Yaklaşık 6-7 senedir büyük bir keyifle yelken yapıyorum. Bana yelkeni öğreten ve sevdiren sevgili skipper'ım Arto ve eşi Tamar ile Bodrum'un güzel koylarına ve özellikle çok sıcak günlerde, akşamları tatlı tatlı esen ada rüzgarları ile serin geceleri olan Yunan adalarına yelken açıyoruz.
14 Yunan adasına, bazılarına birkaç kez ve Girit hariç hepsine de yelkenli tekne ile gidip gezdim. Adaların hemen hepsi kurak, kayalık ve volkanik adalar, özellikle bunu Nisiros da simsiyah kayalar, taşlar ve yollardan kolayca anlayabilirsiniz. Santorini adasının yüksek, kayalık, fotoğraflara çok konu olan ve denizin kıyıdaki derinliği 100 m. civarında olan kısmının tam arkasındaki plaj bölgesinde kumlar dahi simsiyah. Kimi adalar sessiz, sakin, kimi kalabalık, eğlenceli ve daha çok teknecilerin uğrak yeri. en beğendiğim adalar ise Simi (Marmaris'e oldukça yakın, Bodrum'dan Marmaris'e giderken ise neredeyse içinden geçilen rengarenk evleriyle şipşirin ada), Halki (Rodos'un kuzey batı ucundaki şirin ada) ve Santorini. (Yazımın başlığındaki Dodekaninos kelimesini bilmiyor iseniz; Ege Denizi'nde Yunanistan'a ait olan 12 adaya verilen isim)
Bu kez, birkez daha, Leros ve Samos'a (Sisam) doğru çevirdik burnumuzu. Bodrum'dan kuzey Ege'ye doğru seyire 'yukarı' yada 'tırmanmak' deyimi kullanılıyor, nedeni ise rüzgarın kafadan - önden- alınması (orsa seyri). Bodrum'dan Turgutreis'e kadar rüzgarı neredeyse 0 derece orsadan aldığımız için ana yelkeni açtığımız halde motorla geldik, ki bu yelkencilerin hiç de sevmedikleri bir seyirdir. Biraz daha tırmanıp Gümüşlük'e doğru yol alarak, oradan Leros'a - kuzey batıya- yöneldiğimizde 25 derecelik bir açı yakalıyor ve biraz olsun yelkenimizi doldursak da zaman zaman motor takviyesi alarak 32 mil yolu tam 5 saatte alıyor ve Leros'a varıyoruz.Leros'a yaklaşırken yine tipik Yunan Adaları'nın görüntüsü çıkıyor karşımıza, yani kayalık ve kurak. Uzaktan dikkatimizi çeken tepedeki kale ve yel değirmenleri oldu ki hava karardığında gece ışıklandırmaları ile çok hoş görünüyorlardı. Birçok yunan adasında olduğu gibi elbette teknelerin çoğunluğu Türk tekneleri. Adaların bir çoğunun ana karalarından oldukça uzak ama birçok kasabamıza araba farlarının bile çıplak gözle görüldüğü kadar, yakın olması nedeniyle Türkler, özellikle yaz aylarında ekonomilerine oldukça katkıda bulunmakta.
Leros'da bu kez farklı bir koya, Panteli koyuna giriyoruz. Kıyıda epey tekne var, biz de kendimize bir yer bulup, Demir atıp kıyıdan kol alıyor (burundan demir attıktan sonra, kıçtan hem sancak hem iskele yönünden halatlarla kıyıda bir kaya veya ağaca bağlanmak) teknemizi sağlamlaştırıyoruz. Botla çıktığımız sahil, kıyı restoranlarla ışıl ışıl. Yemekler, mezeler özellikle deniz mahsulleri taptaze, lezzetli ve porsiyonlar oldukça büyük (sonuçta karnımız açken söylediğimiz balığı iptal ediyoruz). Uzo içeceğiz, bizim rakımıza lezzet olarak oldukça yakın olan Barbayani marka Uzo ısmarlıyor ve çakıl taşları üzerindeki masamızda keyifli bir yemek yiyoruz. Bodrum'daki kavurucu sıcaktan sonra adalarda her zaman serin olan gecenin keyfini, tam karşımızdan, deniz'in içinden çıkan dolunayla ikiye katlayarak, doyasıya yaşıyoruz.
