Nefes Kesen Manzaralar: Meteora'da Görülecek ve Gezilecek Yerler

Bu yazımı yazarken arka fonda Haris Alexiou çalıyor, zira ben önce onu sevdim.

Çok uzun yıllar oluyor, önce Haris Alexiou çalındı kulağıma... Çok güzel bir tabir okumuştum, “sesinde Ege’nin sularını taşıyan kadın…” diye, ne dediğini anlamıyordum, ama bir şekilde dokunuyordu işte. Sonra bir şekilde başka Yunan şarkıcılara yelken açtım, hiçbir Haris Alexiou gibi olamadı bende, ama onları da sevdim. Böyle böyle derken, ben daha görmeden sevdim Yunanistan’ı. Fakat hep erteledim ya da hep bir aksilik çıktı. Sonra arkadaşlarım arasında da bir efsane oluştu: Cihan ve Yunanistan, kavuşamayan iki sevgili gibi…

Hep, “nasılsa yakın” dedim, “nasılsa gideriz” dedim, “arkadaşım Viyana’ya taşındı, ona öncelik vermeliyim” dedim, derken bugünlere geldik. Geçen yaz, Akbük’te bir çay bahçesinde dedem, “Selanik’i görmek istediğinden…” bahsetti, atladım üzerine, “Kurban Bayramı tatili bu yıl 10 gün…”

Sonra vize işlemlerini göze alamadılar, yaşlandık dediler, yorulduk dediler, bu yıl dursun dediler. Fakat ben daha fazla bu kadar yaklaşmış, niyetine girmişken durulamazdım artık, ok yaydan çıkmıştı bir kere. Biliyordum ki annem de istiyordu görmeyi, “her şeyinizi ben ayarlıyorum, siz sadece peşime takılacaksınız, Kurban Bayramı’nda Yunanistan’a gidiyoruz” dedim, vazgeçme haklarını ellerinden aldım, yine Kurban Bayramı için bir seyahat planı yaptığımız arkadaşlarıma telefon açtım, “Yunanistan’a gidiyoruz, siz de gelir misiniz” dedim, anlaştık ve hazırlıklar başladı. Hazırlıkların ortasında, arkadaşlarımdan birinin İngiltere’ye bir konferansa gitmesi gerektiğine dair bir bildirim geldi şirketinden bayramın orta yerinde, o vazgeçmek zorunda kaldı. Diğeri de masraflar tahminlerin yukarısına çıkınca Karadeniz turuna döndü, ben ve ailem baş başa kaldık.

Otobüs biletlerimizi aldık, zira artık uçak için çok geçti, bayram vurgunu çoktan başlamıştı. Kaldı ki çok uzak da değildi zaten, ortalama 7-8 saatte gidecektik. Araştırmalarım sonucunda biletimizi aldım (İstanbul-Selanik; gidiş-geliş 150 TL).

Gezi planımız ise şöyle oluşmuştu: 1 gün Meteora, 3 gün Atina, 2 gün Selanik, 1 gün Kavala… Fakat fiilen şöyle gerçekleşti: 1 gün Meteora, 3 gün Atina, 3 gün Selanik, 2 gün Kavala, 1 gün İskeçe

Ankara’da vize görüşmeleri randevusuz gerçekleşiyor, büyükelçiliğe sabah 09.30’dan itibaren öğlene kadar gidip şahsen başvuruyorsunuz. Benim gördüğüm en yardımsever ve güler yüzlü vize personeli buradaydı, madem buna katlanmak zorundayız, insan biraz güler yüz bekliyor. Nihayetinde, seyahatimizden 2 hafta önce, tam da seyahat gününden başlamak üzere 3 aylık bir Schengen vizesi veriyor Yunanistan bana.

Cumartesi gecesi İstanbul Esenler’den Selanik otobüsüne bindik. Aynı anda 3 otobüs kalktı bayram yoğunluğu sebebiyle ki Cuma gecesi 11 otobüs kaldırmışlar.

Yaklaşık 3 saatte İpsala Sınır Kapısı’na varıyoruz. Yurtdışına çıkmak için haraçlarımızı ödüyor ve Yunanistan tarafına geçiyoruz. 

