Samos'a Kuşadası'ndan feribotla kişi başı geçiş ücreti günübirlik gidilirse gidiş-dönüş 40 Euro, adada bir ya da daha fazla gün kalınacaksa 55 Euro. Kişi başı Sakız Adası'na gidiş-dönüşün 20 Euro, Midilli'ye gidiş dönüşün 30 Euro olduğu düşünüldüğünde bu rakam oldukça uçuk görünse de yapacak bir şey yok. Samos’u göreceğiz parası neyse vereceğiz : )
2 saatlik yolculuk sonrası feribot Samos’a yanaştığında pasaport sırasının ön saflarında yer almak için klasik deparımızı atmamız her zamanki gibi işe yarıyor ve adaya 5. ve 6. kişiler olarak ayak basıyoruz : ) Bu mevzu mühim bir mevzu çünkü Yunan halkı gibi Yunan polisi de çok aheste hareket ettiğinden iniş sırasında arkalarda kalınırsa, gelen yolcu adedine bağlı olarak 1 saati aşkın süre güneşin alnında pasaport sırası beklemek olası…
Doğruca önceden telefonla sözleştiğimiz “rent a car” dükkânını bulup, arabamızı kiralıyoruz. Normalde günlük 30 Euro’ya yerel şirketlerden araba kiralayabilecekken, Türk güruhundan dolayı araba kıtlığı oluşması sebebiyle 50 Euro’ya eyvallah demek durumda kalıyoruz. Arabamızı alıp ancak Kuşadası’nda feribotu beklerken rezervasyon yapmaya vakit bulabildiğimiz otelimizi bulmak üzere adanın doğusundan kuzeyine doğru yol almaya başlıyoruz. Navigatörümüz bu adada çalışıyor bu iyi haber! En son Sakız Adası’nda navigatör adadaki hiçbir yeri tanımadığından oteli bulamayıp çıldırmıştık çünkü!
Otel güzergâhında o kadar güzel koylar var ki otele 6 saat sonra falan ulaşabiliyoruz : ) İlk durağımız Samos'un gezilecek ve görülecek yerler listesinin başlarındaki Lemonakia Beach. Turkuaz renginde denizi olan tek tesisli ufak bir koy. Arabamızı park edip hemen suya atlıyoruz. Türkiye tarafında kalabalıktan dolayı ancak tekne turunda gittiğimiz koylarda bulabildiğimiz berraklıktaki suya dalıp çıktıkça mest oluyoruz.
Yol yorgunluğunu attıktan sonra arabamıza atlayıp hemen yakınındaki Lemonakia Beach’ten biraz daha büyükçe, içinde 3-4 tesis barındıran Tsamadou Beach’e geçiyoruz. Deniz aynı güzellikte, yine yüzüyoruz. Ancak bu sefer karnımız aç, aklımız plaja inerken güzümüze kestirdiğimiz peçeteden örtülü masalı restoranda : ) Hızlıca yüzüp, koşar adım yukarı çıkıyoruz. Yunan Adaları’ndaki lokal restoranlarda genelde masa üstüne peçeteden örtü seriliyor ve örtünün üstünde adanın haritası oluyor. Garsona bir yer sorduğunuzda direkt masa üstüne çizip gösteriyor : ) Bu muhabbeti çok seviyoruz : ) Izgara ahtapot yokmuş burada, en özlediğimiz o olduğu için biraz hayal kırıklığı yaşıyoruz ama olsun. Yine başka sevdiğimiz grilled sausage siparişi veriyoruz. Yurtdışında en sevdiğim yiyeceklerden biri bu. Bizdeki gevsek sosisler gibi değil de et, sosis ve sucuk arası bir tadı oluyor, bayılıyorum. Yanına patates, Grek salata ve bir 20’lik uzo patlattık mı tamamdır!
