Derler ki, Megaralı kolonistlerin reisi olan Byzas, Delphoi kahinine yeni ülkelerini nereye kurmaları gerektiğini sorar. “Körler ülkesinin tam karşısına” der kahin ve bu kehanete göre Byzas ve kolonisi yola çıkar, sonunda boğaza ulaşırlar. Dönemin Khalkedon’unda, yani bugünkü Kadıköy’de küçük bir koloni yaşamaktadır, bunları görürler ve bir de Haliç’e bakarlar. Bugünkü halinden çok uzak, “altın boynuz” deyiminin hakkını veren bir yerdir, Haliç’i görüp tam karşısında yaşayan bu koloniyi de hesaba katınca, “körler ülkesi herhalde burası” diye düşünürler Kadıköy’ü kastederek ve Haliç’in olduğu yere kurarlar ülkelerini, Ege göçleri ile gelen Friglerin kattığı “ion’u da” isimlerine ekleyerek Byzantium derler ülkelerinin adına.
Bazı şehirler vardır, bir antik şehirle, bir gökdelenle, bir cami, bir kilise ile anılır. İstanbul bunlardan çok daha fazlası.
İstanbul, Türkiye sarsılmadan önce dünyanın en çok turist çeken şehirlerinden birisiydi. Turizm krizi en çok İstanbul’u etkiledi, sokakları şimdi turist bakımından boş, şehir yerlilerine kaldı. Belki bunda bir yandan kimliğinden özenle arındırılmasının da etkisi vardır, kim bilir. Tüm bu hislerle, uzun bir süre sonra yeniden tarihi yarımadaya attım kendimi. Bir kez daha gezip, bu kez uzun uzun anlatabilmek için. Birçok şehri anlatırken, memleketim dediğim bu şehir eksik kalmasın diye.
Vapurla geçerken karşıya ve kim bilir kaçıncı kez seyrederken tarihi yarımadayı, hep merak ettiğim gibi merak ettim Türkiye’yle hiçbir ilgisi olmayıp İstanbul’a gelmeyi. Yıllar önce Balkan turumuzda rastlayıp da konuştuğumuz birçok insanda duyduğumuz İstanbul merakını, İstanbul heyecanını yaşamak istedim. Benim yaşadığım heyecan çok başkayken.
Öncelikle Tarihi Yarımada’yı gezmek için Müzekart çıkarmanız, size oldukça faydalı olacaktır. Birçok yerin giriş ücretleri epey yüksek burada ve Yerabatan Sarayı, Aya İrini gibi yerler dışında yaygın olarak her yerin girişinde Müzekart geçerli. Müzekart’ı tüm müzelerin girişlerinde alabilirsiniz, tam Müzekart 40 lira, öğrenci ise 20 lira… Bu kart ile, Türkiye genelindeki Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı müze ve ören yerlerine bir yıl boyunca ücretsiz giriş yapmanız mümkün.
Ayasofya Müzesi (Müzekart ile ücretsiz, normal giriş 40 TL)
Türkiye’nin en çok gürültü koparan anıtlarından biri Ayasofya… Zaman zaman “camii olsun, müze kalsın” tartışmaları alevlenir, her dini günde bir takım dini oluşumlar çıkar, burada bulunan meydanda namaz kılarlar.
Geçmişe gidelim… Ayasofya 537 yılında, kilise olarak yapılıyor ve 1453 yılında İstanbul’un Osmanlı hakimiyetine geçmesinin ardından camiiye çevriliyor. Cumhuriyet kurulduktan sonra, Atatürk döneminde, 1935 yılında, Atatürk tarafından müzeye çevriliyor ve bugün hala müze olarak ziyarete açık… Müzenin içerisinde, yapının hem camii, hem de kilise geçmişini yansıtan şeyler mevcut. Bir yandan mimber ve mihrap duruyor, öte yandan mozaikler… Dört tarafta Allah, Muhammed, Ali ve Ebubekir yazan Arapça “madalyonlar” dururken, bir yanda ise Hristiyanlığın sembollerini yansıtan mozaikler sergileniyor.
Ayasofya hemen karşısında Sultanahmet Cami’sini seyrediyor. Camide kullanılan İznik Çinileri sebebiyle, İngilizce’de bu cami’ye “mavi cami” deniyor. Sedefhar Mehmet Ağa tarafından yapılan bu cami, yapıldığı dönemde altı minaresi ile, tüm camilerden daha fazla minareye sahip olmuş ve Osmanlı’daki en büyük avluyu içeriyormuş. Bugün ise İstanbul’un simge yapılarından biri haline gelmiş durumda.
