Cenevre Havalimanı’ndan Montreux (Montrö)’ye 34 CHF (yaklaşık 70 TL) ödeyerek trenle 50 dakikada ulaşıyorsunuz. Burası Cenevre Gölü (nam-ı diğer Leman Gölü) kıyısında şirin bir şehir… Gölün karşı tarafı ise Fransa... Bütün Kuzey Avrupa şehirlerinde olduğu gibi nüfusu az ve sokaklar tenha… Otelimiz, gardan yürüyerek 10 dakikalık mesafede ve Casino’nun hemen karşısındaki Hotel Helvetie idi. Burası odaları yüksek tavanlı eski bir bina, balkonunda küçük bir göl manzarası bile var. Montreux’de kalmak Cenevre’ye göre çok daha ucuz tabii... Ama daha lüks yerlerde kalmak isterseniz, bizim tarihimizde de önemli bir yeri olan Montrö Anlaşması’nın imzalandığı Montreux Palace Hotel’i tavsiye edebilirim. Ancak burası şehir merkezine biraz daha uzak (yürüyerek yaklaşık 20 dakika). Otelin alt tarafında, dışarıdan da girişi olan Harry’s New York Bar adında çok güzel bir mekân da var. Gitmişken ziyaret etmenizi tavsiye ederim.
Otelimize ulaştığımızda check-in sırasında bize verilen Montreux RivieraCard ile şehirdeki otobüs hatlarını ve füniküleri de bedava kullanabileceğimizi öğrendik. Hemen otelin önündeki Montreux Casino durağından 201 numaralı otobüse binerek Chillon Kalesi’nde aldık soluğu… Burası tam gölün kenarında yer alan müthiş manzaralı bir kale ve gerçekten Montreux’nün görülesi yerlerinden biri… Kale gezimiz sırasında, eski zaman kostümleriyle hem müzik hem de akrobasi gösterisini seyretmek de ayrı bir zenginlik oldu bizim için…
Kale ziyareti sonrasında tekrar 201 numaralı otobüsle bu kez şehir yönüne geri dönerek Terriet durağına geldik ve buradan fünikülere binerek meşhur otelcilik okulunun da bulunduğu Glion’a doğru yola çıktık. Hem okul hem de buraya ismini veren Glion kasabası şehirden hayli yüksekte ve buradan hem göl hem de şehir manzarası muhteşem! Fotoğraf çekmek için ideal bir mekân anlayacağınız... Buranın sokaklarında dolaştıktan sonra bir kafede soluklanıp kahvelerimizi de içtikten sonra tekrar şehre indik.
Şehirde yemek öncesi göl kıyısında yürüyüş yapıp Montreux Caz Festivali’nin yapıldığı alanı ve buranın hemen önünde göl kenarında yapılmış Freddie Mercury Heykeli’ni de gördükten sonra artık bütün gün yol almaktan yorulmuş olduğumuzdan, biraz dinlenip yemek yemeye karar verdik.
Yemek için hem göl kıyısında hem de şehir içinde alternatifler mevcut… Biz, göl manzaralı Le Chalet’de fondue yemeyi hayal ederek gelmiştik ama gitmeyi düşündüğümüz güzel manzaralı bu mekânın kapandığını gördük ne yazık ki… Yine otelimizden ve yerel halktan oranın bir şubesi olduğunu öğrendiğimiz, tren yolunun üst tarafında kalan “Caveau des Vignerons-Chez Gloria” adında aslen bir İspanyol’un işlettiği restoranda fondue yedik. Hava sıcaklığının 10 derece olduğu bir ortamda sıcak “fondue”nün içimizi gerçek anlamda ısıttığını söyleyebilirim. Bir İsviçre klasiği olan fondue tercih etmiyorsanız göl kıyısında birçok restoran alternatifi de mevcut… Bunlardan biri de ertesi gün yemek yediğimiz Molino Pizzeria…
Montreux, her anlamda Kuzey Avrupa’yı hissettiğim ama bir yandan da etrafımda konuşulan Fransızca ile Fransa’daymışım izlenimi uyandıran bir şehir oldu benim için. İnsanları Kuzey Avrupa’ya göre çok daha güler yüzlü ve yardımsever… Ama düzen ve kurallı olma hali burada da var. Bu bölgede geçirdiğimiz 3 gün boyunca birçok kez toplu taşıma kullandık ama şehirlerarası trenler hariç kimse bilet sormadı. Ne yazık, ama benzer bir “güvene dayalı” düzen bizim ülkemizde olsa ne kadar suistimal edilir demekten alamadım kendimi…