Tanzanya’nın en fazla turist çeken bölgelerinden biri olan Ngrongoro’dayız. 1959 senesinden beri korunma alanı olan Ngrongoro bölgesi günümüzden yaklaşık iki buçuk milyon yıl önce volkanik patlamalar neticesinde oluşmuş devasa bir krater. Aslında buraya kaldera demek daha doğru. Çünkü bir krater göktaşı çarpması ile de oluşabiliyor. Ancak kaldera sadece volkanik faaliyetler sonucu oluşuyor.
İşte volkanik bölge de yer alan Ngrongoro da bir volkanın patlaması ve büyük depremler sonucu oluşmuş Hatta volkan patlamadan önce bu volkanın Afrika’nın en yüksek dağı olan Klimanjaro’dan bile daha yüksek olduğu düşünülüyor.
1978 yılından Unesco Dünya Mirası listesine giren bölge, toplam 8.292 kilometrekare alan kaplıyor. Tüm bölgenin deniz seviyesinden yüksekliği 1.020 metre ile 3.587 metre arasında değişiyor. Güneybatısında Eysai gölü, kuzeyinde Gol dağları yer alıyor. Bölgeyi özel kılan elbetteki sadece kaldera değil. Burası aynı zamanda ilk insan ayak izlerinin de bulunduğu yer.
Ngrongoro’da yer alan Olduvai Gorge bölgesi, adını Maasailerin köylerinin etrafını çitle çevirmekte kullandıkları bitkiden alıyor.
48 kilometrelik bir alana yayılmış olan Olduvai bölgesi dünyanın en eski hominid fosillerinin bulunduğu arkeolojik sit alanı. Milyonlarca yıl boyunca lavlar sayesinde korunmuş 3 tane Hominid ayak izi 1970 senesinde Louis Leakey tarafından burada bulunmuştur. Ayak izlerinin bulunduğu diğer arkeolojik sit alanı olan Laetoli’ye 45 kilometre mesafededir.
Louis Leakey, bölgedeki çalışmaları sırasında Bed II katmanında Australopithecus, Homo habilis ve Homo erectus türlerinin ayak izlerini bulmuş ve bir arada yaşadıklarını tespit etmiştir. İlk atalarımızın ayak izleri ise buradaki müzede sergilenmektedir.
Louis Leakey'in Bed II katmanında bulduğu bir diğer ilginç şey ise taştan yapılmış bir kulübenin kalıntıları. Ancak Afrika'nın bazı bölgelerinde halen kullanılan bu taş yapılar ancak Homo sapiensler tarafından yapılabilir olması olayı daha da ilginçleştiriyor.
Şöyle ki, maymuna daha yakın olan Australopithecus yaklaşık 4 milyon yıl önceden 1 milyon yıl önceye kadar Afrika´da yasamış insana benzer canlılara verilen cins ismi. Kronolojik olarak Australopithecus’tan sonra Homo Habilis geliyor. Günümüzden 2,3 milyon yıl önceye kadar da Homo habilislere rastlanıyor. Ardından soyu tükenmiş olan insansı türü Homo erectus’lar 1,8 milyon yıl öncesine kadar görülüyor. Günümüzden 100.000 yıl öncesinden şimdiye kadar ise Homo sapiensler var.
O zaman, bu taştan evi kimler yaptı? Hepsi farklı dönemlerde yaşayan 3 grubun ayak izleri ve bu taş evi yapabilme kabiliyetine sahip homo sapiensler nasıl oluyor da aynı katmanda yer alıyor?
Doğru bildiklerimiz gerçekten doğru mu? Paralel evrenler var mı? Varsa halen orada homo erectus olarak hayatını yaşayanlar mı var? Bir sürü soru… Tatildeyiz, kafa boşaltmaya gittik. Oldu mu şimdi?
Neyse geziye devam… Ngrongoro’da sadece sönmüş volkanlar yok aynı zamanda buradaki Oldonyo L’engai, Olmoti ve Embakaai halen aktif olan volkanlar.
Ngorongoro Kalderasının çapı yaklaşık 20 kilometre. Kraterin içerisinde göller, nehir, ufak bir ormanlık alan, bataklıklar, geniş otlaklar ve muhteşem bir doğa var. Burası Afrika’nın ufak bir modeli gibi.
Krateri çevreleyen doğal duvarların krater tabanından yüksekliği 600 metre, denizden yüksekliği 2.300 metre civarında. Giriş kapısında, ihtiyaç molası verdikten sonra kraterin tepesinden içine doğru inmeye başlıyoruz.
Manzara müthiş.
İniş yolu ise bir hayli meşakkatli. Baobab ağaçları arasından çok dar toprak bir yoldan ilerliyoruz kraterin tabanına doğru. Sabah çok erken saatlerde olan sis de yavaş yavaş çekiliyor kalderanın üzerinden.
