Şatolar diyarı lakabını yakıştırdığım Lüksemburg gezimizin üçüncü bölümünde şehrin kuzeyinde, şatosu, gotik kiliseleri, saat kuleleri ve daracık taş sokakları ile sevimli bir Orta Çağ köyüne, Vianden'e gidiyoruz. Lüksemburg garından trene biniyor, Ellenbruck istasyonunda inip hemen karşısındaki duraktan Vianden otobüsüne biniyoruz. Etrafı seyretmekten zamanın nasıl geçtiğini anlamadan bir saat kadar sürüyor bu keyifli yolculuk. Araba kiralamanıza hiç gerek yok, zira bu yolculuk gidiş-geliş sadece 4 euro.
Yol boyu sağlı sollu manzaraları anlatmam pek kolay değil. Sonbaharın muhteşem renklerine bürünmüş ağaçlar, çamlar, salkım söğütler, yer yer akan dere ve küçük nehirler arasından, cennetin tam da içinden geçiyoruz. Hızla giden araçlarda fotoğraf çekmek zor, üzülüyorum kaçırdığım manzaralara, üstelik de hava bugün ara ara açıyor, güneş ve gökyüzü kendini ara ara gösteriyor bize.
Otobüsten köyün içinde, nehrin üzerindeki tarihî köprüyü geçer geçmez iniyoruz.
Şato tam arkamızda, bizleri davet eder gibi üzerinde bulunduğu tepeden bize bakıyor.
Teleferik kış aylarında çalışmıyormuş (chair-lift zira). 15 dakikalık bir yürüyüş bizi bekliyor, yol dik değil, hafif bir rampa var ve etraf o kadar keyifli ki fotoğraf çekerek kendimizi tepede, Orta Çağ'ın içinde buluveriyoruz.
Kim bilir ne hayatlara tanıklık etmiş Şato işte tam karşımızda, tüm heybetiyle yükseliyor.
VİANDEN ŞATOSU
Minik ülkenin en büyük şatosu, Avrupa'daki Roma-Gotik Çağlardan günümüze ulaşan, Ren Nehri’nin batısındaki en büyük, en sağlam şatolardan biri. Aynı zamanda da güzel bir derebeyi konut örneği. 10. yüzyıla tarihlenen Şato 11 ila 14. yüzyıllar arasında Romanesk stilde inşa edilmiş.
Daha sonra Gotik tarzlar ve süslemeler eklenmiş, 17. yüzyılda ise Rönesans bir köşk ilave edilmiş. Zaman içinde kaderine terk edilerek harabeye dönen şato 1960’lı yıllarda yeniden onarılmaya başlanmış. İnşaat ve restorasyon ancak 1990 da tamamlanmış ve artık ziyaretçilerine açık.
Kayalık bir vadide, oldukça yüksek bir tepede 310 metre yükseklikteki bir kayalığın üzerine kurulmuş olan kale, aşağısındaki nehre ve Vianden kasabasına tepeden hâkim, adeta korumam altında der gibi.
Giriş 7 €, size verilen planı takip ederek bir saatte gezebilirsiniz. Ara ara çıkacağınız burçlardan kuş bakışı görünen köyün ve karşı yamaçlardaki ormanların büyüleyici manzaraları müthiş, tam fotoğraf ve doğaseverler için.
Bu güzel kasabada otantik sımsıcak bir ortamda yemek yemek isterseniz, kaleye çıkarken yol üzerinde sağ tarafta kiremit rengi, ahşap panjurlu şipşirin bir yapı göreceksiniz, “Beim Hunn”. Girip bakın, tam olarak Orta Çağ dekorasyonu hâkim, oldukça otantik.
Siz de burayı beğenirseniz mutlaka rezervasyon yaptırın. Masaları çok az sayıda ama müthiş etleri var. Manzara isterseniz de nehir kenarındaki restoranlar gayet hoş.
1891 yılındaki politik sürgünde burada yaşamış olan Victor Hugo'nun eşyalarının, eserlerinin ve Rodin'in yaptığı bir heykelin de görülebileceği ve şimdilerde bir müze olan evi de köye 24 kilometre mesafede.
Lüksemburg şehrine 40 kilometre mesafedeki bu şirin köye mutlaka gidin. Aracınız yoksa şehirden tren ve sonrasında otobüsle 55-60 dakikada ulaşabileceğiniz, ülkenin en çok turist çeken köyü. Ormanların güzelliği, vadilerindeki faunası ve florası da bölgeyi hayli cazip kılıyor, Fotoğraf çekmeye doyamayacaksınız.
Ağustos ayında giderseniz buradaki festivali de kaçırmayın.
Ben, her nedense yıllardır gitmeyi ihmal ettiğim Lüksemburg'u çok beğendim, çok sevdim.
Başka bir ülkede görüşmek üzere.
Sevgiyle.