Benim için tekne gezilerin bir güzel yanı da sabah ilk iş sessizce uyuyan denizi uyandırarak, kendimi onun sakin sularına bırakmanın doyumsuz keyfidir. Bu sabah da erkenden kalkıyor, demir alarak Samos'a doğru yola koyuluyoruz. Diğer tüm adalardan ve bu adadan daha önceki gezilerimde çektiğim onlarca, muhteşem gündoğumu fotoğraflarına yenilerini ekleyerek sabahın bu güzel saatlerinin keyfini çıkarıyorum.
Dört sene önce Bodrum'dan Santorini adasına yine yelkenle gitmiş, ve gidiş ve dönüşlerde muhteşem fotoğraflar çekmiştim. Bodrum'a 140 mil uzaklıktaki adaya giderken ve dönerken elbette yolu ikiye böldük. Gidişte ilk durağımız 6-7 saatte ulaştığımız Astipalya Adası'nın sessiz, sakin bir koyu oldu. Kıyıdaki salaş bir balıkçıda beklenmedik lezzette güzel bir akşam yemeğinin ve restoran sahibi köylünün ikram ettiği kendi yaptığı bir karaf şarabın tadı da hala damağımızda. Santorini görmeyi çok istediğim bir ada idi, özellikle de çok methedilen günbatımı, hep duymuşuzdur "dünyanın en güzel günbatımı" diye. Akşam üzeri heyecanla o yöne koşuşan turistlere biz de katılıyoruz. Düşünüyorum ki bir cafede oturup içkilerimizi yudumlayarak bu güzel manzaranın keyfini çıkaracağız, hiç öyle olmuyor, cafe bar yok, sokaklarda tepelerin üstünde, insanlar da neredeyse birbirinin üstünde, itiş kakış bekleniyor ! Evet güneş güzel batıyor ama nerede güzel değilki.. Ortam otantik evet ama ya Nemrut dağımızdaki otantik ortam ve gün batımı... Bodrum'da Yalıkavak, Turgutreis'deki, Ayvalık da şeytan sofrası, Kuşadası ve daha kimbilir güzel ülkemin hangi güzel yöresinde muhteşem batmıyor ki ?? Ama biz ülkemizin reklamını ne yazık ki yeterince yapamıyoruz.
Evet biz Leros'dan Samos'a doğru yola çıkmıştık... bu sabah hava bize biraz bonus veriyor ve batıdan esen rüzgar yelkenimizi dolduruyor ama bir müddet sonra yine motor artı yelken gidiyoruz. Adaların etrafında dolaşırken şanslıysanız teknenizin yakınından size eşlik eden yunus balıklarını yada uçan balıkları (1-2 m. kadar denizin üstünden muhtemelen büyük bir balığın kovalaması nedeniyle uçabilen) görebilirsiniz, biz yine şanslıydık, Samosa'a yaklaşırken en az 5-6 yunus ve kalabalık bir grup uçan balıkları gördük. Samos adası ufukta göründüğünde sağ tarafında da Kuşadası (Davutlar ilçesine bağlı Güzelçamlı Milli Parkı) seçilmeye, telefonlarımız da Türk telefon şebekelerini çekmeye başladı.