19. yüzyılın başlarına kadar Nuh’un Gemisi veya Cennet Bahçeleri ile kıyaslamanın mümkün olduğu krater Doğu Afrika’da yaşayan hemen her tür hayvanın bulunduğu bu doğa harikası. Tabii 19.yüzyıla kadar bu çeşitlilik daha fazlaymış Ancak bölgeye gelen büyük beyaz avcılar, tüm Doğu Afrika’da olduğu gibi, burada da doğal hayatı bilinçsizce katletme çabasına girmişler. Tabii bu söylem Maasaililer’in bakış açısı. Bir de şöyle bir gerçek var; Maasailer çok yakın bir tarihe kadar evlenmek istediklerinde güçlü kuvvetli olduklarını kanıtlamak için bir aslan öldürüp başını kızın ailesine sunmak zorundaymış. Kenya ve Tanzanya toplamında yaklaşık 4 milyona yakın Maasai olduğunu ve çok eşliliğin serbest olduğu Maasai toplumunda her Maasaaili erkeğin en az bir kadınla evlendiğini düşünürsek, aslan nüfusunun neden azaldığını da anlayabiliriz. Hatta bu nedenle doğal yaşam tehdit altında olduğu için devletin de yönlendirmesi ile artık Maasailer eşleri için aslan başı değil dokuz sığı hediye ediyorlar. Bu da diğer bir görüş…
Bu arada yolda giderken çok sayıda yüzünü beyaz boyalar ile kaplamış Maasaili ile karşılaştık.
Kraterin içine doğru ilerlediğimizde etrafımızı çepeçevre duvar gibi saran tepelerin arasında kalıyoruz. Yaklaşık 304 kilometrekare alanı kaplayan krater tabanı 30.000’e yakın vahşi hayvana da ev sahipliği yapıyor. Bunlar arasında en yaygın olanları wildebeestler ve zebralar.
Bufalo, fil, hippo, sırtlan, çakal, aslan, devekuşu, antilop, zürafa, yaban domuzu, gergedan, impala ve çeşitli kuşlar gibi çok sayıda hayvan görmek mümkün. Bunun yanı sıra eğer şansımız yaver giderse “Büyük Beşli” nin beşini de burada görebileceğiz.
Leopar ve çita görme ihtimalimiz de var ancak şans bu tabii… Ama en önemlisi de burada Black Rhino görebilecek olmamız.
Evet, evet daha dakka bir gol bir… Kraterin yamacından inerken bir çita görüyoruz. Kedigiller ailesinden olan çita saatte 112 kilometre koşabilen en hızlı kara hayvanı.
“Gepard” veya “av leopardı” olarak da bilinen çita, zaman zaman leopar ile karıştırılıyor. Ama en önemli farkları leoparda beneklerin halkalı çitalarda ise dolu olması. Bir de çitaların gözlerinin altından çenelerine doğru siyah birer çizgi yer alıyor. Çitaların boyu kuyruklarıyla birlikte yaklaşık 2 metre 10 santime ulaşır. Tabii sadece kuyruk boyları 75 santimetre kadar. En lezzetli yemekleri antilop, ceylan ve tavşandır. Yüksek otlar arasına gizlenerek avına yaklaşır.
Yolda devam ediyoruz. Amani yolda pür dikkat bize birşeyler gösterme hevesinde.
Ve bir devekuşu. Pek çok hayvanda olduğu gibi deve kuşlarında da erkekler daha renkli ve gösterişli. Uçamayan kuş türlerinden biri olan deve kuşu oldukça hızlı bir hayvan. Nasıl mı? Saatte 98 kilometre… Aynı zamanda yaşayan kuşlar içerisinde en büyük yumurtalara sahip canlılardır. Genelde otçul beslenirler ama canları çekti mi, o zaman omurgasız hayvanları da yerler.
Ve arkasından benim doğaya en çok yakıştırdığım hayvanlar. Bir zebra sürüsü…
Tüm zebraların çizgilerinin yapısı ve sayısı birbirinden farklı, aynı bizdeki parmak izi gibi. Zebraların çizgileri aynı zamanda onlar için önemli bir savunma aracı. Bir arada durdukları için kendilerine yaklaşmaya çalışan yırtıcı hayvanlar bu çizgilerden dolayı sürüyü bir bütün olarak algılar ve uzaklaşır. Zebralar göç dönemlerinde de wildebeasstlerle birlikte dolaşırlar. Çünkü Wildebeestler ne zaman yağmur yağacağını ve suyun nerede olduğunu hissedebilirler. Ama yön bulma duyguları yoktur. Hemen zebralara sinyal gönderirler Ot ve su ile beslenen zebralar ise yön bulmada ustadır.
Atgillerden gelen zebra eğer bir at ile çiftleşirse doğan yavruya zebrat denir. Ama bunu görmedik. Gerçi at da görmedik.