Sınır geçişimiz 1,5 saat sürüyor ve Yunanistan’a giriyoruz. Ben uyuyamam gayrı! Gecenin bir kör vaktinde görüyorum Xanthi (İskeçe)’yi, Kavala’yı. Sokakta hala insanlar var, eğlenceden dönüyorlar, hallerinden belli…

Selanik’te tren garında bırakılıyoruz. Dönüş biletleri İstanbul’dan kesilemediğinden öncelikle dönüş biletimizi almamız lazım. Fakat bizden önce gelen 11 otobüs, bizim dönmeyi planladığımız güne olan tüm biletleri bitirmiş, nezaketen üzülmüş gibi yapıyorum anneme karşı, zira kendisi böyle aksilikleri sevmez, fakat için için sevinerek gezimizi uzatıyoruz. (Laf aramızda sonradan kendisi de memnun oldu bu duruma, ek sefer koyulma durumu vardı, fakat sonradan “boşver araştırma, böyle olsun, kalırız bir gün daha…” dedi.) 

Bizim yolumuz Meteora’ya devam ediyor, dolayısıyla Makedonya Otobüs Terminali’ne gidiyoruz toplu ulaşımla. Selanik’ten Meteora’ya gitmek için öncelikle Trikala’ya adımınızı atmalı, oradan aktarma ile Kalambaka otobüslerine binmelisiniz. Bu da Selanik’ten kişi başı 24 Euro’ya denk geliyor, yolculuk ise yaklaşık 3 saat sürüyor. 

Meteora’ya ulaşım için en güzel yerlerden biri olan küçük KastrakiKöyü’nde kalıyoruz, kişi başı yaklaşık 16 Euro gibi bir ücretle, San Giorgio Villa isimli otelimize yerleşiyoruz. Odamız Meteora kayalıklarına bakıyor.

KASTRAKI

Kayalıklara çıkmak için günde iki otobüs var eğer yanlış bilmiyorsam, en azından elimize geçen bilgiler bu şekilde; biri saat 09.00’da, diğeri ise 13.00’te. Aşağı iniş için ise, manastırları gezerek ve yürüyerek inebilirsiniz. Aynı zamanda, yukarı yürüyerek çıkanlar da var. Bir de taksi seçeneğiniz bulunuyor, tek yön bir manastıra gidiş genel olarak 7 Euro civarı tutuyor, eğer sizi gezdirmesini isterseniz ise saati 20 Euro’dan anlaşabiliyorsunuz. 

Biz böyle bir taksiyle anlaşıyoruz, annemleri ilk günden, üstelik bu yorgunlukla çok fazla yürütmek istemiyorum, kaldı ki burada zaman açısından da ferah feza bir durumda değiliz. Zaten çoktan öğleni bulduk, yola koyulmalıyız! 

İlk hedefimiz; “Moni Megalaou Meteorou“, ya da “Büyük Manastır”. 

613 metre yüksekliğiyle, bölgenin en yüksek kayalığına yapılmış bu manastır. Tüm servetini buraya bağışlayan Sırp İmparator, Symeon Uros sayesinde, en güçlü ve zengin manastır haline gelmiş. Bu arada bölgede manastırlara genel olarak 3 Euro giriş ücreti isteniyor, bu manastırda dönemsel yaşayışı anlatan eşyaların yanı sıra, bir de tarih müzesi bulunuyor. Müzenin içerisinde elbette Türkler ile olan savaşları anlatan bilgi ve tablolar da var, bu bazıları için incitici olabilecek bir durum, okuduğum yazılardan bunu anlıyorum. Fakat objektif olarak düşününce şunu söylemek gerekiyor, bugün iki halk arasında sorun aslında yok, fakat birbiriyle savaşmış her ülkenin tarih müzelerinde böyle şeyler olabilir, bu normal karşılanabilir. Yeri geldikçe, Anadolu’dan göç etmiş ya da etmemiş Yunanlar ile konuşmalarımızı yansıtacağım size, karşılıklı dolu gözlerle konuşmalarımızdan bahsedeceğim. İleriki yazılarda… 

Buradan çıktıktan sonra hedefimiz Moni Agiou Stefanou. Yolda çeşitli noktalarda duruyor taksi şoförümüz ve manzarayı seyretmemize izin veriyor, gerçekten nefes kesici, enfes bir manzara var karşımızda. 

Sonrasında Agiou Stefanou’ya varıyoruz, bu hemen hemen son noktalardan birinde bulunan bir manastır ve bu manastırda kadınlar var. Manastıra kadınlar, pantolonla ya da şortla giremiyorlar, kapıdan girerken kapıda bulunan sepetten bir etek alıp belinize bağlamanız gerekiyor. Ayrıca daha esnek olmakla birlikte, erkeklerin de dizlerini gösteren bir şort giymemiş olmaları gerekiyor, fakat fiilen bunun uygulanmadığını gördüm. 