Tsamadou Beach’ten ayrılmamız kolay olmuyor. Deniz sonrası ahtapot için şansımızı bir de deniz kıyısındaki restoranda deniyoruz. Yine hüsran : ) Onun yerine yumurtasız menemene benzeyen cheese saganaki deneyip birer uzo daha götürüyoruz : ) Saganaki bildiğimiz sahan demek. Sahanda yapılan her şeyin sonuna saganaki ekliyorlar. Ama karides saganaki, ahtapot saganaki, midye saganaki sipariş ettiğinizde sahanda bunlarla birlikte domates ve peynir de zeytinyağında kavrulmuş oluyor. Yani karides saganaki istediğinizde karidesli menemen yemiş gibi oluyorsunuz misal : )
Akşama doğru otele vardığımızda kendimizi yatağa atıyor, 2 saati hedeflerken 4 saat falan uyuyoruz. Bir kalkıyoruz ki saat olmuş 22.00, güya 20.00’ye saat kurmuştuk ama saati nasıl duymadık anlamıyoruz. Hemen arabamıza atlayıp 5-10 km ötemizdeki Kokkari Beach’e gidiyoruz.
Burası diğer ikisi gibi sadece plaj değil aynı zamanda bir yerleşim yeri. Pek çok restoran ve otel de mevcut. Liman tarafında, eğer onları tercih edersek bize % 20 indirim vaat eden ablanın restoranına çöküyoruz.
Ama bu sefer akıllandık. Önce ızgara ahtapot var mı yok mu check ediyoruz : ) Başarılı bir ızgara ahtapotun yanına, olmazsa olmazımız Grek salata ve 20’lik uzomuz eşlik ediyor. Deniz tam dibimizde, saat olmuş 23.00, restoranın tek müşterisi olarak huşu içinde yemeğimizi yiyoruz.
Çocuklar uzaklarda, özgürüz, yemek yiyip yatmak olmaz, buralarda gece hayatı var mıdır yok mudur discount ablaya soruyoruz. Kokkari'de bulamazsınız, merkeze gidin diyor. Merkezde deniz kıyısında yan yana sıralanmış 4 adet barı elimizle koymuş gibi buluyoruz. “Oldies but goldies” tadında çalan Mezza Volta isimli mekânı seçip denizin dibindeki standa konuşlanıyoruz. Kapıda ne gören var ne soran, şıpıdık terlik ve şortla giriyorsun kimsenin umuru değil. Oh be ne rahat! 4 saat uyku uyuyunca herkes yerinde salınırken ben bildiğin dans ediyorum : ) İlerleyen saatlerde tam gitmek üzereyken barlardan birinde “To poli pooliiii” tarzı Yunanca ezgiler duyuyoruz. Bir girelim ki bir sürü Yunan genç küçücük barda iç içe dans ediyor. Hobaaa! Biraz da orada takılıp otelimize dönüyoruz : )
Ertesi gün yola çıktığımızda, dün girdiğimiz plajlarda dalgaların coşmuş olduğunu görüp, kahvaltı öncesi deniz keyfi yerine dalgalarla boğuşmaca yapabiliyoruz : (
Kuzey dalgalıysa güney süt limandır mantığıyla Kokkari Beach’te kahvaltı edip hemen rotamızı güneye çeviriyoruz.
Blogger çiftlerden birinin yazılarında okuduğumuz, adadaki taksicilerin bile bilmediği, çok gizli ancak toprak yollardan giderek ulaşılan onlara göre beyaz renkli kumuyla adanın en güzel denizinin olduğu livadaki plajı arayıp tarayıp buluyoruz. Aman Allah’ım Kokkari’deki dalgalar buraya ulaşmış! Güneydeki plajlardan o bölgenin girintili çıkıntılı yapısından dolayı kuzeye bakıp dalga almayı başaran tek plajı bulmuşuz. Kendimizi tebrik ediyoruz.
O kadar yolu geldik girmeden dönmeyelim diye giriyoruz ama hava rüzgârlı, denizin rengi güzel de dalgadan dolayı deniz ot yosun dolmuş, pek tadı yok. Hızla uzaklaşıyoruz...
Sonunda adanın güneyinde rüzgâr almayan güzel kumsallar, süt liman denizlere ulaşıyoruz. Meşhur Psili Ammos Koyu’na vardığımızda gördük ki cingöz Türkler burayı bizden önce keşfetmişler. Yüzerken sağa dönüyorsun Türk, sola dönüyorsun Türk. Bizde asil İngiliz kanı var ya...
