Cennetten bir parça olan Çanakkale gezimizden eve dönerken şıp diye Dedeağaç'a gitmeye karar verdik. Bu arada Dedeağaç turumuza İpsala Sınır Kapısı'ndan otostop çekerek başladığımızı belirtmek isterim. Bir-iki günlük bir gezi için arabayla gitmenin astarı yüzünden pahalı, otobüs deseniz önceden plan program ve en yakında Keşan`dan binmeyi gerektiriyor. O yüzden bayramın ikinci günü bir deli cesareti arabamızı İpsala Sınır Kapısı'nın tam önüne parkedip Yunanistan`a geçen arabaları gözetlemeye başladık. (Park yasakmış, arabanız çekilebilirmiş ama en az 20 araba daha park ediliydi orada.)
Bir abimizi durdurdum ve son anda bir çılgınlık yaptığımızı şirin şirin anlattım ve Yunanistan`da yaşayan bu Türk abi bizi geçirmeyi kabul edince arabaya atladık. Bence denemeye değer. Yunan polisi abiye Yunanca tanımadıklarını alma diye nasihatta bulunduktan sonra benim ve benden farklı bir pasaportu olan arkadaşımın pasaportunu İnterpole bir göz attırdıktan sonra temiz sicilimiz sayesinde koyulduk yola. Sınırdan geçtikten sonra yarım saat uzaklıkta olan Dedeağaç şirin mi şirin, canlı mı canlı güzel bir kent
Evros iline bağlı olan Dedeağaç, çok eski bir kent değil. Bu yüzden şehrin yapısı modern ve balkonlu apartmanlardan oluşuyor.
Küçük limanı restoranlarla dolu ve birkaç hediyelik eşya dükkanı da mevcut.
Yemekler harika! 18. yüzyılda iki balıkçı tarafından keşfedilen bu kent, balık ürünlerinin de merkezi olmuş. İlk gecemizde sahilin yanındaki restoranlardan birinde yemek yedik. Çoğu restoranın Türkçe menüsü var, fiyatlarının uygunluğu da cabası! Birkaç başlangıç, karışık balık tabağı ve alkolsüz biralı akşam yemeğimiz 20 Euro civarları tuttu.
Şanını çok duyduğum kabak köftesi de kesinlikle denemeye deger...
Şaşırtıcı bir şekilde o küçük kent çok geniş bir gece hayatına sahip. Her yerde publar, restoranlar ve kahve dükkanları, yani ne ararsanız bulabilirsiniz. Kentte biraz daha tur atıp meşhur deniz fenerini de gördükten sonra apart otelimize geri döndük..
Sabah 6'da uyanıp da balkondan dışarı baktığımda gördüğüm manzara bu Yunanlar resmen Türk dedirtti! Komşu komşunun kanını çekiyor mu ne... Yaşlı teyzeler ellerinde benekli pazar arabalarıyla pazara gidiyor... Cuma pazarları bildiğimiz klasik sebze pazarı gibi, çok ilginç bir şeyler yok. Ama ben uğradığıma sevindim çünkü bitki çayları sevenler için değişik bitkiler mevcut. Daha sonra her yerde rastlayabileceğiniz kafelerden birinde kahvaltı yaptık. Yani sabahın köründe buraları neden dolu diye aklımdan geçirdiğim sorulara 2,5 Euro kahve ve 30 sent, 40 sent, 1-2 Euro aralarında değişen poğaçalar ve böreklerle dolu menüye bakınca cevaplar verebildim. Yani insanların Euro kazandığını düşününce millet neden dışarıda kahvaltı yapıyor diye şaşırmamak lazım. Güzel bir sabah kahvesinden sonra özel bir müzeye girdik.
Valeria adında tatlı bir genç hanım bize müzesini öyle bir tutkuyla gezdirdi ki hayran kalmamak mümkün değil. Oraya mutlaka gidin (Giriş 3 Euro) ve size `modern` kıyafet saçmalığı ortaya çıkmadan önce insanların giysilerinin her parçasındaki özel anlamı anlatmasını rica edin. Sadece birkaç yüzyıl önce bizimle tıpatıp aynı kültürü paylaşan bu halkın eski yaşamlarına göz atarken kendinizden bir sürü şey bulacağınıza eminim.
Zaten burada çok fazla müze yok. Olanlarda 10.00-11.00 gibi açılıyor. Diğer bir gittiğimiz müze de sadece 3-5 resimden oluşan bir yerdi. Resimlerin üstündeki yazılar da Yunanca ayrıca. Ama elimize 10 sayfa İngilizce tercüme tutturuldu; e yani Google amca bize yardım ederdi gelmeseydik de hani. Ama gene de şehrin eski yapısını, Osmanlı zamanında insanların orada nasıl yaşadığını güzelce özetleyen bilgilerdi (Giriş 2 Euro). Sonrasında şehri biraz daha dolaşıp alışveriş dükkanlarına baktık. Ben bir şey almadım ama fiyatlar uygun diyebilirim. Ve Dedeağaç`tan İstanbul`a, İstanbul`dan da çamur denizli ve soğuk İngiltere`ye dönmeden son bir umut denize girdik. Deniz fenerinin arka tarafındaki denize çantasını alan komşunun `ya hadi bir denize girip geleyim` lüksünü yaşadığını görünce içim acıdı resmen! Deniz temiz, kumu koyu renk ve temiz; girişi de ücretsiz üstelik.
Yanınızda mayonuz yoksa, pazarda 5-6 Euro'ya çeşit çeşit var. Yunanistan'a çılgın girişimiz, otobüste sıcaktan bayılarak bir saatte iki adımlık yolu zar zor geçip çıkarak ve bütün `cool` havamız sönerek son buldu. Otobüs şirketinin yazıhanesi yok ve ayrıca küçücük tabelasını bulmak biraz vaktimizi aldı. Tren istasyonunun yanından (deniz boyundan yürüyerek) deniz fenerine doğru takip edince küçük tabelayı görebilirsiniz. Bir hafta sonu değişiklik isteyen İstanbul ahalisine tavsiye edilir...