Samos'a tekne ile gelirseniz adanın güneyinde bir marina var, fazla büyük değil ama oldukça rahat, geniş güzel bir marina, Güney batısında alargada (kol almadan sadece demirde kalmak) kalabileceğiniz güzel bir koy ve güzel denizi olan Posidonio, bir de adını ünlü matematikçi ve filozof Pisagor'dan (Pythagoras), almış olan Pythagoreio köyünün limanı var. Önceki adı Tigani olan köyün adı 1955 yılında Pisagor'un onuruna Pythagoreio olarak değiştirilmiş. Pisagor'un, kendi adıyla anılan bir teorisi var, buna göre; bir diküçgende dik kenarın (hipotenüsün) bir kenarını oluşturduğu karenin alanı, diğer iki dik kenarın birer kenar olarak oluşturdukları karelerin alanları toplamına eşit.
Biz bu köyün Pythagoreio limanına girmeyi hedefleyerek geldik, yer bulurmuyuz endişemiz vardı ama kolayca yer buluyoruz. Köyün tüm cafe ve restoranlarının hemen önüne bağlanıyoruz. Biraz yokuşda bulunan ofise pasaportlarla birlikte tüm yolcuların gitmesi ve giriş damgası alması gerekiyor, daha sonrada port polise gidip teknenin kaydı yapılıyor, ücret 35 €. (Elektrik+su içinde). Yunan transit Log'u için de 30€ ödeniyor. Limana yada marinaya bağlanırsanız adalara vize gerekli ve giriş yapmak zorundasınız, Leros'da alargada kaldığımız ve port-polis olmadığı için Yunanistan'a girişi bu adadan yaptık.
Teknemizi, su ve elektriğimizi bağlayıp, formaliteleri bitirip tekne temizliğimizi de tamamladıktan sonra kendimizi hemen karşımızdaki cafeye atıyor ve nihayet bol buzlu frappelerle biraz serinliyoruz. Yunanistan'da tatlı menüsünde yer alan 'ballı yoğurt' burada da çok meşhur, bu benim adalara her gelişimde aldığım bir yoğurt (Total), sade de yenebilir ama ballı, pekmezli yerseniz lezzetli ve hafif bir tatlı oluyor.
Akşam deniz kıyısındaki harika cafelerin bazılarından muhteşem gün batımını izleyebilirsiniz ama tabii mehtabın doğuşu için tam ters yönde bir restoranda oturmalısınız. Ada yine Türk tekneleri ve Türklerle dolu, ama adada, bulunduğumuz kasabaya çok yakın bir havalimanı olduğu için turist de çok, dolayısıyla sokaklar oldukça hareketli ve canlı, hediyelik eşya ve alışveriş için de epey dükkan var. Adalarda içki ülkemize göre oldukça ucuz olduğu için yıllardır içki alışverişimi adalara gelip gittikçe yapıyorum. Benzinin de ucuz olduğunu duyuyorum, ülkemizde her ikisi için de ödediğimiz vergiler inanılmaz..
Akşam dizi dizi restoraların yer aldığı liman boyu yürüyoruz, her yer kalabalık, diğer şehirlerden bile bu restoranlara geliyorlarmış. Rıhtım yolu son bulduğunda kalabalık da azalıyor, biz biraz daha ileriye yürüdüğümüzde daha çok Yunanlıların bulunduğu yine kumların üzerinde masaları olan iki balıkçı restoranı olan bir kıyıya geliyoruz, girişte bekleyen garson Türk olduğumuzu anlayıp hoşgeldiniz diyerek bize bir de indirim veriyor, kıyıda serin serin, kalabalıktan uzakta güzel bir yemek yiyoruz, dolunay burada da bize muhteşem kırmızı yüzünü cömertte gösteriyor.
Ada oldukça büyük olduğu için gezmek isterseniz araba kiralamanızı tavsiye ederim. (Uluslararası yada yerli şirketleri tercih edebilirsiniz, günlük 40-60 € arası değişen fiyatlar var) Turizmin en yoğun dönem, araba bulmakta zorlanacağımızı düşünerek 1 gün önceden kiralamakla isabet etmişiz zira tek bir yerde bulabildiğimiz son arabayı aldık.
