra tekrar dolduruluyor.Hiç bitmiyor çay içmek... İçenleri bütünleştiriyor, kaynaştırıyor.
Konuşacak bir şeyler olduğu sürece bardak hiç boş kalmıyor...
“Boşver gitsin” nereden geliyor biliyor musunuz?
Felsefe hocası bir arkadaşım anlattı. Çok eskiden en baba filozoflar, bara sırf felsefe yapmaya ya da devlet meselelerini konuşmaya gelirlermiş. Konuştukça bardakları boş kalmazmış, devamlı alkolle dolarmış, boşalır boşalır dolarmış… Ne zaman ki artık birinin söyledikleri dinlemeye değmez olurmuş ya da artık söyleyecek sözü kalmazmış, diğeri barmene “boş ver gitsin” dermiş ya da kişi artık sohbetten bir şey alamadığını hissettiğinde “bana boş ver” deyip gidermiş. Yani artık bardağım doldurmaya değmez, bundan sonrasını gözden çıkarttım anlamında...
Boş ver gitsin...