Yunanistan’a gidildiğinde planlar ve beklentiler neredeyse hep aynıdır: Bolca uzo ve şarap tüketmek, güzel ahtapot ızgaraları mideye indirmek, keyifli taverna gecelerinde çakırkeyif halde kadehleri tokuşturmak ve mevsim uygunsa bir de deniz kıyısında güneşlenip billur gibi denizlere girmek.
Haftasonu kaçamağı için en kolay ulaşılan Dedeağaç'ın da İstanbul'da yaşayanlar için en gözde Yunanistan istikametlerinden biri olduğu şüphesiz.
Dedeağaç, Edirne İpsala sınır kapısını geçer geçmez Yunanistan’daki ilk şehir. Geçer geçmez dediğime bakmayın, o geçiş kısmı, kamyonlar, otobüsler, kontrol için üç ayrı noktada durup pasaport ve araç evraklarını uzatmak derken biraz uzun sürüyor.
Bu civarlardaki en büyük şehir olduğu bilgisine de çok aldanmamak lazım. Kasabaya benzer küçük bir şehir merkezi var.
Özellikle ilk Yunanistan çıkartmasını Dedeağaç'a yapanlara “Bu muymuş Yunanistan?” dedirtmesi muhtemel. Çünkü şehir merkezindeyken denizi pek görmüyorsunuz. Hatta şehirdeki en iyi restoranların büyük bir kısmı da deniz kıyısında değil. Her yerde önünüze Türkçe menü konulduğundan ve garsonların hepsi şakır şakır Türkçe konuştuğundan, sınır geçmiş ve yurtdışına çıkmışsınız gibi de hissetmiyorsunuz pek.
Beklentilerinizi çok yükseltmezseniz, güzel restoranları başta olmak üzere, birkaç gününüzü gayet keyifle geçirmenizi sağlayacak her şey burada var.
Gitmişken mutlaka denenmesi gereken restoranlar:
Vedat Milor’un methetmesi ile, Alexandroupoli’ye yolu düşen herkesin mutlaka uğradığı tavernalardan biri haline gelen Nisiotiko, şehir merkezinde ara bir sokakta bulunuyor. Her zaman çok rağbet gördüğü için gitmeden önce rezervasyon yaptırmanız çok iyi olabilir. Bütün mezeleri ve ara sıcakları gerçekten leziz. Özellikle acılı ahtapot güveç, kabak kızartma (lütfen kabak kızartma deyip burun kıvırmayın, bence en lezzetli meze olmaya aday), ızgara peynir mutlaka denemeniz gerekenlerden.
Bir diğer mutlaka denenmesi gereken restoran Aya Yorgi veya lokal adıyla Ai Giorgis. Eğer Yunanistan’a gelmişken deniz kıyısında yemek yiyelim, iç dekorasyonu da salaş olmasın, şöyle şık bir yere gidelim, diyorsanız, istikametiniz burası olmalı. Diğerlerine kıyasla en şık restoran burası.
Menüsünde, yufka ile kızartılmış ballı kayısı aromalı beyaz peynir gibi sıra dışı seçenekler de var. Özellikle deniz ürünlü şehriye ve risottoları oldukça lezzetli.
Cafeler ve barlar:
Şehrin ana caddesi olan Dimokratias’ın üzerinde yan yana dizi dizi barlar var. Hepsi büyük ölçüde birbirine benziyor ve orada yaşayan gençler bütün günlerini burada geçirmeyi seviyorlar. En meşhurlarından biri Absolutely Fabulous. Sokak kenarında dizilmiş bar koltuklarında oturup, makul fiyata prosecco içmenin keyfini çıkartabilirsiniz.
Eğer kendinizi bu sokak kenarındaki barlarda tatilde hissedemiyorsanız, deniz kenarındaki Argo güzel bir alternatif. Tam denizin kıyısındaki konumu, geniş avlusu ve beyaz sandalyeleri ile Alexandroupoli’de en çok Yunanistan hissi veren mekan burası.
Alternatif Planlar:
Doğayı sevenler için şehir merkezinden 65 kilometre uzaktaki Dadia Ormanı iyi bir seçenek.
Dadia Ormanı’nın asıl özelliği, içerisinde bir kuş gözlem merkezi olmasıymış. Kartallar ve akbabalar gibi türü tükenmekte olan kuşlar, bu ormanın içindeki gözlem noktasından izlenebiliyormuş. Ancak biz öğleden sonraki bir saatte gittiğimizden, bunun için geç kaldığımızı, kuş gözlemlemek için sabah erken saatlerde gelmemiz gerektiğini belirttiler. Bu nedenle esas amacınız kuş gözlemi yapmak ise, sabah erken saatlerde yola çıkmanız gerekiyor.
Dadia Ormanı, gerçekten kocaman bir orman. Çeşitli yürüyüş parkurları oluşturmuşlar. Bu parkurlarda yolunuzu, ağaçlara takılmış renkli plakaları takip ederek buluyorsunuz. Bunun dışında ekstradan bir yol düzenlemesi, tabela gibi hiç bir eklenti yok. Uçsuz bucaksız bir ormanda, ağaç gövdelerindeki minik turuncu plakaları takip ederek yürümek ve etrafta kuşlar dışında kimsenin olmaması, macera hissi veriyor ve gerçekten çok keyifli.
Kavala:
Alexandroupoli’den yaklaşık 150 kilometrelik bir yol kat ederek Kavala’ya ulaşabilirsiniz. Osmanlı döneminde Balkanlar’ın en önemli merkezlerinden bir olan bu şehir, ayrıca Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın da doğum yeri.
Tarihi öneminin yanı sıra, şehir merkezinde kenarında keyifle yürünebilecek bir marinası olması, sahil boyunca ekose örtülü masaların dizili durması, güneşin pırıl pırıl parlaması ve şehrin tepesindeki kalenin harika bir manzara sunması şehri sevmek için harika nedenler.
Kavala'da mutlaka yapılması gereken ilk şey, Kavala Kalesi'ni ziyaret etmek. Tepedeki kaleye çıkmak için epeyce yokuş yukarı tırmanmanız gerekiyor. Yazın sıcağında zorlayıcı olabilir, yine de bundan kaçmayın. Çünkü bu sokaktaki binalar çok güzel olduğu gibi; Kavala kurabiyesinden, Çin malı olmayan şık aksesuarlara kadar ne arıyorsanız bu yolun üzerinde bulabilirsiniz.
Büyük ölçüde korunmuş olan Kavala Kalesi’nin manzarası harika. İncecik kemerlerin üzerinde, kalenin dört bir yanını turlayarak, bütün şehre tepeden bakmak kesinlikle deneyimlenmeli.
Deniz ürünlerinin tadı damağınızda, Kavala kurabiyeleri kucağınızda şehre dönerken, "İyi ki gelmişiz!" demeniz dileklerimle...