Sabah kahvaltıdan sonra aldığımız arabamızla yola çıkıyoruz, ilk durağımız Unesco Dünya Mirası listesindeki Pythagoreion ve Hera harabeleri. Evet bu adada bir de Unesco Dünya Mirası (DM) var. "Pythagoreion and Heraion of Samos". Bu küçük ada M.Ö.3. yy. dan itibaren birçok kez işgal edilmiş. Bugüne eski Yunan ve Roma harabeleri bulunan ve antik bir liman olan Pythagoreion kalıntıları, eski ama müthiş bir su tüneli Eupalinos ve Samian Hera tapınağı Heraion kalmış.
Pythagorion harabeleri köyün hemen yakınlarında, DM listesindeki Hera ise -Ireon da, merkeze yaklaşık 3 km ve 10 dakika mesafede. Harabelerin girişinde yada içinde Unesco ambleminin olmaması, buranın bir dünya mirası olduğunun belirtilmemesine şaşırıyorum, sadece gişeden aldığım broşürde Unesco ve DM amblemleri var. Her iki bölgede de arkeologlar yoğun bir şekilde kazı işlerine devam ediyorlardı. (Bu DM yeri merak edenler için yazımın sonunda detaylı bilgi bulabilirler) Daha sonra buraya 3km mesafedeki, biraz yokuş ve merdivenlerle ulaşılan bir tepede yer alan ve antik kent Samos'un orta bölümünde bulunan Eupalinos Tüneline gidiyoruz.
Antik Yunanlılar tarafından M.Ö. 6. yy. da kaynak suyunu 1 km. ötedeki yerleşimlerine getirebilmek için dağın 9 metre altı oyularak yapılmış. Tünelin açılması daki en ilginç olan, dağın 2 tarafından başlayan kazılarda çalışan 2 ekibin dağın ortasındaki düz bir çizgi üzerindeki buluşma noktalarında hemen hemen hiç bir sapma olmadan buluşmalarıdır. Bu nedenle de 'amphistomon orygma' yani 'çift ağızlı yada girişli tünel' olarak anılmakta. Projenin 8-10 yılda bitirildiği tahmin edilmekte. Çalışmalar sırasında tünel içindeki ışık yağ lambaları ile sağlanmış ki bu da hava sirkülasyonunu zorlaştırmış. Tünel inşaatı bittikten sonra çökmeleri engellemek için belli kesimlere duvarlar örülmüş. O devirlerde hiçbir mekanik ve teknolojinin olmadığı düşünüldüğünde bu projenin ne kadar eşsiz ve büyük bir proje olduğu daha kolay anlaşılmakta.
Tünelin içine girmek için gittiğimizde beklemekte olan insanları görünce kuyruk olduğunu düşündük, ancak tünele girilen merdivenler o kadar dar ki hem ürkütücü, hem de çok kilolu insanların girmesi zor görünüyor.
Ben ve arkadaşım hiç düşünmeden merdivenlerden inmeye başlıyoruz, merdivenlerin bittiği yerde tünel biraz daha genişliyor, biraz daha ilerde ise 1,5 - 2 m. kadar geniş. Kapalı yer fobisi olanlar için girmek zor olabilir ancak içeride oldukça iyi hava var, ve içerisinin serinliği dışarıdaki sıcaktan sonra cennet gibi.
Güvenlik nedeniyle tünelde sadece 200m. ilerlememize izin veriliyor. Dönüşte ise çıkış merdivenlerine geldiğinizde yeni girenlerle çıkacaklar arasındaki trafik biraz karışabiliyor. Tünelin bulunduğu tepeden muhteşem ada manzaraları bile oralara çıkmanıza değer.