Sultanahmet Cami’sinden çıkıp, At Meydanı’na geçelim öyleyse… Aslında bir nevi eski İstanbul Hipodrum‘u…
1000 yıl Bizans’ta, 400 yıl Osmanlı’da hayatın merkezi olmuş burası. Osmanlı Dönemi’nde dahi padişahlar, işlerin yolunda gidip gitmediğini, halkın mutlu olup olmadığını ölçmek için bu meydanı bir gösterge olarak kabul ederlermiş. Ne zaman ki işler kötüye gider, burada mırıldanmalar, ufak çaplı eylemler başlarmış.
Bugün ise bu meydan önemli anıtlara ev sahipliği yapıyor ki kuşkusuz bunlardan en önemlilerinden biri Dikilitaş…
Bu Dikilitaş, Theodosius zamanında Mısır’dan İstanbul’a getirilmiş 390 yılında… Üzerinde, bu anıtın Mısır’dan geldiğini gösteren simgelerden olan hiyeroglifler var. Bir yandan asırlardır buraya ait, bir yandan başka bir toprağın yapısı…
Bu meydanın tramvay tarafından geldiğinizde sağ tarafında kalan bir saray var. Türkiye’nin Muhteşem Yüzyıl dizisi sayesinde Pargalı İbrahim Paşa olarak aklına “mıh gibi kazıdığı” İbrahim Paşa’nın Sarayı burası. Bugün ise Türk İslam Eserleri Müzesi (Müzekart ile ücretsiz, normal giriş 25 TL) olarak ziyarete açık bu saray.
Adı ne yalan söyleyeyim bende önyargı uyandırıyor, belli bir şeyi dayatmak amaçlı yapılmış bir müze olduğunu düşündürüyordu. Fakat girdiğimde, gerçekten güzel düzenlenmiş, iyi bir müze olduğunu gördüm. Müzenin koleksiyonu İslam’ın yayılışının ilk dönemlerinden bugüne birçok eseri kapsıyor. Eski Kuran-ı Kerimler, çini eserler, halılar, el yazmaları…
Müzede bulunan en önemli eserlerden biri kuşkusuz Cizra Ulu Cami’sinin Kapısı… Kapıdan çok tokmakları… Gücü simgeleyen bir şekilde, kapının iki tunç tokmağı “aslan ve ejder” taşıyor sembol olarak. Bu sembolizm şaman geleneğinden, ta Orta Asya’dan gelmiş, bu kapıya konmuş.
Fakat ne yazık ki tokmaklardan biri eksik. Danimarka’da sergileniyor bugün ve geri alınamıyor.
Buradan çıkıp At Meydanı üzerinden Sultanahmet’e doğru yürürken geçeceğiniz çarşıdan içeriye bir ok ile yol girdiğini göreceksiniz. İşte burası Büyük Saray Mozaikleri Müzesi (Müzekart ile ücretsiz, normal giriş 15 TL). Orjinalinin 3500 – 4000 metrekare olduğu tahmin edilen alanın yalnızca 250 metrekaresi açığa çıkarılmış durumda. Bu noktada ise 180 metrekarelik büyük bir mozaikalan sergileniyor. Mozaikler bizim birçok noktada alışık olduğumuzun aksine, dini konuları değil, günlük hayatın içinden anlatımları içeriyor. Hatta bu özelliğiyle zaman zaman mağara resimlerine yakınsıyor, en azından bende uyandırdığı hisler bu yönde oldu…
Tüm bunların yanı sıra, sahip olduğu koleksiyonla, çok zengin bir müze olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri (Müzekart ile ücretsiz, normal giriş 20 TL) de Tarihi Yarımada’da bulunuyor. Ünlü İskender Lahti’nden, tarihin ilk yazılı antlaşması Kadeş Antlaşması’na kadar birçok önemli esere ev sahipliği yapıyor bu müze. Müzenin bulunduğu komplekste aynı zamanda Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi de bulunuyor. Fakat bugün bu müze çok önemli ölçüde restorasyonda ve koleksiyonun önemli bir kısmı ziyarete kapalı.
Buranın bir başka önemli özelliği ise doğrudan müze binası olarak tasarlanmış olması… Müzenin sayfasında verilen bilgilere göre, müze olarak tasarlanmış dünyada ilk on bina arasında ve Türkiye’deki ise ilk kurum… Bu şehri kurarken Byzas ve kolonisi, bilmiyorum farkındalar mıydı bir zaman sonra dünyanın en güzel şehri olacak bir yeri kurduklarının. Ve İstanbul hala dünyanın en güzel şehirlerinden biri bence. Mutlak bir şekilde dünyanın en güzel şehri olabilirdi İstanbul hala, biz iyi baksaydık…