Türklerden rahatsız oluyoruz, başka bir plajda konuşlanmaya karar veriyoruz. Bence bu konuda iki tip insan var. Yurtdışında Türk görünce muhabbete girip ahbap olanlar ki bunun örneklerini adaya gidiş feribotunda birbirini tanımazken, dönüş feribotunda kakara kikiri modunda olanlardan rahatlıkla gözlemleyebildim. Bir de bizim gibi Türk görünce koşarak uzaklaşanlar var. Hatta arka masaya Türkler oturursa eşim gibi restoranda masa değiştirenler bile var : ) Sanırım bunun sebepleri; konuştuklarımızın başkası tarafından anlaşılmasından rahatsız olma, onların konuştuklarına ister istemez kulak misafiri olmaktan rahatsız olma, bir de etrafta yurttaşlarının olmasının insanı uzaklarda olduğu hissinden uzaklaştırması...
Zaten büyük büyük plajlardansa minik minik, kumsalın yanı başında tek bir tane lokal bir tavern’in olduğu plajları hep daha fazla tercih ediyoruz. Psili Ammos yolu üzerinde gördüğümüz bu tarz bir tavern önü plaja konuşlanıyoruz. Bu arada tavern bildiğiniz restoran demek Yunanistan’da. Öyle canlı müzik, tabak kırmaca falan yok yani. Öyle tavernler de var da onlar canlı müzikli tavern : ) Deniz molası sonrası Grek salata ve uzomuza bu sefer kalamar eşlik ediyor.
Ada seyahatlerimizde daha fazla yer deneyimlemek için sık sık ve az az yiyoruz : ) Şezlongda uyku bastırıyor, aynı zamanda rüzgâr da bastırıyor, şezlonglarda uyumak mümkün değil. Otelimiz de çok terste kaldı. Arabamızı bir ağaç altına çekip biraz kestiriyoruz. Akşamki destinasyonumuz ünlü matematikçi Pisagor’un doğduğu Pitagoras Limanı.
Limanı boylu boyunca geziyoruz. Tekneleriyle limana yanaşmış, kafelerde kötü adam kahkahaları atan göbekli, purolu Türk amcalara bakıp gülüyoruz : ) Yine bloglarda tavsiyesini okuduğumuz Elia restoranı seçip masamıza kuruluyoruz. Hesap her zamankinin iki katı geliyor. Çünkü her zamankinin iki katı yiyip içiyoruz : )
Hava gitgide serinliyor. Bizim üstümüzde hala plaj kıyafetleri. Kimsenin üzerinde yok ama garsondan bir ümit şal istiyoruz ve bingo! Neyse ki buralarda da şal varmış.
Eşim ısınmak için dün gece Yunan gençlerin iç içe dans ettiği bara gitmenin hayallerini kuruyor ve gidiyoruz. Ama Cumartesi akşamı olmasına rağmen hiç öyle iç içe bir durum yok. Meğer bir önceki gece Greek Night varmış, bu gece ise standart bir night’mış : ) Olsun biz yine dans ediyoruz : )
Ertesi günü adada son günümüz. Feribotumuz 17.00’de. 16.00 gibi limanda olmak gerekli. Yarım gün için bir günlük daha araba kirası vermeyelim diyoruz ve sabahtan arabayı teslim ediyoruz. Valizimizi “rent a car”a emanet ediyor, yürüyerek 10 dakikada şehir merkezine en yakın plaj olan Gagou Beach’e ulaşıyoruz. Şezlonglarımıza kurulup son günü yatış modunda geçiriyoruz.
Öğle yemeğinde menülerde hep rastladığımız chicken souvlaki, pork souvlaki, lamb souvlakideki souvlakinin “şiş” anlamına geldiğini keşfediyoruz : )
Yemek sonrası son bir deniz keyfi ve tası tarağı toplayıp 17.00 feribotuna biniyoruz ve 19.00 sularında vatan toprağına ayak basıyoruz. Bir Yunan Adası keşfimiz daha sona eriyor. Mutluyuz, gururluyuz : )
Yazarın diğer yazılarını www.gezentianne.com'dan takip edebilirsiniz.