Tarih gezimizi bitirdikten sonra ada gezimize başlıyoruz. Ana yolu alarak adanın kuzeyine, ada ile aynı isimdeki başkent Samos'a doğru yol alıyoruz. Derin bir koyda bulunan Samos'a aynı zamanda Vathi de deniyor - Yunanca'da 'derin' anlamında- birçok Yunan adasında vathi denen bir koy var. 20-25 dakikada ulaştığımız şehrin tepeden panoraması ve koyda demirlemiş büyük yolcu gemilerinin görüntüsü çok güzel.
Şehirde biraz dolaştıktan sonra yine ana yoldan batıya doğru devam ederek adanın kuzey kıyılarını doğudan batıya doğru gezmeye başlıyoruz. Yol kimi zaman sahilden, kimi zaman ise yüksekten ama tamamen denize paralel olduğu için çok güzel manzaralar (oldukça yakında bulunan Türkiye manzaraları da dahil) eşliğinde ilerlerken arabada bize Türk radyoları eşlik ediyor, Turkcell ise full çekiyor. Kıyı boyu sahilde plajlar, restoran ve cafeler var, bazı plajların hemen yol kenarında olmalarına karşın bazılarına ulaşmak için epey merdiven inmeniz gerekiyor.
Tepeden çok güzel görünen Kokkarion, Lemonakia, Tsamadu, Avlakia, Tsabou plajlarını geçtikten sonra aldığımız tavsiye ile sola, Vurliotes Köyü'ne doğru sapıyoruz. Tepeye doğru daracık dağ yolunda ilerlerken inanılmaz, müthiş manzaralar görüyoruz. 15 dakika kadar tırmandıktan sonra küçücük ama asırlık ağaçları, buz gibi akan kaynak suyuyla şipşirin köye ulaşıyoruz. Bir ailenin işlettiği restoranda, etler dahil herşey doğal ve kendi ürünleri, müthiş lezzetli yemekler bunun doğruluğunu kanıtlıyor. Kaynak suyundan su şişelerimizi doldurarak bu şirin köye veda ediyor, yine güzel manzaralar eşliğinde ana yola inerek gezimize devam ediyoruz. Yine denize paralel yolda ilerliyor ve Karlovasi kasabasını ve limanını geçip meşhur Potami plajlarına ve şelalelere geliyoruz, plajlar oldukça kalabalık, şelalelere gitmek için ise epeyce yürümeniz gerekiyor. Potami de yol bitiyor, mecburen Karlovasi'ye dönüp Pythagorian'a doğru, bu kez kuzeyden güneye ilerliyoruz. Sanırım adanın en tepe noktalarından geçtik zira epeyce tırmandık ve bir müddet sonra, zeytinlikler ve bağlar arasından inişe geçtiğimizde adanın bu kez güney sahili ayaklarımız altına serildi. Yolda Pyrgos köyünden kendi ürünleri meşhur Samos balı aldık (tatmadan aldık ama çok lezzetli çıktı, tavsiye ederim). Kumaradei köyünde ise seramik yapımı ürünler meşhurmuş, hediyelik eşya satan epey dükkan görebilirsiniz.
Samos adası tatilimiz burada sonlanıyor, Samos'daki son gecemizi de -geç yediğimiz ve lezzetine doyamayıp fazla kaçırdığımız öğle yemeğinden sonra akşam yemeğini pas geçerek, Pythagorian da Yunan müziği dinleyerek tamamlıyoruz. Samos diğer adaların aksine yemyeşil tabiatıyla, güzel koyları ve deniziyle beğendiğim adalar arasında yerini aldı.