Burada safari sırasında en ciddi problemlerden biri tuvalet mevzuu. Neyse ki Amani artık çiçek toplamanın ne anlama geldiğini biliyor. Bizim grup öğretmiş ben diğer araçtayken. Hatta bu araca geçtiğimde Amani “who wanna pick flowers?” deyince kendi kendime, ya nooluyoruz etraf vahşi hayvan kaynıyor, üstelik öyle ahım şahım çiçek de yok dedim içimden. 1-2 saniye sonra dank etti tabii.
Aramızdan kim çiçek toplamak istese, önce Amani dürbünü alıyor, etrafta vahşi hayvan var, yok, kontrol ediyor. Ardından isteyen çiçeği toplayıp geliyor. İşte beni burada en çok şaşırtan biz çiçek toplamaya çıkarken bu kadar ürküyorken, nasıl oluyor da bir Maasaili kendinden emin bir şekilde sığırlarını burada otlatabiliyor…
Biraz sonra bir aslan görüyoruz. Ormanlar kralının keyfi yerinde boyluboyunca uzanmıştı.
Ama Hemen arkasındaki sırtlan ailesi de aslana yakın konumda “avlansa da, bize de bir şeyler düşse, akşama çoluk çocuk yeriz” derdindeydi.
Kalderada yolumuza devam ediyoruz ve gölün kenarına ulaştık. Kenarı derken bayağı bir kenarındayız. Kuru sezon olduğu için, aynı mManyara gölü’nde olduğu gibi flamingoları zar zor görebiliyoruz. Uzaktan da olsa sodalı gölün üzerinde pembe benekler halinde bulunan flamingolar müthiş görünüyor. Umarım bir sonraki seyahatte “benekler halinde bulunan” yerine “pembeye boyayan” tanımlamasını yapabilirim.
Gölün kenarından uzaklaşırken büyük bir bufalo sürüsüyle karşılaşıyoruz. Bu bufalolar yani bizonlar sanki daha önce hiç safari aracı görmemişçesine bize bakıyorlar. Burada herkesin aklına gelen söz benimde aklıma geldi. “Öküzün trene baktığı gibi” Ama bizonlar ve öküzler ne de olsa bir nevi akraba sayılırlar. Bizonlar da, boynuzlugiller ailesinin sığırlar alt grubunda yer alıyor. Baktığınız da her ikisi de otçul, her ikisinin de etinden sütünden yararlanılabiliyor. Evcilleştirildikleri takdirde her ikisi de tarla işlerinde kullanılabiliyor.
Ardından Hippoların yani su aygırlarının mekan tuttuğu havuza gidiyoruz.
Büyük bir aile olarak burada keyif yapan su aygırlarının havuzunun çevresinde ise askerlikte içtimaya çıkmış gibi sıralanmış sayısız kuş var. Birbirlerine aynı mesafede duran kuşların tümü aynı yöne bakıyor.
Hippo havuzu sonrası diğer bir göl kenarına öğle yemeğimizi yemek için yaklaşıyoruz. Bizim aracımız gibi ço sayıda araç var burada. Her turist grubu araçların içinde alıyo öğle yemeğini. Çünkü dışarıda yerseniz ki, biz gözümüze bir ağacın altını kestirdik. Bu arada zaten çevrede tek bir ağaç vardı.
Ağacın altında yemek yemeğe karar verdik. Daha kutular açıldı, ortaya tavuk çıktı, ama çıktığı gibi bir kartal aldı gitti. Neyse ki kimse zarar görmedi. Çok keyifli bir ortamda yemeklerimizi akbabalara karşı savunarak bitirdik.
Ardından otele dönüş yolunda bir saldırıdan kaçışan kuşlar gözümüze çarptı. Uçmadan tavuk gibi kaçışıyorlardı. Arkalarına saklanmış pusu kurmuş olan hangi hayvan varsa biz göremedik ama onlar hissetmiş olacaklarki, çareki koşmakta bulmuşlar.
Tam Black rhino göremedik diyecekken, Amani birden durdu, eline dürbünü aldı. Ve bize bir değil iki tane black rhino gösterdi. Şu an soyu tükenmekte olduğu için bu bölgede sadece 300 tane kalmışlar, Batı Afrika’da ise soyu tamamen tükenmiş. Uzaktan da olsa fotoğraflayabildim.
1970’lere kadar Afrika bozkırlarında 65.000 civarında siyah gergedan varmış. Ancak bilinçsiz avlanma sonucu, şu an tüm Afrikada sadece 3.600 tane kalmış.
Artık kraterden çıkma vakti. Kraterden yukarıya çıkarken bize el sallayan yine zebralar oldu.
Akşam otele vardığımızda ise karanlık ve ona eşlik Afrika’nın sesi vardı.
Hergün av gezileri, rehberli doğa yürüyüşleri ve masai köyü gezisi hizmetleri ile Neptune Ngorongoro Luxury Lodge ve Ngorongoro Sopa Lodge konaklamak için tercih edilebilir.