Bu manastırlar halen ibadete açık. 

Meteora’nın kuruluşu ise başka bir hikâye... Bizans İmparatorluğu zayıflayıp, buraya Türk akınları başlarken, din adamları güvenli bir yer arayışına koyuluyorlar ve Meteora kayalıklarına ulaşımın zorluğu burayı ideal bir merkez haline getiriyor. İlk manastırlara, sabit olmayan halat ya da merdivenlerle ulaşılıyor ve ancak lordlar izin verdikleri zaman bu platformlar kuruluyor ve manastırlardan çıkışa izin veriliyor. Bugün manastırlara ulaşımı sağlayan merdivenler ise, 1920’li yıllarda yapılmışlar. 

Bu manastırı da gördükten sonra, bizim için köye dönüş vakti. Dönüş yolunda, Yunanistan’da belli ki moda olan konsept fotoğraf çekimlerinden birini gerçekleştiren bir gelin damada rastlıyoruz kayalıkların üzerinde. Tam en romantik anlarında, bir kayanın ucundalarken, taksi şoförümüz bağırıyor: “Sakın atlamayın, bunu yapmayın, hayat güzel…” 

Sonra dağılıyorlar, o esnada fotoğrafları çekildiyse muhtemelen çok güzel fotoğraflar olmuştur diye tahmin ediyorum. 

Toplam 2 saat 15 dakika süren yolculuğumuzda, taksi şoförüne 35 Euro veriyoruz, bizim pazarlığımızla değil, kendi rızasıyla belirliyor bu fiyatı ve otelimize dönüyoruz. Ben Kastraki yakınlarındaki St. George adak yerine gitmeye karar veriyor ve yola koyuluyorum. Burası, St. George günü çerçevesinde insanların gelip adakta bulundukları (ev, araba, evlilik gibi isteklerle…), kayaların orta yerinde bir boşluk. Buraya rengârenk çaputlar bağlanmış ve köyün devamı da boş bir araziye açılıyor, ta ki ilk kayalığa kadar…

Biraz daha ortalıkta dolaştıktan sonra, geri dönüyorum, artık hava kararmaya başladı. Yemek zamanı… İlk gece için adresimiz; Taverna Gardenia. 

İlk gün deniz ürünlerine nedense giriş yapmıyoruz hemen, feta peyniri, patates tava, spagetti napoliten ve bolonez, Yunanistan’ın bence en güzel birası olan Mythos biraları eşlik ediyor. Üç kişi toplam 28 Euro ödüyoruz bu yemeğe ve öğreniyoruz: Yunanistan’da porsiyonlar çok büyük, aç gözlülük etmemek gerekiyor. 

Ertesi gün… 

Kastraki‘de kalıyorsanız, birçok yere ulaşım için öncelikle Kalambaka’ya gitmeniz gerekiyor ve Kalambaka’dan Atina’ya direkt ulaşım var. Kişi başı 29 Euro’ya Atina biletlerimizi alıyoruz. Meteora kayalıklarını sis basmış, bu halleriyle çok daha etkileyici gözüküyorlar üstelik. Belki de Meteora’ya bir fazla gün ayırmalıydık, fakat dönüş biletimizin gecikmesiyle olan uzatmamızı, ayarlanmış otellerimiz sebebiyle, iptallerin zincirleme bir cezalar zincirine dönüşmemesi için seyahatin en sonuna takmamız gerekiyor. 

Gitmeden önce hayal kırıklığına uğramaktan korkuyordum, zira Yunanistan gözümde fazla büyümüştü artık ya da aynı kalacaktı. Ama benim hiç ummadığım bir şey oldu, ben tahminimden, beklediğimden daha çok sevdim bu ülkeyi, bu güzel insanları. Meğer aradığım şey burnumun ucundaymış, daha çok konuşuruz yazılarda bu konuları, ama sanırım bugüne kadar beni en çok etkileyen yer oldu Yunanistan. 

Bir yaşlı teyze, “biz sizi çok seviyoruz, gerçekten çok seviyoruz, sorun kocabaşlarda…” dedi, katılıyorum. Kemal Yalçın’ın genel olarak aslında mübadilleri anlatan Emanet Çeyiz kitabında, bir mübadilin söylediği söz kulağımda: “Bu deniz birimize ait olursa, bir işe yaramaz, ama ikimize ait olursa artar bereketi…”