Bu sabah dönüşe geçiyoruz ama yine yolu böleceğiz. İlk durağımız Lipsi adası. Gelirken tırmandığımız yolu inmeye başlıyoruz, 5-6 (25 knot) hava var, neredeyse fırtınaya yakın, derken bunun sadece Samos dağlarından gelen 'tepeden inme' rüzgar olduğunu anlamamız uzun sürmüyor. Rüzgarı pupadan (kıçdan) 120 derecelik bir açıyla alarak ilerliyor, derken Samos burnunu geçip Furni ile arasında oluşan koridordan güzel bir rüzgar alıp yelken yapabiliyoruz. Alki ve Marati Adaları'nın yakınından geçerken deniz birden turkuaz renk alıyor, kıylar denize girmek için harikagörünüyor, koylarda demirlemiş bir kaç tekne var, buralarda epey sığlıklar olduğu için dikkat kesiliyoruz. Bu adaların etrafı ufaklı büyüklü kayalık adalarla dolu, aralarından ilerlerken seyir biraz daha keyifli oluyor. Daha önce gittiğimiz ve bir Dünya Mirası kilisesi barındıran Patmos adası net olarak görünüyor. Hedefimiz olan Lipsi adası da artık pruvamızda netleşiyor ve 1,5 saat sonra varıyoruz.
Dar bir boğazdan geçerek, Lipsi'nin tek yaşam yeri olan güzel bir koya girerken yanımızdan adalararası yolcu taşıyan bir katamaran gemi dalgaları yararak geçiyor. Köyün önü geniş ve uzun, beton bir iskele ile kesilmiş, korktuğumuz olmuyor ve kalan tek boş yere bağlanıyoruz. Liman içinde olduğumuz halde batıdaki dağlardan 'tepeden inme' ve oldukça kuvvetli kuzeybatı rüzgarı aldığımız için de hafif hafif sallanıyoruz, hava oldukça sıcak, bu rüzgar hoşumuza gidiyor.
Beyaz badanalı lacivert panjurlu evleri ile küçücük ama sevimli bir köy Lipsi. Bu adaya ilk gelişim ama burada çatılara asılarak kurtulan ahtapotların ünlü olduğunu duymuştum. Akşam üzeri limanın hemen önündeki bar ve restoranlarda kuruması için asılmış ahtapotları görebilirsiniz.
Biz de bu lezzeti tatmak için gidip rakımızı ve ahtapotumuzu ısmarlıyoruz, alıştığımız lokum gibi yumuşak ahtapot beklemeyin ama rahatlıkla çiğnenen ve müthiş bir lezzet, kesinlikle denemelisiniz. Garsonumuz birkaç meze getireceğini söylüyor (baş meze tzatziki-cacık) ve bir anda masamız harika bir çilingir sofrasına dönüşüveriyor. Yine adalarda meşhur, bizim Ayvalık civarında bulunan papalina, kızarmış minik balıklar da gelince akşam yemeğimiz tam bir ziyafet oluyor.
Balığı öldürmek için üstüne tatlı yemek gerekir denir ya dondurma buluruz diye yürüyoruz, ileride bir fırın görüyoruz, bahçesinde oturan epey insan var. Fırına giriyorum, voww burası kesinlikle küçücük bir köy fırını değil, müthiş, tatlı tuzlu ürünler, meşhur peksimetlerinin çeşitleri, ve belki 20 çeşit dondurma ve şaşırtacak kadar da lezzetli.
Bu sabah son durağımız Kalimnos'a doğru yola çıkıyoruz. Bugün yine rüzgar yok, o nedenle sabah erken yola çıkmamıza da gerek yok, güzel bir kahvaltı için o güzel fırına gidip tazecik çıtır çıtır ekmek alınmaz mı? Ekmek kokuları daha yaklaşırken mis gibi geliyor, sabah kahvaltısı için daha neler neler çıkmış. Seyahatlerde neden hep kilo alıp dönülüyor acaba :)
Bu şirin ve 'lezzetli' adaya veda etme ve yola çıkma zamanı. Rüzgarı kuzey, kuzeybatıdan ve tam pupa dan aldığımuz için kavança (pupa seyrinde cenova yani burundaki yelkeni sancak-iskele -sağa-sola- alarak yön değiştirmek/orsa ve apaz seyrinde ise buna tramola deniyor) atarak geldik, hava 7 esiyor, ve biz 6-7 hız yapabiliyoruz, Leros Adası'nın güneyinden geçerek uzun bir süre yelken yapabiliyoruz, Kalimnos'a yaklaşınca rüzgar bir ara bitiyor, motor takviyesi alıyor ama adanın ana limanına doğru döndüğümüz burundan sonra çok güzel yelken yaparak limana varıyoruz.
Bodrum, Turgutreis'e en yakın olan ada oldukça kurak adalardan biri. Biz Yunanistan'dan çıkış yapacağımız için feribotların, gemilerin yanaştığı ana limana giriyor ve bağlanıyoruz. Terkedilmiş bir şehir havası var burada, tüm dükkanlar, marketler kapalı (siesta zamanı) olan şehirde yaşam gece başlıyor ve bir anda bu kalabalık nereden çıktı diye düşünüyorsunuz.
Denize girmek yada balık restoranlarının yoğun olduğu bölgeye gitmek isterseniz araba kiralamak yada taxi, otobüs kullanmanız gerekli. Ama liman çevresinde de epey restoran var, bu restoranlar ve yemekler, deniz mahsulleri tüm adalardaki gibi güzel, fiyatlar uygun ama gidilmesi çok da şart olmayan bir ada.
Bugün artık Bodruma doğru yelken açıyoruz. Kalimnos'dan güneyden esen bir rüzgarla çıktık ama asıl rüzgarı Psirimos'a (Kalimnos ile Cos arasında çok ufak, kayalık bir ada, ancak çok az sayıda evlerin bulunduğu küçük koyda güzel restoranlar var) yaklaşırken alıyoruz, beklediğimiz kuzey rüzgarımız geldi, rüzgarı 60-70 dereceden ve 14-15 kuvvette alarak, 8 knot hızla Akyarlar açıklarındaki Kargı adasını hedefleyerek hoş bir seyir yapıyoruz. Bodrum'u, evimizi özledik.
-------------------------------------------------------------------------------
*The Heraion of Samos - efsaneye göre Samos tanrıça Hera'nın doğup büyüdüğü, büyük arkeoloji alanıyla tanınan Ireo şehiri. Politik ve idari bakımdan 6 km mesafedeki antik Samos'a (şimdiki Pythagorio) bağlı olan bu yerleşim, antik Yunan medeniyetinin en önemli ve kutsal yerlerinden biri idi. Dindar halk buraya deniz yolu veya Kutsal yol olan Imbrassos Nehri'nden ulaşmakta, ki mitolojiye göre tanrıça Hera bu kutsal nehrin yataklarındaki söğüt ağacının altında doğmuştur, bu ağaç da Hera'nın kutsal ağacıdır. Samian'lar buraya tanrıçalarının onuruna mutlaka bir tapınak yapmak istemişler. Hera Tapınağının kalıntılarından başka antik çağların en büyük tapınaklarından biri. Bu kalıntılar, Helenistik ve Roma dönemlerinden kalma ev kalıntıları ile erken Hiristiyan dönemi Basilikası kalıntılarıdır. Devamında Samos’un antik dönemdeki hazine odası olan Tigani olarak da bilinen Pythagorio, Polikratio Surları, Antik Tiyatro ve antik şehre su sağlayan 6. yy. ın yapı harikası ünlü Eupalinos Tüneli bulunmakta.
Dünyanın o dönemdeki bilinen yerlerinin (Mısır, Mezapotamya, Suriye, Iran, Kıbrıs gibi) yanı sıra Yunanistan’ın birçok şehrindeki (Sparta, Atina, Corinth, Girit gibi) tüm kaynaklarını Samian Heraion’un uluslararası prestiji ve küresel toplum için önemini ortaya koyması nedeni ile Unesco Dünya Mirası listesine alınmış.